Kuzusuna, kurduna…

Kuzusuna, kurduna…
3 Ocak 2013 22:56

Havasına suyuna taşına toprağına içimiz yanarak baktık şimdi bir de kuzusuna, kurduna, kuşuna, böceğine, bitki örtüsüne ve dört bostan veren çekirdeğine bakalım.


Mustafa MERSİNOĞLU H&H YORUM

Çiftçi-Sen Genel Başkanı Abdullah Aysu ve Genel Sekreteri Ali Bülent Erdem tarafından yapılan basın açıklamasının metni şöyle:

“Hayvancılıkta işler sarpa sarmış durumda 1980’de Türkiye’nin nüfusu 40 milyon iken 84 milyon 300 adet hayvanımız vardı. Bugün ise nüfusumuz 75 milyonu aşmasına rağmen, hayvan sayımız artacağına 37 milyona geriledi. 1980’deki 84 milyon 300 bin hayvanın saman ihtiyacını karşılayabiliyorken, 2012 yılında 37 milyon hayvanımız için saman ithal etme kararı alıyoruz. Kurban Bayramında kurbanlık hayvan ithal etmek zorunda kaldığımız yetmiyormuş gibi şimdi de hayvanlarımız için saman ithal etme kararı alıyoruz. Belki günü kurtarıyoruz ama hayvancılıkla ilgili sorunlarımız orta yerde duruyor.
Hayvancılıkla ilgili sorunlarımız çok konuşuldu; eleştiri ve öneriler yapıldı. hükümetlerin kulakları ise hep tıkalıydı, vurdum duymazlardı. Sorunları çözmek için hiçbir adım atmadılar, yanlıştan geri dönmediler. Tam aksine yanlışlarını ısrarlı ve istikrarlı biçimde sürdürdüler.
Günü kurtaran çalışmalar, hayvancılıkla ilgili sorunları geçiştirme, kökten çözümlere girişmemek; hayvancılığımızı çıkmaz bir sokağa sokuyor.
Her şey piyasanın insafına bırakılamaz
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, saman ithaliyle ilgili olarak, “samanı bakanlık olarak biz ithal etmeyeceğiz, saman ithalini şirketlere yaptıracağız” diyor.  Şirketler, ithal ettiği/edeceği samanı, kamu hizmeti addederek hayvan yetiştiricilerine kârsız mı dağıtacak? İthal ettiği samanın üzerine şirket tarafından konulacak olan kâr, yetiştirici maliyetlerini arttırmayacak mı? Tüketici hayvansal ürünleri daha pahalıya almak zorunda kalmayacak mı?
Geçmişte hayvancılıkta et piyasasını düzenlemek, (regüle etme) amaçlı kurulan, şu an, et piyasasında çok az oranda etkili olan Et ve Balık Kurumu’nda (EBK) basının deyimiyle “et rezaleti” yaşanıyor. Et Balık Kurumu’nun merkez ve taşrada görevli bazı yöneticileri dahil 15 kişi hakkında, “şaplı, veremli ve ölü hayvanların etlerini piyasaya sürmek” suçlamasıyla dava açıldı.
Yaşanan bu “et rezaletinin” üzerine herkes bulunduğu yerden çıkarına olacak sözleri söylüyor, “çekiştiriyor”… EBK, yanlışlarından arındırılsın, kamuya karşı görevini layıkıyla yapsın. EBK’nu doğru çalıştıralım, çalışmasını sağlayalım demek yerine:  “Et Balık Kurumu’nun durumunun ve imtiyazlarının gözden geçirilmesi kaçınılmaz”, “devletin kasaplığı bu kadar olur”, “Allah aşkına zaten devletin kasaplıkta ne işi var” yaklaşımı gösteriliyor.
 
