Nihat Genç; "Beni yok sayarak öldürmeyi seçmişler"

Nihat Genç; "Beni yok sayarak öldürmeyi seçmişler"
25 Mayıs 2012 09:53

Türk insanı onu kitapları, Leman dergisinde yayınlanan yazıları ve televizyon programlarıyla tanıdı. Kimileri çok sevdi, kimileriyse tam tersi nefret etti.

 

 

Deniz Bilgen ÇAKIR  H&H RÖPORTAJ

 

 

Televizyon programlarında uzun saçlarını savura savura yaptığı ateşli konuşmalar milyonlar  tarafından izlendi. Yazdığı yazılar olay oldu. Kurduğu cümleler çok eleştirildi, çok konuşuldu.

 

Evet, Halkın Habercisi’nin  bu haftaki röportaj konuğu, sözcüklerin asi gezgini Nihat Genç…

 

Biri bana Nihat Genç’i nasıl anlatırsın diye sorsaydı;  uzun yıllardır  tanıdığım insanlara bile ‘bey, hanım’ diye hitap ederken ona on dakika içinde ‘ağabey’ demeye başladım derdim. Bir kere müthiş bir elektriği var ve o elektrik çok kısa bir süre içinde etrafındaki herkesi sarıp sarmalıyor.

 

 

Nihat Genç ayakkabıları bir kenara atıp, ayaklarını suya daldırınca bana da yanına oturmak düştü.

 

 

Yolda giderken güzel bir manzara görüp arabayı durduracak kadar ince ruhlu, hiçbir şey düşünmeden ayakkabılarını çıkartıp suya daldırabilecek kadar doğal, gölde yüzen bir kuş görünce sohbetin ortasında ayağa fırlayabilecek kadar heyecanlı bir adam.  Ve Nihat Genç’i, Nihat Genç yapan da aslında bu özellikleri. Çünkü yaşayarak konuşan, yaşayarak yazan bir adam…

 

Girişi çok uzatmadan geçmek en iyisi galiba çünkü Nihat Genç’i yine en iyi Nihat Genç anlatır….

 

 

 

-Aslında edebiyatçısınız ama uzun yıllar da gazetelerin dergilerin, teknik yönetmenliğini yaptınız. Bir medya analizi yapar mısınız?

 

Patronaja dayalı, patrona dayalı medyanın nasıl öteden beri yaka paça edildiğini ve susturulup sindirildiğini, üstelik bunun çok kolayca yapıldığını gördük. Bu da Türkiye medyasının çok büyük ahlaki sorunlar taşıdığını gösteriyor.

 

 

-Peki gidişat nasıl olacak?

 

Artık yeni bir medya düzenini, hepimizin yavaş yavaş düşünmeye başladığını söyleyebilirim. Çünkü bu medya düzeninde bu Türkiye’nin, bu toplumun inşaası mümkün değildir. Gerçekçi, tarafsız bir haber de mümkün değildir. Artık Türkiye bağımsız medya ya da yarı bağımlı editoryal medya ne demektir, bunları artık yavaş yavaş düşünecek.

 

İngiltere’de dinleme skandallarıyla, üstelik başbakanla olduğu  iddia edilen gizli dinlemelerle ortaya çıkan Murdoch geliyor ve büyük bir basın kuruluşunu,  Sabah’ı almaya çalışıyor. Böyle girişimler de var.

 

 

Genç’e göre, internet medyası yazılı basının krallığını sona erdirecek bir çıkış kapısı…

 

 

 

ARTIK MEDYA İÇİN BÜYÜK PATRONLARA İHTİYAÇ YOK

 

 

-Son yıllarda internet medyası da son derece gelişti.

 

Evet bir internet devrimine şahit olduk. Bu internet devrimi tabii ki evinde internet olan, okuma yazma bilen  ama mimar, ama mühendis, ama öğretmen milyonlarca insana sesleniyor. Orada bambaşka, daha açık, daha süzgeçten geçirilmemiş bir medya söz konusu. Bu kadar süzgeçten geçirilmemiş bu medyanın bir de başka bir özelliği var, anında yayın yapabiliyor. Ertesi sabah baskıyı, baskı makinasını beklemiyor. Kağıt düşmeye başladı ve artık sanal dediğim internet medyasına büyük bir giriş var.

