Neo-Osmanlıcılığın çöküşü!

Neo-Osmanlıcılığın çöküşü!
24 Eylül 2018 08:36

24 Haziran seçimlerinden sonra Türkiye’de, ülke içinde, Neo-Osmanlıcılık almış başını gidiyor.

 

 

Zeynep Gürcanlı / Sözcü

 
Yandaşlar, henüz “Sultan” diyemeseler de, “Başkan” hitabıyla Recep Tayyip Erdoğan’ı Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm diğer cumhurbaşkanlarından ayırmaya başladılar.
Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik zorluklara bakılmaksızın birbiri ardına yaptırılan saraylar, “Başkanlık” hangarına dizilen yeni uçaklar, hep bu hevesin somut göstergeleri.
Ancak içeride, “büyük gösteriş ve kibir hamleleriyle” oluşturulmaya çalışılan bu imaj, sınırların hemen dışında çökmekte… Hem de öyle böyle değil, çok hızlı bir çöküşte.
Nasıl mı?
Komşulara bakalım yeter…

 

 

*Mesela IRAK’ta:
Seçimler sonrasında ülkenin yeni yönetimi oluşmaya başladı. Irak’ta Saddam sonrasında oluşturulan yönetim yapısında Meclis Başkanı Sunni, Başbakan Şii, Cumhurbaşkanı ise Kürt kökenli isimlerden oluşuyordu. Nitekim yeni yönetimin de ilk belirlenen ismi, Meclis Başkanı Muhammet Halbusi, Sünni kökenden geliyor. Ancak bir önceki görevi olan Anbar Valiliği nedeniyle İran’a yakın isimler arasında anılıyor. (AKP’nin bir dönem belbağladığı, deyim yerindeyse tüm yumurtalarını onun sepetine koyduğu bir önceki Meclis Başkanı Nuceyfi ve ailesinin ise ismi Irak politikasında artık hemen hemen hiç geçmiyor.)

Irak’ta başbakan ise yine AKP’nin bir dönem adeta kanlı-bıçaklı olduğu Şii politikacı Maliki’nin içinde bulunduğu blok içinden çıkacak gibi. Yani İran’a bir puan daha, Türkiye ise yine “etkisiz eleman” konumunda.

Irak cumhurbaşkanlığı için ise iki Kürt politikacının adı öne çıkıyor: Talabani Ailesi’nin kontrolündeki KYB, Berham Salih’i cumhurbaşkanlığı için resmen aday gösterdi. Barzani ekibinin KPD’sinin ise Neçirvan Barzani’yi aday yapacağı söyleniyor. Eğer Berham Salih olursa, İran etkinliğini iyice artırır. Barzani seçilirse, bu Amerikan tarafına yazar. (Kim seçilirse seçilsin, MHP destekli AKP hükümetinin, Irak’ta cumhurbaşkanı düzeyinde de oyuna dahil olması yakın zamanda pek mümkün görünmüyor.)

 

 

*SURİYE’de işler daha da karışık:
AKP’nin düşman ilan ettiği, “yönetimden gidecek de gidecek” dediği Beşar Esad, Suriye’nin Türkiye sınırlarındaki bölgeler hariç, hemen hemen tümünde kontrolü sağladı.
Şimdi gözünü elbette Türkiye sınırındaki İdlib’e dikti. AKP hükümeti, bir son dakika manevrası ile İdlib’e yönelik Rus destekli Esad operasyonunu “şimdilik” erteledi. Ancak nereye kadar? (AKP’nin planının, Rusya nezdindeki son etkinlik kredisini de kullanarak operasyonu Mart 2019’da Türkiye’deki yerel seçimlere kadar ertelemek, İdlib batağının iç siyasete doğrudan etkisini engellemek olduğunu düşünmek mümkün.)
İdlib ya Soçi’de Erdoğan ve Putin ile varılan uzlaşma çerçevesinde -elbette yerel seçim sonrasında- bizzat AKP eliyle, bu tutmazsa Rus-Esad operasyonuyla “temizlenecek”. Ardından da gözler elbette Türkiye destekli Özgür Suriye ordusunun kontrolündeki Afrin ile Cerablus-Mare hattına gelecek.
Hem Esad yönetimi, hem de Türkiye açısından asıl sıkıntılı konu ise, Türkiye-Suriye sınırının doğuda kalan bölümü; Fırat’ın doğusunda halen, ABD’nin desteğiyle PKK bölücü terör örgütünün uzantısı PYD-YPG hüküm sürüyor.
ABD, şimdiye kadar PYD-YPG’ye verdiği askeri desteği, son Cenevre görüşmelerinde bir adım daha ileri götürüp, resmen siyasi desteğe de çevirmiş durumda. Amerikalıların Cenevre’de BM’ye sundukları Suriye’nin geleceğine ilişkin öneri paketinde, PYD-YPG’nin de “masaya” bir aktörmüşcesine oturması resmen dahil edilmiş durumda.
Son dönemde Erdoğan yönetiminin Suriye konusunda çok yakın çalıştığı Rusya’nın da bu öneriye hiç soğuk bakmadığı, Esad ile PYD-YPG arasındaki görüşmelere bizzat Rus yetkililerin aracılık etmesiyle ortaya konulmuş durumda. (Sahi bizzat Erdoğan’ın Putin’den kapatılmasını istediği Moskova’daki PYD ofisi ne oldu?)
Tüm bu unsurları alt alta toplayınca, “üç saatte Şam’da namaz” düsturuyla başlayan Suriye’deki Neo-Osmanlı hamlesinin de çöküşün eşiğinde olduğunu söylemek mümkün.

