Laikçi teyze

Laikçi teyze
28 Haziran 2016 09:11

Türkiye enteresan ülke. Herşeyin bu kadar hızlı değiştiği bir ülkede, herşeyin bu kadar iç dış olduğu bir ülkede, sakin ve akılcı yorum yapmak bazen zorlaşıyor.Ve tabi dönem kelimeleri. Türkiye, sembollerle yaşayan bir ülke. Bu ülkede, belirli dönemlerde, olumlu yada olumsuz anlamda kullanılan, çeşitli dönem kelimeleri vardır. Tabu olarak kullanılan bu dönem kelimelerini, durduk yere, ortaya attınız mıydı, herşey biter. Üstüne laf söylenemez. Bu kelimelerin; o an, o konu ile bağı olup olmaması hiç önemli değildir. O an, o çok işe yarayan, tabu, asla hakkında konuşulamaz kelimeyi piyasaya sürerseniz, 1-0 öne geçersiniz.

 

 

 

 

Ozan Şahbudak H&H YORUM

 

Ülke tarihinde, çeşitli zamanlarda, çeşitli dönem kelimeleri oldu. Gomonist, ulusalcı, darbeci, atayiz, demohraaasi, laikçi teyze gibi… 1950’lerden, 1990’lara kadar ki süreçte, o anki konuyla alakalı alakasız, birine gomonist derseniz, iş biterdi. Konu, meşhur 141. ve 142. maddeler ile suçlamaya kadar varabilirdi. Ve o kişinin, Marksist-Leninist olması gibi ölçülere hiç gerek yoktu. Gomonist dediniz mi, o iş biter, o kişiyi artık, savunma durumuna geçirmiş olurdunuz. Varsın ayıklasın pirincin taşını.

 

Günümüz Türkiyesi’nin bu ünlü dönem kelimelerinden biri de laikçi teyze. AKP ikidarının en güçlü döneminde, tıkır tıkır reklamlarının olduğu, liberallerin en gözde olduğu süreçte, birileri böylesi bir kavram yarattı ve sanki farazi bir baskı mekanizması gibi sundu. Türkiye’de, sanki laikçi teyze diye bir elit baskı mekanizması var, ve terör estiriyor… Peki hakikaten öyle miydi?

 

Hayır. Türkiye, geç modernleşme yaşayan bir ülkedir. Ve, Batı toplumundan farklı dinamiklerle, modernleşmesini tamamlamaya çalışan, Rönesans, Reform, Aydınlanma Çağı yaşamamış, bir şeyleri içselleştirememiş ve geri kalmış bir ülke. Böylesi bir ülkede, bir yandan dış düşmana karşı bağımsızlık mücadelesi verilirken, bir yandan da, Yeryüzü Halifesi, Müminlerin Emiri Sultan ile işgal İstanbulu’nun imtiyazlı ve tanzimat batıcısı kafalarının, dinci-liberal ortaklığına karşı mücadele verildi. İmtiyazsız-sınıfsız kaynaşmış bir kitle diyen genç cumhuriyet, bir yandan, harap yurdu imar ve kalkınma hamlesiyle yeniden kurmaya çalışıyor, bir yandan da aydınlanma için, eğitim seferberliği yapıyordu. Ve tabi, yerli yabancı tüm itiyazlar kaldırılıyor, yurttaşlık kültürünün ayağı olarak, herkes, kanun önünde eşit noktaya getirilmeye çalışılıyordu. Ve okur yazarlığın sadece yüzde 5 olduğu ülkede, nihayet, aklı hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştiriliyordu. Köy Enstitüsü hamlesi ile bu süreç daha da hızlandı.

 

1950 Seçimleri’nin bir kırılma olduğu ülkede, imtiyazsız-sınıfsız kaynaşmış kitle ve eğitim seferberliği düşüncesi bir adım geriye atıldı. Marshall Yardımları başta, Türkiye tekrardan, kapütülasyon sürecine entegre edilmek istendi. Yabancı kartellere kapılar açıldı. Ve bu süreçten sonra, Türkiye çarpık bir kapitalistleşme sürecine girdi. Ve gelir dağılımı adaletsizliği oluşmaya başladı.

 

1960 İhtilali’nde, bitik ve çarpık ekonominin de payı vardır. 1960 İhtilali ile 1980 arası Türkiye’de 61 Anayasası’nın yarattığı özgür ortamda, çokça farklı fikir –başta sosyalizm- güçlenip, taraftar bulabildi. Elbisenin –anayasa- bol geldiğinin söylendiği ülkede, demokratik kültür yeterince oturmadığı için, maalesef 12 Eylül sürecine gelindi. 24 Ocak Kararları, Özalizasyon, akabinde Berlin Duvarı’nın çökmesi, Demir Perde’nin aralanması, pek çok Türk entelinde –pek çoğu, özgün ve yaratıcı değil, takipçi, çoğu 3. sınıf ülke aydını gibi- tarihin sonunun geldiği gibi yorumlandı. Bu süreçte, en radikal fikirlerden, karşıt kamptan en radikal fikirlere savrulan nice siyasi dönek oluştu. Ve bu insanların önemli bir kısmı, üst-orta sınıf ailelerden gelen, Nişantaşı’ndan çıkmamış, pratikte bir şey üretmemiş, , dünyaya yabancı basının taklidi şeklinde bakan, taşrada yada metropolde, halk içre olmayan insanlardı. Ve tabii entelektüel kapasiteleri, Dünya ve ülke hayatını yorumlayacak ve senteze, yaratıcılığa varacak seviyede değil, ancak takip edebilecek kapasitedeydi. Yeni dönemin, Tanzimat batıcısıydılar. Ve Duvar zaten çökerken, -batı yanılamazdı- işgal İstanbulu’ndandaki imtiyazlı liberal kesimin tavırlarına –belki de özleri öyleydi, moda diye ilerici, toplumcu, solcu rolü yaptılar- öykündüler.