 

 

-Basının bu sürece adaptasyonu nasıl olacak?

 

Zaten şu ana kadar ki süreçte de bütün büyük gazeteler interneti kabullenmiş durumda ve oradan yayın yapmaya başladılar. İleride basın dünyası bu olacak diye hazırlıklarını da tamamladılar. Fakat bu hazırlıklar tamamlanırken bir ayrıntı var; internet medyası daha rahat, daha geniş, daha spontan bir güce sahip.

 

 

-Teknolojinin bu kadar hızlı gelişmesi, internet medyasına olan talebin bu kadar hızlı artışı beraberinde sorunları da getiriyor ama…

 

İnternet medyasına yapılan en büyük eleştiri fazla küfür taşıyışı ve kanun, ahlak, hukuktan biraz daha fazla kaçıyor oluşu. Bir de adres, isim göstermeyip bir nick’e, gizli bir şeye saklanması.

 

Bütün bu sorunlar ileride yavaş yavaş çözülecek. Yani tamam özgürlüklere sonuna kadar varız ve az da olsa süzgeçten geçirilmesine biz de taraftarız ama bugünkü gazeteler kadar da süzgeçten geçirilmesine taraftar değilim.

 

Biraz daha rahat, biraz daha keyifli, biraz daha içten gelen konuşmalarla, medyanın yorumunun tam anlamıyla gelişeceğine inanıyorum. Buna çok güveniyorum.

 

Yani şöyle bir cümle kurayım; Eskiden sorun şuydu, büyük medya için büyük patronlara, büyük paralara ihtiyacımız vardı. Bugün yeni medyayı tasarlarken artık büyük paralara ihtiyaç olmadan da daha küçük paralarla, daha özgürlükçü, daha az süzgeçten geçirilmiş bir medyayı insanların önüne sunabiliyoruz.

 

 

 

 

 

-Dediğiniz gibi giderek yazılı basın güç kaybediyor buna karşılık internet medyası güçleniyor ama özelikle Türkiye gibi ülkelerde, tüm halkın ya da halkın tüm kesimlerinin internet medyasına ulaşma imkanı yok. Sonuç olarak ülkede herkes mühendis, öğretmen, doktor, mimar değil…

 

Tabii ki geniş halk kitlelerine, kasabalardaki bakkaldaki insana nasıl ulaşacağı sorusu ciddi bir sorun. Ama düşünün Tayyip Erdoğan bey yirmi milyon tablet dedi. Yani bu şimdilik öngörülen bir  rakam ve bu bir rüya değil. Yani bu şunu gösteriyor, On yıl sonra  ilkokula giden her çocuğun bir bilgisayarı olacak. Önümüzdeki bu hızlı teknolojik gelişmeyi görürsek, gelecek on yılda herkesin bugünkü cep telefonu gibi bunu da edinebileceğini de unutmamamız lazım. Aşılabilir bir sorun olarak görüyorum.

 

 

YAZILI BASININ KRALLIĞI SONA ERDİ

 

 

-İnternet medyası evet büyük bir devrim ve basın özgürlüğü için de bi kapı ama burada bir de şöyle bir sorun çıkmıyor mu;  İnternette yayınlanan bir haber çok kısa bir sürede milyonlara yayılıyor ancak tam anlamıyla bir denetim mekanizması söz konusu değil. Yani gerçekler kadar iftiraların da yayılması aynı hızla oluyor.

 

Yalan ve şaibe haber konusunda hukuk hazırlıksız yakalandı. Bu hukukun çok geliştirilmesi lazım. Bu tür yayınların çok daha iyi gözlemlenmesi ve denetlenmesi noktasında hukuki altyapının da yavaş yavaş düzene gireceğine inanıyorum. Aslı olmayan şeylerin kolaylıkla yayınlayabileceğini düşünmüyorum. Şu anda bu oluyor ama on yıl sonra bunun tedbirinin çok rahat alınabileceğini düşünüyorum.

