Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Cem Toker: Türkiye demokrasi, memokrasi filan değildir

Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Cem Toker: Türkiye demokrasi, memokrasi filan değildir
12 Ağustos 2016 17:46

Halkın Habercisi yazarı Ozan Şahbudak Liberal Demokrat Parti genel başkanı Cem Toker’i ziyaret etti.

 

 

 

 

Ozan Şahbudak H&H RÖPORTAJ

 

*Merhabalar Cem Bey. Öncelikle, Liberal Demokrat Parti genel başkanı olarak röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkürler. Liberal siyaset, Türkiye’nin pek alışık olmadığı bir siyasi akım. İsterseniz öncelikle sizden başlayalım. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Ve siyasete nasıl başlama kararı aldınız?

 

1996 yılında ABD’de yaşadığım dönemde, yaz tatili için Türkiye’ye gelmiştim. Bir akşam TV kanallarında dolaşırken, ateşli, aykırı fikirleri olan bir kişinin konuşmasına rastladım. Adam adeta aklımı okuyordu. Yeni kurulmuş Liberal Demokrat Parti’nin Genel Başkanı Besim Tibuk imiş. Çok ilgimi çekti. Ertesi gün parti binasını buldum. İçeri girdim. Yeni kurulan partilerde kaldırımdan geçeni yakalayıp üye yapmaya çalışıyorlar. Beni de üye yaptılar. Görev al dediler. Akşam toplantı var gel dediler vs. O gün siyaset virüsünü kaptım ve oltaya takıldım. ABD’deki yaşamı sonlandırıp, Türkiye’de siyasete girdim, giriş o giriş oldu. 2002 yılına kadar Besim Tibuk ile partide çeşitli kademelerde görev yaptım. Kasım 2002 seçimleri sonrası Besim bey siyaseti bırakırken bizlere “isterseniz kapayın, isterseniz açık tutun, yaşatın” dedi. Ben ve arkadaşlarım verilen 8 yıllık emeğin boşa gitmemesi için, ve Türkiye’de liberalizmi bir bütün halinde savunan başka bir parti bulunmadığı için Liberal Demokrat Parti’yi ayakta tutmaya karar verdik. 2005 yılında Genel Başkan seçildim. O tarihten beri de bu görevi yürütmeye çalışıyorum. Arizona Üniversitesi Ekonomi bölümü mezunuyum.

 

*Liberalizm, çıkışı itibariyle, bir tür burjuva ideolojisi. Aydınlanma sürecinden sonra çıkan, ve fert olgusunu merkeze alan bir düşün sistemi. Kısaca liberalizmden bahseder misinz?

 

Liberalizm bir özgürlük felsefesi. Herkesin tercih ettiği yaşam tarzını yaşamasını garanti eden ve bunu hukuk ve adalet ile garanti altına alan bir ideoloji. 5 temel ayağı var:

 

Herkes için, ama bilhassa azınlık, aykırı görüşler için hak ve özgürlüklerin garanti altına alınması. İnsanlığı aykırı fikirler, uçuk düşünceler geliştirmiştir. Bunları farklı düşünüyor diye susturmak insanlık suçudur. Dokunulmaması gereken temel hak ve özgürlüklerin içinde düşünce, düşünceyi ifade, düşünceyi yaymak için örgütlenme, basın özgürlüğü, milletin farklı fikirlerden haberdar olması için bilgiye erişim özgürlüğü, insanın canı yaşam hakkı, malı mülkiyet hakkı gibi hak ve özgürlükleri tavizsiz savunmak

 

Serbest Piyasa Ekonomisi. Herkesin yakaladığını kazıklamasının serbest olduğu piyasa değil, piyasaya girişin serbest olduğu, tam adil rekabete dayalı, korumacılığın, kayırmacılığın olmadığı, devletin özel sektör ile, THY, TRT, TCDD, TKI, Halk Ekmek gibi KİT ve BİT’lerle haksız rekabete girmediği bir sistem.

 

Sınırlı Devlet ilkesi, liberallerin devleti ele geçiren gücün bu gücünü kullanırken zamanla siyasal ve ekonomik özgürlüklerimize müdaheleye başlayacağını bildiğinden “devlet iç güvenlik, dış güvenlik, adalet, diplomasi alanlarında gereklidir ama çok sıkı denetlenmelidir” ilkesine dayanır. En iyi toplum, en az denetlenen toplumdur. Devletin elini ekonomiden, ticaretten çekmesini savunur. Fabrika işletmekten aciz devlet, eğitimi hiç işletemez. Ticaret tüccarın işidir, devlet ve memurunun değil. Öte yandan yapılan her yasa mutlaka ve mutlaka devleti büyütür. Devletin büyümesi demek, ama siyasi ama ekonomik özgürlük alanının mutlaka daralması demektir. Bu görüşümüzü en iyi özetleyen sloganımız “Ankara küçülmeden, Türkiye büyüyemez” dir.