 

Ve bu insanların, “Laikçi Teyze” dedikleri, bu kesimlerin dışında, genelde cumhuriyetin açtığı okullarda yetişmiş, yeterince imtiyaz sahibi olmamış, orta halli memuriyetlerden öteye pek gidememiş, o yüzden Cihangir yada Nişantaşı’na yerleşememiş, genelde toplum içre olmuş ve liberalleşmiş, dönekleşmiş kesimlerin aksine, dönekleşmemeye inat etmiş insanlardır. Ve bu insanlar genelde, çocuklarını genelde Robert’e göndermeye şansları olmasa da, yaratılan ekonomik ve sosyal politikaların, gün gelince, büyük bir zorluk olacağını görmüş, aydınlanarak toplumdan bir derece sıyrılmış, ancak ekonomikmen ve duygusal bağlılık olarak toplum içinde yaşayan, alt-orta sınıf küçük burjuvalardır. Sırça köşkünde değil, toplum hayatı içinde yer aldıkları için, lokal pislikleri –mesela Ensar- çok eski zamanlardan beri gören insanlar olarak, bu kesimlere karşı, daha eski zamanlardan gelen bir öfkeleri vardır. Ayrıca, Türkiye’nin gelişmişlik seviyesi düşünülünce, büyük şehirlerde yaşasalar da, ömürleri sadece Nişantaşı’nda geçmediği için taşra görmüşler yada taşradaki akrabaları ile bağları kopmamıştır. Bir yandan toplumcu hissiyatları, bir yandan teorik olarak Dünya ve pratik olarak hayat bilmeleri, jakoben görüşlerinin artmasını ve karma-devletçi ekonomi taraftarı olmalarını, aydınlığı savunmaları, seküler değil, daha sert laik olmalarını getirmiştir. Ve ittifak henüz bozulmamışken, yerimize göz dikenler noktasında liberal üst sınıfları rahatsız etmişler ve psikolojik savaşa maruz bırakılmışlardır.

 

Ancak, liberallerin tartamayacağı çok ciddi pratikler vardı. Siyasal İslamcılık hiçbir zaman ılımlı yada demokrat olmayacaktı, ve günü gelince, alık liberalleri de, kullanıp atacaktı. Ayrıca Dünya konjonktürü de, noliberal ve postmodern politikaların insanları çatlattığını gösteriyordu. Kimlik siyasetinin Dünyamızı ne kadar yorduğunu görüyoruz. Ve bu süreçte yaratılan ve elden kaçırılan AKP düzeni yalnız Sivas Madımak Yangını’nda akrabalarını kaybeden ve laikçi teyze diye dalga geçilen kesimleri değil, nihayet Nişantaşı’nı da yok etme noktasına gelmişti. Daha dün, cansiperane Yetmez Ama Evet diyen kesimler, seküler yaşamın yetmediğine, laicite’nin zorunluluk olduğuna kanaat getirmeye başladılar. Ve ayrıca, yurtdışına gidilse, TC uyruğunun kendilerini takip ettiğini, toplum hayatının bir bütün olduğunu, vahşi piyasa düzeninde, kendi haline bırakılmış, bu yüzden ya kömür yardımı, ya cemaat yurtları yada envai çeşit pisliğe bulaşmış, yurttaşlıktan çıkmış yığınların –başta Bağdat Caddesi’ndeki olay- kendilerini bulduğunu, toplum hayatından kaçamayacaklarını, sırça köşk ve imtiyaz diye bir olayın olmayacağını çok acı deneylerle gördüler. Ve Trump’ı yaratan Amerika başta Dünyamız da maalesef acı deneyimlere gebe.

 

Bu noktadan sonra artık, insanları laikçi teyze yeeaaa diye hayattan kopuk ve asalakça bir şımarıklıkla yargılamak yerine, -Hayat Nişantaşı’ndan ibaret değil- laikliği ve sosyal devleti tartıştırmadan, yeni bir toplum sözleşmesi ve entegrasyon yaratmalıyız. Fert, yaşadığı toplum içre var olur yada yok olur. Toplum denen olgu, eninde sonunda kişiyi yontar. O yüzden, düzgün bir hayat için, düzgün ve ortak bir toplum hayatı yaratmalıyız. Ve laikçi teyzelerden özür dilemek, ilk etapta güzel bir adım olur ;)

 

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Yenikapı tiyatrosu ve düşündürdükleri
Laikçi teyze
Atatürk sonrası CHP’nin başarısızlığı nedenleri ve sonuçları