 

Bu şu demek değildir yani ille de herşey internet üzerinden gidecek diye bir şey yok.  Ancak internet kağıda, rotatife bağımlı basını yarı yarıya dizginledi.

 

-Halkın yazılı basına olan bağımlılığı kırıldı diyebilir miyiz?

 

Yazılı basının bir krallığı vardı. Toplumu onlar şekillendiriyordu. Biz sendikaları, sivil toplum kurumlarını, eşcinselleri görmüyoruz diyorlardı. Ya da Erbakan’ı, Türkeş’i görmüyoruz diyorlardı. Şimdi o bitti. Artık internette herkes kendi sesini, kendi alanını büyütebiliyor. Kendi varlığını, kendi gerçeklerini topluma gösterebiliyor.  Ki asıl önemli olan da kağıda dayalı medyanın biçimlediği toplum olmaktan çıkıyoruz artık.

 

 

 

 

 

ERGENEKON’DAN SONRA İFTİRA KAMPANYASININ İÇİNE DÜŞTÜK

 

 

-Türkiye’de edebiyatçı olarak bir Nihat Genç var, bir de internet sitelerinde siyasetle ilgili yazılarını yüzbinlerin okuduğu, youtube gibi sitelerde konuşmaları milyonlarca izlenme oranına ulaşan bir Nihat Genç var…. Siyasete bakış açınız nasıl?

 

19 yaşında falan karar verdim, 24 yaşına kadar da Türk sağının içinde oldum. Sonra çok hızlı okuyarak da ortada bir yerde kaldım.  Çok temel insani değerleri savunan bir siyasi çizgim var. Çok uzun yıllar da siyasete çok az girdim. Mesela Karadeniz otoyolu söz konusu oldu, sendikaların kilitlenmesi söz konusu oldu. O konularda siyasete girdim. Edebi yorumlardan gidiyordum.
Bundan üç dört yıl önce,  bu Ergenekon soruşturmalarından sonra Türkiye tam anlamıyla büyük bir kıyametin, haksız ve hukuksuz bir iftira kampanyasının içine düşünce ben de edebi yazarlığımı bir nevi bir kenara koyup bununla uğraşmaya başladım.

 

Baştan beri bir örgüte mensup olamadım, beceremedim. Beceremeyişimin nedeni şu; 19 yaşında tek başına kalmaya ve bağımsız olmaya karar verdim. Ama bu bağımsızlığı biraz ifrit, çok sert bir noktada sürüklemek istedim. Çünkü dünyaya bir kere geliyorum. Bir kere geldiğime göre kimseye bağımlı kalmadan kendi sözümü söyleyebilir miyim diye düşündüm.

 

Hani bu çok kapalı devre cemaatlerin ya da ideolojilerin uydurduğu şeyler vardır. Mesela, dünya basınına Yahudiler hakimdir gibi. Bu tip çoğu şey kısmen doğrudur.

 

Ben bir gruba, bir yere bağımlı kalmadan, herşeye rağmen sözümü kitlelere ulaştırabilir miyim sorusuyla yola çıktım.

 

 

 

BU KADAR BÜYÜK SANSÜR İÇİN BEBEK ÖLDÜRMÜŞ OLMAM LAZIM

 

 

-Size yazılı medyada ve son yıllarda televizyonlarda bir ambargo var. Buna rağmen, medyanın desteği olmadan hala çok okunuyor, çok aranıyorsunuz…

 

Ben 19 yaşından beri evden çıkmayarak, kitaplar yazarak önce bir üslup oluşturdum,  sonra hikayeler yazdım. Hikayelerimle on yılda, beş bin, on bin; on beş yılda, yirmi bin, otuz bin ve bugün de yüzbinleri, ikiyüzbinleri okuyucu çevresine katmaya çalıştım. Böylelikle medyayı devreden çıkarttım.

