Mücahitten Müteahhide,Mücadeleden Müzakereye

Mücahitten Müteahhide,Mücadeleden Müzakereye
26 Eylül 2011 11:48

Başbakan, Obama ile görüştükten sonra Suriye ile görüşmelerin resmen kesildiğini açıklamış. Erdoğan, Suriye’ye yaptırımlar konusunda, ABD ile müşterek çalışılacağını belirtiyor. İlk yaptırım:”Suriye’ye silah taşıyacak uçaklara hava sahasını kapatılması.” Türk hava sahasını kullanarak, Suriye’ye silah veren İran değil mi?.. Peki, İran’ın gönderdiği silahlar kimi tehdit ediyor? Pek tabii ki, İsrail’i… O zaman sen şu işe, biz yine İsrail’in işini gördük desene!.. O zaman bu savaş çığırtkanlığı ne?..


 


Erdoğan açıklamalarına, Beşşar Esat’ın halkına “demokratik davranmadığını” ve “Suriye ile sınırımızın 877 km olduğunu” da eklemiş. “İki kişiden biri” kafayı yemek üzere: Böyle gerekçeler ile,  komşu bir ülke ile ilişkiler kesilebilir mi?..


 


Bu konudaki  karar Türkiye adına alınmışsa, Erdoğan bunu neden Amerika’ya gitmeden önce  açıklamamış?..


 


***


 


Kim ne derse desin, kayıtsız ve koşulsuz olarak silah bırakmadan, terör örgütü ile “müzakerelere” başlanılmış olması, terör karşısında yenilgiyi kabul etmek anlamına gelir!.. Dolayısıyla, görüşme masasına terör örgütü 1-0 galip oturmuş olur. Devleti masaya oturtan, örgütün “terör” silahı olduğu için,  örgüt bu aşaman sonra hiçbir şekilde silahlarını teslim etmez!..


 


Örgütün karşılanamaz olan, abuk sabuk talepleri karşısında,  devlet masadan kalkarsa eğer, bu defa da örgüt onu masaya oturtmak için yeniden ve daha acımasız şekilde terör eylemlerine müracaat eder… Çünkü artık örgüt, en önemli ve etkili silahlının “şiddete başvurmak” olduğuna inanır! Bu şekilde devleti yeniden masaya getirirse, “terör yöntemi” testten de geçtiği için, örgüt bu silahından asla vazgeçmez!.. Vazgeçerse işinin biteceğini de bilir. Bu nedenle,  örgüt masaya oturttuğu devletten, sürekli tavizler ister ve devlet de istenenleri  vermek zorunda kalır. MİT ile PKK‘nın üzerinde anlaşmaya vardığı %95‘lik hususlar böyle saptanmış olsa gerekir. Aksi halde, Kumrular’daki eylemi, biraz daha korkutucu şekliyle başka yerlerde de yaparız tehditleri bitmez!..


 


Taviz vermek” bir yöntem olarak benimsenince, o zaman kurallar başka türlü işleyecek demektir. “Masum” olan isteklerle başlanıp, imkânsız olanlara doğru bir seyir izlenir. Nitekim ana dilde eğitim, Kürtçe şarkı söyleme, Kürtçe isim koyma gibi isteklere, kimse karşı gelememiştir. Bugüne kadar “açılım” adı altında yürütülen gelişmeler hep böyle olmuştur. Sonraki aşama, “demokratik özerklik”tir ki, o da seslendirilmiştir. Bir adım sonrası “özel savunma birlikleri” ve  ayrılık”tır. Onlara da kulaklarımız alıştırmaya başladılar. Hiç şüpheniz olmasın, hemen arkasından ay yıldızlı bayrağımızın yanında; sarı, kırmızı ve yeşil renkli bir bayrağın sallandırılması istenecek ve “bağımsızlık” ilanı  ile  bölünme gerçekleştirilecektir!..