Oysa, bu yaklaşımlar, bizi bugünkü çıkmaz sokağa taşıyan politikaların uygulanmasına neden oldu. Her şeyi piyasanın ‘sihirli değneğine’ bıraktılar. “Yanlışın üzerine yanlışla gidiliyor”.  EBK’na “et rezaletini” yaşatan, kurumu kuşatan şirketlerin marifeti. EBK’unu bu hale düşürenlerin şirketler olduğu söylentisi ayyuka çıkmışken “devletin kasaplığı bu kadar olur” demek ne kadar sahici/samimi bir yaklaşım.
Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu olarak;
- EBK’nun üretici ve tüketici lehine piyasa düzenlemesi yapması gerektiğine,
- Bizzat yetiştirici ve üreticileri üretimden pazarlamaya zincirin tüm halkalarına egemen kılacak, oluşmasına destek olacak politikaların uygulamaya konulmasına,
- Devletin, sadece kesesinin ve kasasının şişmesini düşünen, toplumsal sorumluluk kaygısı taşımayan şirketleri palazlandıracak politikaların terk edilmesine,
- Meraların ıslah edilmesi, özgür köy (mera) hayvancılığını geliştirecek ve uygulayacak politikaların merkezi devlet politikası haline getirilmesine,
− Hayvan yetiştiriciliğiyle bitkisel üretimin bir arada yapılacağı, çıktılarının karşılıklı kullanabileceği küçük aile çiftçiliğinin, devlet politikası olarak uygulanması gerektiğine, tarımda girilen çıkmaz sokağı ancak bu yolla aşabileceğine inanıyoruz.”
 
Anadolu Coğrafyası direyi (faunası) iklimi yüzünden yalnızca Akdeniz türleri değil, Orta ve Doğu Avrupa, Orta Doğu, Kafkaslar ve Arap Yarımadası’na ait 160 memeli, 466 kuş, 120 sürüngen, 22 kurbağa, 127 tatlısu balığı, 384 deniz balığı olmak üzere toplam 1279 civarında omurgalı hayvan barındırır ancak bazıları tamamen tükenmek üzeredir, bazıları da tehlike altında bulunmaktadır.
 
Kuzularımız azaldığı gibi Anadolu coğrafyasında yedi bin kadar kurt kaldı. Bazı yörelerde nesilleri tükendi. 2003 yılına kadar avlanma yasağı yoktu. Henüz kanunen korunmuyorlar ancak şimdi av hayvanı olarak ancak izinle av mevsiminde belli sayılarda avlanabiliyor.  
 

Anadolu Medeniyetleri Müzesi

Anadolu Coğrafyasının en önemli hayvanlarından biri de Alageyiklerdir ve üstüne destan’da vardır. Bu destanı Yaşar Kemal Üç Anadolu Destanı içine almış yazıya geçirmiştir. Bu destan kahramanı geyik avcısı Halil’nin sevdiğine kavuşması ve geyik avı müptelalığını anlatır. Aşağıdaki şiir Halil’in Zeynep’e söylediği ağıttır.
 
Bende gittim bir geyiğin avına
Geyik çekti beni kendi dağına
Tövbeler tövbesi geyik avına
Siz gidin kardaşlar kaldım kayada
 
Ben giderken kayabaşı kar idi
Yel vurduda iklim iklim eridi
Ak bilekler taş üstünde çürüdü
Siz gidin kardaşlar kaldım kayada
 
Urganım kayada asılı kaldı
Elbise sandıkta deşili kaldı
Gerdekte nişanlım küsülü kaldı
Siz gidin kardaşlar kaldım kayada
 
Kayanın dibinde çadır kursunlar
Çifte davul çifte zurna vursunlar
Kayada kaldığım yare desinler
Siz gidin kardaşlar kaldım kayada
 
Ben bu destanı Anadolu insanının sağ duyusuna alageyiklerin amansızca avalanmalarına karşı bir çıkış olarak yorumluyorum. Halk bu destanı çok sever, bu yüzden  Yılmaz Güney  ve Cüneyt Arkın birer Alageyik filminde oynamışlardır.


   
Dünyada yabani alageyiklerin en saf olarak bulunduğu tek yer Türkiye’de Antalya’daki Termessos Milli Parkı ve Düzlerçamı Yaban Hayatı Geliştirme Sahasıdır. Ayrıca Mersin ve çok az da Bolu Dağlarında yaşarlar. Bir alt türü’de Hakkari’de vardır. Anadolu Coğrafyasında yedi baş kalan alageyikler korumaya alınıp 2010 yılında 300-400 başa ulaşmıştır. Buradan geçen yüzyıl yaşadıkları Dilek Yarımadası Milli Parkına bir kısmı aktarılmıştır.