 

 

*İşin şimdilik Türkiye kamuoyunda pek tartışılmayan bir de AKDENİZ boyutu var elbette;
Rusya, Suriye iç savaşını kullanarak resmen Akdeniz’e indi.
İngilizlerin Kıbrıs Rum Kesimi’nde zaten askeri üsleri vardı; Türkiye “Neo-Osmanlıcılık” oynarken, Fransa Kıbrıslı Rumlarla üs anlaşmasını imzalayıverdi. Şimdi de ABD Kıbrıs adasında üs kurmanın peşine düştü.
Herkes Kıbrıs’a asker yerleştirilirken ise Türkiye’nin Ada’daki askerleri ile iyiden iyiye tartışma konusu haline geldi. AKP hükümeti, iktidara geldiği ilk günlerde “kazan-kazan” düsturuyla yola çıkıp, Kıbrıs görüşmelerine başlamıştı. son 16 yılda BM gözetiminde yapılan iki tur “Kıbrıs barış görüşmeleri” sonrasında gelinen nokta şu;
Daha önce Kıbrıs sorunu bir bütün olarak masada görüşülürdü. Toprak gibi, mal-mülk gibi, yönetim gibi kilit sorunlar tamamıyla çözülmeden, Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki garantörlüğü, Ada’daki askerleri konusunun hiç masaya gelmeyeceği tüm taraflarca kabul görmüş bir unsurdu. Ancak gelinen son noktada artık barış görüşmeleri, ne yönetimden, ne topraktan başlamayacak… Bizzat Yunan Dışişleri Bakanı’nın geçen hafta yaptığı açıklamaya bakarsak, bizzat Türkiye’nin Ada üzerindeki garantörlüğü masaya yatırılacak.
Yunan Bakan Nikos’un açıklaması aynen şöyle: “Müzakere masasında artık güvenlik ve garantiler konusu var. Bunu, BM Genel Sekreteri de İsviçre’deki müzakerelerde kabul etti. Dolayısıyla daha öncekine göre çok daha iyi pozisyondan başlayacağız…”
Yunan bakanın “iyi pozisyonunun”, Türkiye ve KKTC açısından “kötü pozisyon” olacağını söylemek herhalde yanlış olmaz.

 

 

Akdeniz’den bahsedince, elbette enerjiden de bahsetmek gerekir. Çıkılan Neo-Osmanlıcılık yolunda Türkiye, Akdeniz’deki enerji oyununda da etkinliğini giderek kaybetmekte. AKP hükümetinin “küstüğü” Mısır, AKP hükümetinin “kavga ettiği” İsrail’le yanyana gelip, Türkiye’nin tanımadığı Kıbrıslı Rumlarla boru hattı anlaşmasını imzalayıverdi.
AKP’nin pek sevdiği, “kardeşimiz” Katar Emiri de Rumlarla anlaşma imzalayan ülkeler kuyruğuna takılıverdi. Katar milli petrol şirketi, ABD ile birlikte sonbaharda Akdeniz’de petrol/doğalgaz aramaya başlayacak. (Sahi, Katar Emiri o uçağı bizi pek sevdiğinden hediye etmişti değil mi?)
Kısacası, içerideki kibre bakmayın; son 16 yıldır çıkılan “Neo-Osmanlıcılık” hayalleri dışarıda bir bir yıkılıyor. Ancak bu yıkım, sadece iktidardaki partinin hayallerinin yıkılması anlamına gelmiyor. Türkiye bir bütün olarak, gerek Ortadoğu’da, gerek Akdeniz’de olan etkinliğini de aşama aşama kaybediyor.

 

 

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/zeynep-gurcanli/neo-osmanliciligin-cokusu-2641859/

Fotoğraf: © REUTERS / Murad Sezer