 

Hukuk Devleti sayacağım 5 ilke içinde liberalizmin en önemli ilkesidir, taşıyıcı kolonudur. Tarafsız ve bağımsız siyasallaşmamış bir yargı, din, dil, ırk, cinsiyet, siyasi görüş farkı asla gözetmeksizin vatandaşın hak ve özgürlüklerini korumalıdır. Maaşımı devletten alıyorum diye vatandaşın hakkını koskoca devletten korumamazlık edemez. Korunması gereken bireydir. Hukuk ve adalet toplumsal barışın, kamu vicdanının temelidir. Liberalizmin temeli hukuk, hukukun temeli vicdan ve ahlaktır.

 

Liberalizmi diğer ideolojilerden ayıran en temel unusurlardan bir başkası da “bireycilik” ilkesidir. Şahsiyet olmaktır. Sürü psikolojisine karşı çıkmak, “ben bir bireyim, farklı düşünüyorum ve bunu beyan ediyorum” diyebilmektir. Ankara’nın bizlere ne yeriz, ne içeriz, ne giyeriz, hangi şarkıyı dinleriz, hangi dilde konuşuruz dayatma hakkı yoktur. Devletin beni benden korumasına gerek yoktur. Benim kafam var, kendim için en doğru yolu kendim bulur, hayatıma kendim yön veririm. Veremezsem kime danışacağımı ben bilirim. Devletin bürokratı memuru bilemez anlayışıdır. Liberalizm her bireyde bir başkasında bulunmayan üstün bir nitelik olduğuna inanan ve bunun özgürlüklerle ortaya çıkmasını sağlayan zihniyettir.

 

*Liberalizm, sıkça, serbest piyasa ile özleştirilir. Ve tabi özgür fertle. Ve Türkiye…. Türkiye, malum. -en son darbe tehdidini atlattık- gündemi yoğun bir ülke. Çok sevgili bir akademisyen hocam, Finlandiya’nın 200 yılda yaşayacağını, bir yılda yaşadık demişti geçenlerde. Belki biraz abartı ama. Türkiye’de, özgür fert olgusu olduğuna inanıyor musunuz?

 

Bu coğrafyanın kültürü, dini gerçekleri, toplumsal yapısı, komşudan, aileden, okuldan, eğitim sisteminden başlayarak özgür fert yetiştiremez. “Aman evladım konu komşu ne der” zihniyeti ile yetişmiş nesilden özgür fert bekleyemezsiniz. “Senden bana ne, benden sana ne” kültürü gelişmemiştir. Farklı düşünmek “aman çocuğum başımıza icat çıkartma” söylemi ile adeta yasaklanmıştır. Birey bu coğrafyada tek başına ayakta kalamayacağını bildiğinden birisi ile tanışır tanışmaz “memleket nire” diye sorar. O nedenledir ki, tarikatlar, mezhepler, cemaatler bu coğrafyada çok önemli rol oynarlar. Bunların siyasete olan etkilerini de yaşamaktayız.
Yıllar önce Kahire’de bir toplantıdayım. Liberalizmin ilkelerinin İslam dünyasında neden domuz eti muamelesi gördüğünü anlattım. Salondan inanılmaz olumsuz tepki aldım. Ama kahve molasında Arap gençler tek tek yanıma yaklaşıp fısıldayarak “Bay Toker, aslında ben de sizinle aynı fikirdeyim ama içeride uluorta söyleyemedim” dediler.

 

Coğrafyanın özeti budur. Ne bir icat vardır, ne bir innovasyon, ne de bir farklı görüş.

 

Liberalizm, sosyalizm, sosyal demokrasi yada başka bir ideoloji. Bunlar, burjuva toplumunun yarattığı ideolojiler. Ve Türkiye, bana sorarsanız ciddi anlamda bir burjuva devrimi yaşayamadı. Laikilk, ülkemizin ana çatışma konusu. Laikliğin ve özgür aklın olmadığı yerde, liberal tezler kök salabilir mi?