 

 

 

Nihat Genç’in, SkyTürk’teki programlarına da son verilmişti….

 

 

-Peki bu kadar raitingi olan biri olmanıza rağmen bu ambargonun nedeni ne?

 

 

Medya ideolojisinin en büyük öğütme makinası, makinanın kendi başında durandır. Yani editoryal kadrosudur. Çalıştığım her yerde şu anlaşmayla çalıştım; benim konuşmalarıma karışılmayacak. Benim yazılarıma karışılmayacak. Bunu kaldırabilirseniz  sizinle çalışırım dedim. Ve çalıştığım yerlerde de bana tek bir kelime sansür konulmadı ve istediğimi yazdım. Bu istediğini yazmak ne demektir, bir başka yerde bunu konuşabiliriz. Ancak ben yazarlığa başladığımda Türkiye’de Dinç Bilgin ve Aydın Doğan’ın bir imparatorluğu vardı. Bu imparatorluk etliye sütlüye, patrona, banka ihalelerine, Karadeniz otoyoluna, bir takım hırsızlıklara, devlet ilişkilerine karışmayan yazar ve çizerleri şöhret yaptı.

Aynı şekilde pop müziği, siyaset dışı yazarları, çizerleri herkesi şöhret yaptı ve manşete taşıdı. Ve burada çok büyük bir haksız rekabet çıktı. Bir takım adamların kitapları, eser niteliği taşımasa da manşetten takdim edilip, çok okunup, çok satılması sağlandı.

Buna rağmen ben bu imkanların hepsine kapalı kaldım. Bu büyük gazeteler, hatta en özgürlükçüleri bile -Radikal ya da açık radyo gibi- bana sansür koyuyordu.

Ne yaptım ki ben yani? Sanki afedersiniz, bunu söylemek çok zor ama bu kadar büyük sansür
yemek için yüz kızartıcı bir suçun olması lazım. Yani bebek falan öldürmüş olman lazım. Bunun sebebini de anlayabilmiş değilim.

 

 

 

ÇALIŞTIĞIM HER YER BASILDI

 

 

-Skytürk’teki programlarınız -ki çok az seyrediliyordu bu kanal- raiting rekorları kırıyordu. Akşam, tam sayfa haftalık yazılarınızla yüz binler satıyordu. Bugün Akşam’ın satış rakamları belli…

Akşam üç yüz bin, üç yüz elli bin satıyordu. Şimdi yüz binlere düştü.

 

 

-Buna rağmen engellendiniz. Halkla iletişiminizi nasıl sağlıyorsunuz?

 

Sorun o değil. Ben halkla karşı karşıya geldiğim zaman, yazımla ya da konuşmamla, ekran vasitasıyla ve konferansla bir yüzleşme şansım olursa, orada halkın değerleriyle, halkın anlayışıyla, zihniyetiyle, kalbiyle, tarihiyle, gelenekleriyle bire bir ilişki kuruyorum ve birlikte uçuyoruz. Böyle bir sorun yok.

 

Sorun; beni halkın karşısına çıkartmamak için engel, sansür, ambarga koyanlar. Bu hükümet geldiği gün  ben aslında ortaya konuşan bir insandım. Muhafazakar değerleri de çok önemseyen bir insanım. Fakat çalıştığım her yer cezalandırıldı. Önce Sky’a 400 milyon dolar ceza yazıldı. Tuncay Özkan’ın televizyonuna çağırdılar Sky’dan kovulunca. Oraya baskın yapıldı. Sonra ART’ye hem polis baskını yapıldı hem de dönme dolaplar çevrildi. Tam anlamıyla rayından çıkarıldı, vagonları iptal edildi.  Ekrandan sonra çalıştığım OdaTv’ye baskın yapıldı. Yedi sekiz arkadaşım alındı. İki kişi dışarıda. İkisi de kanser hastası olduğu için. Yani birileri benim halkla ilişki kurmamı istemiyor.