İngiltere’de tanıdığım bir arkeolog Anadolu Alageyiği üzerine Nottingham Üniversitesinde üç yıl £644,856 fonlu bir araştırma projesi yönecek. Bu proje uluslararası tanınmış müzelerde sergiler düzenleyip bir de Alageyikler üzerine belgesel çekecek. Bu projeyi buradan takip edebilirsiniz. https://twitter.com/DeerProject
 
 
 

Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Zooloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erkut Kıvanç Türkiye’de önemli bir yaşam alanı tahribi hâlâ devam etmekte ve birçok hayvanın neslinin tehlike altında olduğuna dikkati çekmektedir:

“Bilinçli bir koruma olmazsa, doğal hayat bir gün bitecek. Sivrisineğin bile korunmaya ihtiyacı var. Ama yasaklar dinlenmiyor. Bu gidişle doğa diye bir şey kalmayacak”

Onsekizmart Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nden Doç Dr. Ali İşmen de denizlerde kirliliğin her geçen gün türleri tehdit ettiğini, Karadeniz ve Marmara’dan sonra, son zamanlarda Akdeniz’de de kirliliğin arttığına dikkati çekiyor.
Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Zooloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Sıkı ise bu konu hakkında şunları söylemistir:

“Bütün canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri için kesinlikle insana ihtiyacı bulunmaz, ama insanın yaşamını sürdürebilmesi için en küçük hücreliden yırtıcılara kadar bu canlılara ihtiyacı var. Eğer yaşam ortamı tahribatı, plansız nüfus artışı, yapılaşma, ormanların yakılması, sulak alan tahribi sürerse, birçok tür tükenme tehlikesine girer. Bir türün, dünya üzerinde ya da lokal olarak bulunduğu bölgede yok olmasının kötü sonuçlarını kimse kestiremez. Bu, yakın zamanda da ortaya çıkmaz. Örneğin bizi rahatsız eden karasinek birden ortadan kalksa, her tarafı hayvan leşleri götürür. Ya da baykuşların yok olduğunu düşünelim; o zaman tarla fareleri üzerindeki baskı kalkar.”
 
Son yıllarda gördüğümüz kenelerden geçen hastalıklarla ölümlerde doğanın dengesinin bozulmasından kaynaklanıyor.
 
Türkülerde Turna  adlı değerli yazısında Dr. Gıyasettin AYTAŞ türü tükenmek üzere olan bu kuşun halkımız üzerinde ki etkisini incelemiş, bir çok örnek türkü sunmuş. Özetle şöyle demiş:

‘Turna, Türk kültüründe, dolayısıyla türkülerde yer alan önemli bir imge olarak karşımıza çıkmaktadır. Onun kutsallığının yanında, duygu aktarımında araç olarak kullanımı da türkülerde çok sıkça karşımıza çıkmaktadır.

Bu çalışmada, turnaların türkülerde haber götüren, haber getiren ve kendileri ile dertleşilen yönleri üzerinde durulmuştur.

Ayrıca bir de şöyle bir tespitte bulunmuş: “Bu kuş, Alevî-Bektaşi folklorunda da önemli bir rol oynar ve  Hz. Ali’yi temsil eder. Yine Ahmet Yesevi, turnaya dönüşebilmektedir. Cemin önemli bir unsuru olan semahlardaki hareketlerin her birinin ayrı ve  özel bir anlamı bulunmaktadır. Turna Semahı ise, turnanın uçuşunu çağrıştırır. Turnaların gökyüzündeki hareketlerini yansıtan figürlerle semah dönen, döndükçe yükselen canlar Hakla buluşurlar. Turna semahı, bu buluşmayı anlatır. Sesi Ali’ye benzetilen turna, kuzeyden güneye, güneyden kuzeye göç ederken, Anadolu insanından selam götürür, onlardan da selam getirir.” 
 