 

Demokrasinin ve liberalizmin temelleri farklıdır. Liberalizminkileri yukarıda saydım. Oysa demokrasinin temelleri şeffaflık, adil seçimler, temsil, yönetenden hesap sorabilme, hesap verme gibi ilkelerdir. Laiklik de demokratik bir olgudur. Demokratik sistemin olmazsa olmazıdır. Laiklik bir ülkeyi keyfi yönetimden çıkartır, akıl, sağduyu, düzen içinde yönetilmesini sağlar. George Bush sabahları Tanrı ile konuştığunu iddia eden bir başkandı. Bölgeyi ne hale getirdi, gördük. Öte yandan laiklik yıllarca ülkemizde insanlığa düşman bir anlayışla yorumlanmış, uygulanmıştır. Türbalılara okuma hakkı vermemiştir. Oysa belki türbanlı bir kızımız belki de çaresiz bir hastalığa dünya çapında tedavi bulacaktı. Başörtülü anneleri çocuklarının mezuniyet törenlerine sokmadı. Meslekten ihraçlar oldu. Oysa laiklik devlet dairesi ile ibadethane arasındaki mesafedir. Hem inancı devlet baskısından korur, hem devleti din baskısından.

 

*Türkiye, 80 darbesi sonrası uygulanabilen 24 Ocak Kararları ile serbest piyasa ekonomisine geçmeye karar verdi. Ve peki, sürekli dinciliğin pompalandığı bir ülkede, bugün yüzde 75 radikal sağ partilere oy veren seçmen sonucuna varmışken, biraz alaturka mı davrandık? Anap sürecini nasıl yorumluyorsunuz?

 

ANAP ilk döneminde çok olumlu zihinsel ve ekonomik devrimlere imza attı. Ancak ikinci döneminde devletçilik çarkına kendini kaptırdı, liberal değerlerden uzaklaştı. Yukarıda da ifade ettiğim gibi, liberalizmin temeli hukuk devletidir. ANAP, eline geçen “serbest piyasa ekonomisi” fırsatını “yandaşa peşkeş” ekonomisi yaparak heba etti. Hukukun olmadığı yerde uygulanan piyasa ekonomisine serbest piyasa denmez. Devlet gözetiminde yağmalama ekonomisi denir. Öte yandan siyasi açıdan, sağ siyasetin yukarıda saydığım nedenlerden toplumda güçlü yeri olan cemaat ve tarikatlara endeksli siyaset verilen tavizler ülkede siyaset ile dinin iç içe geçmesine neden oldu. Bunu sadece ANAP değil, hemen hemen bütün sağ partiler yaptı. Bu da bir ülke gerçeği. Liberallerin aldığı oyun komikliği kısmen bu din-siyaset çarkına girmeyi reddetmesi olabilir. ANAP 1980 sonrası Özal gibi çok sevilen bir liderle liberalleşme adına eline geçirdiği büyük bir fırsatı maalesef değerlendirememiştir.

 

*2. Cumhuriyet denen tezler de malumunuz. Keza 80 yıllık vesayet tarzı genellemeler de. Bu genellemeler ve liberal tezler ile geldiğimiz nokta da, bugün Güneydoğu’da PKK, devlette cemaat savaşları, tepede halife-sultan olmak isteyen bir Tek Adam, ve toplum hayatındaki en basit konuda bile hemşehricilik, cemaatçilik, adam bulalımcılık yada başka bir olay. Fert, asla, liyakatıyla, ve kanunlara, tüzüklere binaen toplum hayatında yer alamıyor. Bu konuda, Türk liberallerinin bir özeleştiri yapması gerekmez mi?
Türk liberalleri kimler buna bakmak lazım. Bu kişilerin ağzından “evet ben bir liberalim” cümlesi çıkmış mıdır? Bugün toplumda “liberal” olarak görünen aydınların büyük bir kısmı, isim vermeyelim, gençliğinde askerden veya polisten dayak yemiş eski mahcup ve romantik Marksistler veya laikliğin yanlış uygulamasına tepki vermiş sağcılardır. O yüzdendir ki, yukarıda saydığım 5 ilkenin tamamını bir bütün halinde hazmedememişlerdir. ” Evet özgürlük ama ne demek serbest piyasa ekonomisi”, “evet özgürlük ama ne demek bireysellik” gibi itirazları “liberal” olarak tanımlanan dostlarımızdan sıklıkla duymaktayız. Biz parti olarak “İkinci Cumhuriyet” diye bir kavramın arkasında durmadık. “Cumhuriyetin demokrasi ayağı eksiktir. Bunun düzeltilmesi gerekir” dedik. “Sınırlarımız içinde herkese sonsuz bireysel hak ve özgürlük” dedik ama “sınırlarımızdan taviz verilmemelidir” dedik. Eğer ülkede halinden memnun olmayan bir grup varsa, devletin görevi bunu özgürlük ve adalet ile tedavi etmek, her etnik gruptan, mezhepten insanı “Git desen gitmeyeceği şekilde” bu toprağa bağlamaktır.