 


***


 


Terörle “müzakereyi” bir yöntem olarak benimsemiş olan hükümetin, önünde iki seçenek var: Birincisi, masadan kalkıp iktidarı terk etmek ki, o imkânsızdır. Çünkü o halde yeni gelecek hükümet, geçmiş 10 yıllık dönemde yapılanların hesabını tek tek soracaktır. Onu da AKP’liler göze alamaz. Çünkü “vatana ihanet”i suç olmaktan çıkartmak onları kurtarmaz. Her biri hakkında, ülke toprakları üzerinde başka bir devlet lehine olacak şekilde toprak bütünlüğümüzü tehlikeye attıkları için (1) davalar açılabilecektir. Hem de kendi kurdukları özel görevli mahkemelerde.  Bunları göze almak yürek ister! O nedenle AKP, isteyerek iktidarı asla bırakamaz. Geriye kalıyor ikinci seçenek. O da Kürtlere istedikleri tavizleri vermektir! Azar azar verilecek olan bu tavizlerin toplamı: Sonunda Doğu ve Güneydoğu’da bağımsız bir devletin kurulmasına kadar dayanır. Bunun için alt yapı ve uluslararası kamuoyu hazırdır. Bir tek Türk kamuoyu hazırlanacaktır.  PKK ile yapılan gizli görüşmelerden anlaşıldığına göre,  bu hususta da bayağı yol alınmıştır…


 


Taraflar arasında geçen konuşmalar gerçekten ibret vericidir. Bu nedenle bu yazının ekinde onları da veriyorum.  Sadece dikkatimi çeken bazı cümleler ile sözcüklerin altlarını çizdim… Onlar üzerinde biraz düşünün lütfen!..


 


***


 


Hükümeti adına Erdoğan, PKK ile “mücadele” yerine “müzakereyi” seçmesini eleştirenlere ne diyordu: “İspatlayamazlarsa şerefsizdirler”.. Başbakan daha sonra bu görüşmelerin sızacağını tahmin ettiği için, “hükümet değil, devlet görüşüyor” dedi.. Hala da kendini bu sözlerle savunuyor…


 


Devlet görüşüyor” ne demektir?


 


Bu yazımızda biraz da bu hususu irdeleyelim.  Dilerseniz önce devletin tanımına bakalım. TDK sözlüğüne göre, Devlet: Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır…(2) Anayasamıza göre; Türkiye Cumhuriyeti devleti; yasama, yürütme ve yargı olmak üzere üç ayrı erk (güç)  şeklinde örgütlenmiştir…(3)


 


Hepimizin bildiği gibi, yürütmenin başında AKP vardır. Yargının başında ise, taşra hâkim ve savcılarına Adalet Bakanlığı listelerinden seçtirilmiş bürokratların yönetiminde bulunduğu HSYK bulunmaktadır. HSYK‘nın bağımsız ve tarafsız bir kurul olması için mücadele verilirken, “İki kişiden biri”, 12 Eylül Referandumu ile araya girerek, adaletin başındaki bu en önemli kurulu da hükümete bağlamıştır!.. Yasama organı, yine çoğunluğunu AKP milletvekillerinin oluşturduğu TBMM’sidir. Sağır sultan bile duymuştur ki, bu oranların  tümü AKP’nin kontrolünde ve emrine amadedir!..


 


***


 


Buna yalın gerçeğe rağmen, PKK ile “hükümet değil, devlet görüşüyor” demek  ne anlama gelmektedir?..