 
 
“Kim gördü deryada balık izini,
Eğildi öptü Kanber’in gözünü,
Turnalardan işittim avazını,
Turnalar Ali’mi görmediniz mi?”                        
(Pir Sultan Abdal)
 
Allı Turnam
Allı turnam bizim ele varırsan
Şeker söyle kaymak söyle bal söyle
Gülüm gülüm kırıldı kolum
Tutmuyor elim turnalar hey
Ah gülüm gülüm yar gülüm gülüm
Kız gülüm gülüm turnalar hey
Eğer bizi sual eden olursa
Boynu bükük benzi soluk yar söyle
Gülüm gülüm kırıldı kolum
Tutmuyor elim turnalar hey
Ah gülüm gülüm yar gülüm gülüm
Kız gülüm gülüm turnalar hey
Allı turnam ne gezersin havada
Arabam kırıldı kaldım burada
Gülüm gülüm kırıldı kolum
Tutmuyor elim turnalar hey
Ah gülüm gülüm yar gülüm gülüm
Kız gülüm gülüm turnalar hey
Ne onmamış kulumuşum dünyada
Akşam oldu allı turnam dön geri
Gülüm gülüm kırıldı kolum
Tutmuyor elim turnalar hey
Ah gülüm gülüm yar gülüm gülüm
Kız gülüm gülüm turnalar hey (Keskinli Hacı Taşan)
 
Karacoğlan’dan Aşık Veysel’e Anadolu türkülerinin esin kaynağı turnalar için tehlike çanları çalıyor. 20 çiftten az sayıda olduğu tespit edilen Anadolu Dağ turnası için proje geliştirilirken, telli turnaların Türkiye’de üreyen son 11 bireyi Muş’un Bulanık Ovası’nda yaşam mücadelesi veriyor Ümidimiz  turnalar yalnız türkülerimizde kalmazlar.


Kelaynak ve Su Çulluğu da Büyük Tehlike Altındadır.

Anadolu Coğrafyasında konaklıyan ve Afrika’dan Avrupa’ya  sürülerle göç eden halk arasında hacı baba denilen leylekler de bir çok sorunla karşıdır. Bunları şöyle özetliyebiliriz:

Leyleklerin beslenme  ve yuvalanma alanlarının azalması veya yok olması, Çatıların değişmesi, ağaçların kesilmesi, çeşitli kablolar, çöplerin ve kimyevi maddelerin verdiği zarar bir de avcılık ve ulaşım araçlarının çarpması. (TRAKUS) Anadolu kültüründe leylek nice söylencelere, öykülere, şiirlere ve manilere konu olmuştur. Mevlana’ya göre leylek kuşların şeyhidir. Avrupa kültüründe olduğu gibi Anadolu kültüründe de bebek getirdiğine inanılır.  

Leyleğin gelişi baharı müjdeler. Leyleği havada görenlerin çok gezeceğine inanılır. Anadolu’da çatısına leylek konan insanlar yakın zamanda evsahibi olacaklarına inanırlar. Yerleşmek için yer seçeceksen leyleğin olduğu yere yerleş denir çünkü bereketli yerlerde konaklarlar. Ahmet Haşim Franfurt Seyahatnamesi adlı eserinde Osmanlı Dönemi’nde Bursa’da Haffaflar Çarşısı esnafının aylıkla tuttuğu yaşlı bakıcıların her gün sadaka parasıyla işkembe alıp bakıma muhtaç kuşlara dağıttığını yazmış. Yine o dönemde Bursa’da Vakfı-ı Gureba-i Laklakan adında yaşlı ve sakat leyleklerin göç sırasında veya tüm yıl boyunca bakıldığı Garip Leylekler Vakfı bulunmaktaydı. Tokat civarında Leylek Gilliği denilen taş ekmeği ilkbahar göçünde hazırlanır ve bereket olsun diye leyleklere atılırmış.  

 
 
2005 yılından bu yana Bursa’nın Eskikaraağaç Köyü’nde Mayıs ayında Leylek Şenliği düzenlenir. Şenlik, Leylek Dostu Köyler Projesi kapsamında çok sayıda kuruluşun (Köy Muhtarlığı, üniversitenin kuş gözlem topluluğu, Nilüfer Belediyesi, orman il müdürlüğü, Nilüfer Yerel Gündem 21, Doğa-Der, Foveo Fotoğraf Grubu gibi) katkıları ile gerçekleştirilir.