 

Hemşehrilik, cemaatcilik, adam bulalımcılık yorumunuzu sanırım liberalizmin “şahsiyet olma” ilkesi çerçevesinde yukarıda değerlendirmiştim.

 

*Meşhur AB sürecimiz, ileri demokrasimiz. Çok öykündüğümüz Batı’da, liberal demokrasinin en temel konusu, çoğulculuk ve temsilde adalet değil midir? Sizi tenzih ederim ancak, tıkır tıkır, istikrar sürsün Türkiye büyüsün, vesayet, seçilmiş iktidara laf ediyorlar, bunlar demokrasi düşmanı tarzı liberal söylemler bu kadar güçlüyken en basit, en sembolik bir konu olan seçim barajı ve siyasal partiler yasası neden Türk liberallerinin gündeminde olmadı?

 

Türk liberallerinin bunu gündeme taşıyacak siyasi gücü hiç olmadı. Son haftalarda gözümüze sokulan “hakimiyet milletindir” afişlerine acı acı gülümsüyorum. Zulu Kabilesi seçimlerinde bile olmayan %10 seçim barajı olan ülkede hakimiyet milletin nasıl olur? AKP’nin iktidara geldiği 2002 seçimlerine bakınız. 32 milyon sandığa gitmiş. 11 milyon oy AKP, 6 milyon oy CHP almış. Etti 17 milyon. 15 milyon oy nereye gitmiş? Çöpe !

 

Düşününüz, baraj altında kalan partiler toplamda %47 oy almışlar, 15 milyon seçmen “bu benim partim” demiş ama tek bir milletvekili yok. AKP %32 oyla Meclisin %66’sını kontrol etmiş. Buna milli irade demişler. Milletvekilini Genel Başkanların belirlediği bir sistemde hangi hakimiyet acaba milletindir?

 

Türkiye demokrasi, memokrasi filan değildir. Dünyada yayınlanan tek Demokrasi Endeksinde Gana, Namibia, Senagal, Bengladeş gibi ülkelerin altında dünya 97’sincisidir. AKP iktidarı döneminde 70.’liklerden buraya düşmüştür ve düşmeye de devam edecektir. Bu şartlarda AB’nin Türkiye’yi AB’ye alması kendi, mevcut olmasa da, kuruluş değerlerinin inkarı olacaktır.

 

*12 Eylül 2010 referandumunda, pek çok ünlü liberalin aksine, parti olarak hayır oyu vermişsiniz. Ve bugün vah vah vah deniliyor. Liberalizmin ve ondan esinlenen liberal yada sosyal, batı demokrasilerinin temelinde yargı bağımsızlığı, yargıç teminatı yok mudur? Siz hayır derken, onlar niçin evet dedi?

 

Biz o referandumun bir tuzak olduğunu, esas hedefin AYM ve HSYK’nın yürütme erkince zaptedilmesi olduğunu gördük. Bu bizim açımızdan kabul edilemezdi. İktidar o zehirli iki maddeyi, herkese biraz hitap eden 24 şekerleme madde ile kapladı. Ve Evren döneminden çok çekmiş şimdi kendilerine “liberal” denen eski duygusal romantik sağ ve sol “aydınları” da tavlayarak referanduma kabul oyu çıkarttı. Daha sonra iktidarın hata dediği konu, yargı bağımsızlığı açısından değil, yargıyı kontrolü altına alamayıp, cemaate kaptırdığı gerekçesidir.

 

17-25 Aralıktan birkaç hafta sonra TBMM Başkanı Cemil Çiçek Ocak 2014’te “Anayasanın 138. Maddesi, yargı bağımsızlığını güvence altına alan madde ölmüştür” dedi. Bunu sokaktaki adam söylemedi. TBMM Başkanı dedi. Kimse de kendisine sormadı. “Kim öldürdü, bağımsız değilse şimdi kime bağlı, sen Meclis Başkanı olarak bu konuda ne yaptın?” diye.