 

 

AYDIN DOĞAN VE DİNÇ BİLGİN YASAK KOYDU

 

 

-Bu kadar engele rağmen hala çok seviliyorsunuz. Söyleşiye başladığımızdan beri insanlar gelip konuşmak, sohbet etmek istiyor. Halkla ilişkileriniz çok iyi…

 

Ben aslında edebiyatımı da halkla ilişki üzerine kurdum. Yani nedir Nasrettin Hocadır, Karacaoğlandır, tarihimizdir, bu topraklardır, bu coğrafyadır.  Ben Erzurumluyla konuşmak istiyorum. Erzurumluyu bir kenara bırak, benim rahmetli annem ilkokul iki terk bir insan.  Benim edebiyat sorum “Ben annemle entellektüel olarak konuşabilir miyim?”di. Annemle Rusçayı, Sovyetleri, ABD’yi ya da çok girift bir ekonomi sorusunu tartışabilir miyim? Çünkü benim çok komplike felsefi ya da sosyyolojik, elit bir dilim var. Annemse daha basit ve sıradan anlar…  Ama iyi anlar. O dile nasıl tercüme etmeliyim? Metinlerimi bu yüzden o insanla konuşabilme üzerine yazdım. O insanla konuşabiliyorum. Böyle bir yetenek geliştirdim kendimde. Bu da benim mesleki sırrım. O insanla konuşabiliyorum ama beni konuşturtmuyorlar.

 

 

 

Aliağa Emek ve Barış Şenlikleri’nde sevenleriyle…

 

 

 

-Nasıl başladı bu engellemeler? Ne zaman başladı?

 

Aydın Doğan yasak koydu ve bu yasağa şu anda hepsi riayet ediyor. Dinç Bilgin yasak koydu. Şimdiki sağcı muhafazakar ya da yandaş dediğimiz basın…  Hepsi yasak koydu. Bunları bir kenara bırakın, yanımda yetişmiş, yanımda büyümüş ve bugün dergi gazete çıkaran insanlar dahi, kitabı bizden öğrenmiş insanlar dahi bize yasak ve ambargo koyuyorlar.

Benim bunlara kızgınlığım yok. Şunu söylemek istiyorum, ağaç var. Bu ağacı kesersin. Fakat ağacı keserken, baltayı ağaca vururken rüzgar geliyor ve o ağaçtan binlerce tozu başka yere serpiyor. Hangi tozun peşine düşeceksin de neyi yasaklayacaksın. Bu mümkün değil. Yani beni içeri atarak, tıkarak, yok sayarak, görmezden gelerek öldürmeyi seçmişler. Böyle bir ölüm biçimi, öldürme biçimi seçmişler. Bunun başarıya ulaşamayacağını düşünüyorum. Çünkü ben kelimelere inanıyorum.

Dikkat edin biz bugün kelimelerle yaşıyoruz. Kuran kelime, Kevrat kelime. Eski metinler, şarkılarımız, destanlar, fıkralarımız kelime. Bu kelimeler binlerce yıl kaynaşmış, elmas niteliğinde vecizeler, deyimler, atasözleri ve fıkralar oluşmuş. Bunu nasıl yok sayacaksın?

 

Ben başka bir iddiada daha bulunuyorum kendi kendime. Yani Türkiye’de, Anadolu topraklarından çıkıp Sibirya’ya yerleşsek topluca. Yani bir ekobüs gibi göç olsa. Fakat giderken yanımıza Hacıbektaş’ı, Yunus Emre’yi, Karacaoğlan’ı alsak. Orada aynı kültürü inşa edebiliriz. Çünkü Türküler bu, şarkılar bu, tatlar bu, yemekler bu…. Yaşayabiliriz. Yasaklarla, ambargolarla ancak kendilerini rezil ederler.

 

Pazartesi;

 

ORDU HAZIRLIKSIZ YAKALANDI

ERDOĞAN YASAL OLMAYAN BAŞKAN

TÜRKİYE KUZEY KORE OLDU

[email protected]

https://twitter.com/#!/denizbcakir