 


Uzak bir olasılık olarak denebilir ki, ordu veya  devletin içinde,  derin devlet” diye tabir edilen başka bir yapılanma vardır ve görüşmeleri o yapılanma yapıyordu!.. AKP iktidara gelmeden önce, böyle bir savunmaya bir ölçüde itibar edilebilirdi… Ancak, “kozmik odalara” girilen, görevdeki ordu komutanlarının tutuklandığı bu dönemde, öyle bir şey söylemek, inandırıcı olmaktan hayli uzaktır. Zaten AKP de bu dönemde, devlete tam olarak hâkim olduğunu söyleyerek övünmektedir. O halde “Biz görüşmüyoruz, devlet görüşüyor” sözleri, doğrudan halkı yanıltmaya yöneliktir…


 


***


 


Belli ki,  hükümet terör örgütü ile yapılan pazarlık ve görüşmelerin, olası olumsuz sonuçlarının farkındadır. Bu nedenle daha baştan kendine böyle bir savunma hazırlamaya çalışmaktadır… Ayrıca “terörü bitirme vaadi” ile halkın  oylarını aldığı için, bu pazarlıklar nedeniyle, halk desteğini kaybetmeyi de göze alamıyor!.. Belli ki, hükümet, faydacı yaklaşımlarla böyle bir yalana başvuruyor… “İki kişiden biri” ise, bu durumu daha yeni görmeye başlamış!..


 


Şimdi gelelim işin en can alıcı yanına. Hiç kuşku yok ki, devleti terör örgütü ile masaya oturtan AKP hükümetidir…


 


Peki, devleti masaya oturtmaktan ne gibi sonuçlar ortaya çıkar?


 


Her şeyden önce PKK’yı, devlete “muhatap” kabul ettirmişler.  Bu noktada durup, Gülten Kışanak’ın sözlerine kulak vermek gerekir. Kışanak ne demişti:”Devlet en sonunda muhatabını buldu.”…  Bu kadarı bile Kürtler için siyasi bir başarı sayılır!..


 


Bir devletin muhatabı ancak başka bir devlet olabilir.  Örgütler devletler ile muhatap olamazlar!.. Devletler Hukuku diye bir bilim dalı var ve orda öyle yazar! O halde AKP hükümeti, kendi itirafı ile söylersek; devleti PKK ile müzakere masasına oturtarak TANIMIŞTIR!.. Yani ona bir anlamda “devlet statüsü” kazandırmıştır!..


 


PKK’nın nihai isteği neydi?..


 


Bağımsız devlet kurmak!..


 


Ona bu yolda en büyük yardımı yapan ve ortamı hazırlayan kimdir?


 


Onu tanıyan ve müzakere başlayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti!..


 


Bu devleti kim yönetiyor, Saddam Hüseyin mi?…


 


İki kişiden biri” bu soruya cevap vermeyebilir!.. Onun da avukatını çağırma hakkı vardır!..


 


Dünyada terörle başı dertte olan tek ülke Türkiye değil ki. Diğer ülkelerin hiç birinde, elindeki silahı koşulsuz olarak bırakmadan, terör örgütü ile görüşmelere başlanmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin önünde yaşanmış bu önemli deneyler dururken, bir ilki yapmaya kalkışmak, kendi ayağına kurşun sıkmaktır. Devleti terör örgütü ile müzakere masasına oturtması başka ne anlama gelebilir?..


 


Acemilikten mi kaynaklanmıştır, yoksa Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir gereği mi  yerine getiriliyor, o da belli değil!.. Biliyorsunuz o projeye göre, ülkemizin Doğu’sunda “Büyük Ermenistan”, Güneydoğu’sunda  ise “Özgür Kürdistan” kurulması öngörülüyordu?..


 


Bu projenin eş başkanı olmakla övünen kimdi?


 


Beşşar Esat  değil her halde!..


 


İki kişiden biri”nin yerinde olsam bu soruya da cevap vermezdim!…


 


DİPNOTLAR:


 


(1)     TCK’nın 302 ve devamına bakmak için tıklayınız:


             http://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5237.html


(2)     Devlet:http://www.tdk.gov.tr/TR/Genel/SozBul.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF4376734BED947CDE&Kelime=devlet


(3)    Anayasa’ya bakmak için tıklayınız: http://www.tbmm.gov.tr/anayasa.htm


Yazarın Son Yazıları:
‘Bağımsızlık’ mı ‘hırsızlık’ mı?!..
Devletin ‘özel’i olmaz!..
‘Cesaret ödülü’nün bedeli!..