 

Haşim Kılıç emeklilik konuşmasında “ülkenin en ücra köşesinde bile, vatandaş önüne çıkacağı yargıç ve savcının siyasi görüşünü bilmektedir, bu çok tehlikelidir” dedi.
Bu demeçler ülkede tuzun koktuğunun kanıtlarıdır.

 

*Rahmetli Ecevit’in AB sürecinde kazandırdığı “Nerden Buldun Yasası”nın kaldırılması hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Ülke kurak bir tarla, tarlaya su lazım ki, ağaçlar yeşersin, meyve versin, millet karnını doyursun Para, sermaye, birikim yok. Tarlada su neyse, ekonomide para odur. Kurak tarlaya birisi su getirdiği zaman açıkcası “ nereden buldun bu suyu” demek aklımıza gelecek en son sorudur.

 

Uyuşturucu, insan ve silah kaçakçılığından illegal yollardan kazanılmış para ile mücadele ayrı şeydir, kayıt dışı ile mücadele ayrı şeydir. Nereden buldun yasası bu ikisine de aynı gözle bakan yanlış bir yasaydı.

 

*Teoride, bir demokrasinin sağlam işlemesi için, güçlü bir orta sınıf gereklidir diyor siyaset bilimciler. Türk orta-sınıflarını nasıl buluyorsunuz? Ve Türkiye’de gerçek anlamda bir girişimci, ora sınıf, özgün burjuva olduğunu düşünüyor musunuz?

 

Orta sınıf, zenginden alınıp, fakire vererek oluşturulamaz. Millet kazandığı parayı başkaları ile paylaşmayı bir noktaya kadar kabul eder, sonra “ben enayi miyim” demeye başlar.

 

Biz liberallerce adil gelir dağılımı ile orta sınıf yaratılması piyasa ekonomisi ile doğal gerçekleşir. Bunun yolu emeğe talebin artmasıdır. Yatırım olacak ki, iş yeri açılsın, iş yeri açılacak ki insana talep olsun, talep olacak ki emeğin değeri artsın. İşverenin kapısında binlerce kişi “ne iş olsa yaparım, ne verirsen ver abi” diyorsa o ülkede ücretler artmaz. Ama işveren çalıştıracak adam bulamadığında 1 veriyorsa 5 verir, 5 veriyorsa 10 verir. Türkiye bürokrasisi, mevzuatı, vergi sistemi, zihniyeti ile yatırımcı düşmanı bir ülkedir. Bunun değişmesi gerekir. Devlet irili ufaklı her yatırımcının önünde el pençe divan durmalıdır.

 

*Yenikapı mitinginde, sahnede bir genelkurmay başkanı gördük. Askeri vesayetten kurtulmadık mı? Teorik bir demokraside, komutanın kürsüde olması ne kadar doğal?

 

Demokrasi adına 5 milyon olduğu iddia edilen bir kalabalığın toplandığı ülke nasıl oluyor da Dünya Demokrasi Endeksinde 97. Sırada oluyor? Darbelere karşı partiler üstü bir duruş sergilenmesi açısından Yenikapı olumlu bir gösteriydi. Ancak birilerinin de topluma anlatması gerekiyor, sadece darbe karşıtlığı ile demokrat olunmaz, demokrasiye sahip çıkılmaz. Genelkurmay Başkanı dahil, Kılıçdaroğlu, Bahçeli ve Cüppeli Ahmet Hoca’nın orada bulunmaları konusunda bir yorum yapmak istemiyorum. Genelkurmay Başkanı herhalde Başkomutan öyle istediği için kürsüden bir konuşma yaptı diye düşünüyorum.

 

*Liberalizm-kapitalizm-faşizm geçirgenliği vardır ve dikkat etmeli diyenler de var. Örnek olarak başta Nazi Almanyası olmak üzere, totaliter rejimlerin yükselişini gösterirler. Türkiye sizce böyle bir yola girdi mi?

 

Türkiye’ye liberalizm, kapitalizm hiç uğramadığı, kapısının önünden geçmediği halde o yola girmiştir. Parlamenter sistemin yanlış uygulanması, demokrasi kültürünün yerleşmemesi, erklerin tek bir elde toplanmasına göz yumulması ülkeyi bu yola sokmuştur.

 

*Türk siyasi literatürüne girmiş bir tabir olan “liboş” hakkında ne düşünüyorsunuz 

 

Eskiden bu söze kızardım ama son 14 senede öğrendim ne demek olduğunu. Maddi çıkar, statü için kendisine liberal deyip de, aynı zamanda Cumhuriyet döneminin en totaliter ve otoriter sivil yönetiminde payanda olanlara şimdi ben de “liboş” diyorum. Adam yıllarca liberalizmim bireycilik, şahsiyet olma ilkesini savunmuş, anlatmış. Kemalizm tek tip insan yetiştirmeye çalıştı diye eskiyi yerden yere vurmuş, hakaret etmiş, şimdi “anaokulundan itibaren belli bir yaşam tarzı öğreteceğiz” diyen adama gıkını çıkartamayıp, payanda olan ilkesizlere “liboş” kavramı fazlasıyla yakışıyor.

 

*Muhalefeti nasıl buluyorsunuz?

 

Muhalefet demokrasilerde olur. Türkiye gün geçtikçe hak ve özgürlüklerde, yargı tarafsızlığı ve bağımsızlığında, demokrasi de baş aşağı gittikçe elbette muhalefet de zayıf görünecektir. 20 TV kanalının 19’unu iktidar sahipleşmiş veya sindirmiş ise, millet hangi muhalefetin sesini duyacak da destekleyecek. “Alo Fatih” benim hala kulaklarımda çınlamaktadır. Onbinde 6 almış bir parti başkanı olarak yüzüme söylendi. “Kusura bakmayın Cem bey yasaklı listemizdesiniz, çıkaramayız” diye. “Mayın tarlasında yürüyoruz” dediler.

 

MHP’ye ne kadar muhalefet denir bilmiyorum ama öte yandan CHP’nin çok daha güçlü muhalefet yapabilmesi mümkündür. Referandumdaki yetersizliği, Cumhurbaşkanlığı seçimindeki gafleti, 7 Haziran sonrası tuzağa düşmesi affedilemeyecek, tarihi hatalardır. 7 Haziran sonrası Erdoğan’dan 45 gün oyala” direktifi alan Davutoğlu ile 30 küsur gün koalisyon görüşmesi yapıp, sonra çıkıp “bize koalisyon teklif edilmedi” demesi Kılıçdaroğlu adına tam bir fiyaskodur. Yerel seçimde Ankara’da oylara sahip çıkamayarak, kazandıkları seçimi nasıl kaybettiklerini oradakiler anlatsınlar size.

 

*Dünya da sarsılıyor. Türkiye’yi de Dünya’dan ayrı düşünemeyiz. Siyasi popülizm en nihayetinde ABD’de Trump’ı yarattı. Keza Brexit, Le Pen, Altın Şafak yada başka oluşumlar. Batı’nın şu anki hali hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Batı, Ortadoğu’da kendi yarattıkları kargaşa ortamının kontrolden çıkması sonucu oluşan tablonun faturasını ödüyor. Ödemeye de devam edecek gibi görünüyor. Büyük Ortadoğu Projesi Büyük Ortadoğu Hurması haline dönüşmüştür. Avrupa ve ABD sindirmekte zorluk çekiyor. Ve korkarım durum düzelmeden önce çok daha ciddileşecek, alışık oldukları özgür, güvenli yaşam standardı riske girecektir.

 

*Cem Bey, size yordum farkındayım  Son soru olarak, Türkiye’nin ve Türkiye’de liberal düşüncenin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Bu nesilden umudum yok. Liberal değerlerin domuz eti muamelesi gibi algılandığı bu coğrafyada sadece yeni genç nesle hitap edip, “arkadaş bu muhafazakarlık ile sosyal demokrasinin arasında bir de liberalizm diye bir olgu var” özü budur, beğeniyorsanız buyurun sahip çıkın, siyasette bir yere taşımaya başlayalım diye 20+ yılımı verdim. Zira Suriyeli mültecinin bile son durak olarak hedeflediği ülkelerde özgürlük ve adalet gibi liberal ilkeler kabul görmüş, uygulamaya geçmiş ülkeler. 20 yıllık siyaset hayatım boyunca en sık duyduğum söz “partiniz ve politikaları bu ülke için birkaç gömlek büyük, belik 50-100 sene sonra kabul görür” oldu. Bu bizi yıldırmadı. Millete duymak istediğini değil, duymasını gerekeni söyledik. Karşılığında seçimlerde nal topladık ama olsun, canları sağolsun…

 

 

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Yenikapı tiyatrosu ve düşündürdükleri
Laikçi teyze
Atatürk sonrası CHP’nin başarısızlığı nedenleri ve sonuçları