Anadolu Coğrafyasını çevreleyen denizlerde de Yunuslar, Akdeniz foku, deniz anaları, Mersin ve,  Beni balığı, büyük ve küçük ayı istakozları, deniz  kaplumbağaları, süngerler, pina, denizyıldızı, triton, denizatı, denizkulağı, yumuşak mercanlar, posidonai ve zostera da tükenme tehlikesi içindedirler. (Kaynak: 08.08.2003 Hürriyet Gazetesi)
 

Anadolu direyinden  Dünya Doğa ve Doğal Kaynakların Korunması için Uluslararası Birlik ‘nin kızıl listesinde 20 memeli, 16 kuş, 13 sürüngen, 10 amfibiyen, 52 balık, 11 omurgasız ve toplamda 122 hayvan türü vardır.
 
Anadolu Coğrafyası birçok böcek türüne ev sahipliği yapmaktadır. Bunlardan Malatya keleği ve bombus arısı Türkiye’ye özgü olup yurt dışına kaçırılarak Türkiye’ye geri satılmaktadır.  
 


‘Türkiye tarihinin en büyük böcek kaçakçılığı’ adlı haberden (Hürriyet 13 Temmuz 2011):
 
‘Geçen ay düzenledikleri operasyonla sadece Türkiye’de yetişen 5 bini aşkın bitki tohumu ve fidesinin yurt dışına kaçırılmasını önleyen gümrük ekipleri, bu kez de şimdiye kadar ki en büyük böcek kaçakçılığını ortaya çıkardı.

Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden topladıkları böcekleri, yurt dışına kaçırmaya çalışan Çek Cumhuriyeti uyruklu 6 kişi yakalandı. Zanlıların aracında yapılan aramada, kutular içine gizlenmiş uğur böceği, sinek, arı, ağustos böceği gibi 48 türe ait toplam 6 bin 14 adet böcek bulundu…..

“Böcek kaçakçılığı farklı amaçlarla yapılabiliyor. Gelişmiş ülkelerin çoğunda doğa tarihi müzeleri var. Kaçakçılar, turist olarak gittikleri ülkelerde böcekleri toplayıp bu müzelere para karşılığı satıyorlar. Böyle bir böcek borsası var. Ayrıca böcek türleri, gen çalışmalarında kullanılabiliyor. Ancak bunlar bizim ülkemizin biyolojik zenginlikleridir izin alınmadan toplanmasının önüne geçilmelidir. Bizim ülkemiz böcekler ve bitkiler açısından çok iyi bir gen kaynağı. Çünkü Avrupa, Asya ve Afrika türlerini topraklarımızda barındırıyoruz. Biyolojik açıdan çok zengin bir ülkeyiz. Bu nedenle bitki ve böcek kaçakçıları daha çok bizim ülkemizi tercih ediyor.”


 
‘Son yıllarda Türkiye’de endemik bitki ve böcek kaçakçılığı girişimlerinde artış olduğunu ifade eden gümrük uzmanları, son yaptıkları operasyonun Türkiye’deki en büyük böcek kaçakçılığı olduğunu belirttiler. Geçen ay da dünyada sadece Erzurum Karayazı’da yetişen bir tür ters lale olan çiçeğin son kalan 57 adet soğanını sökerek yurt dışına götürmeye çalışan 2 Hollandalı, Kapıkule Sınır Kapısı’nda yakalanmıştı. Hollandalıların kullandıkları araçta yapılan aramada çoğu endemik 160 türe ait 5 bin 236 adet bitki tohumu, bitki kökü ve fidesi ele geçirilmişti. Dün de Artvin’in Yusufeli İlçesi kırsalında kelebek ve böcek toplayan iki kişi gören köylüler, Jandarma’ya ihbarda bulunmuş ve köylülerin çektiği fotoğraf ve görüntüleri inceleyen Jandarma’nın gözaltına aldığı Rus uyruklu Elena ve Artur Shnip’in çantasında 650 kelebek ve böcek ele geçirilmişti. Türkiye’de 4 Ağustos 2007 yılında Makedonya uyruklu 1 kişi Artvin’de topladığı 1450 kelebekle, 2008 yılında da Alman uyruklu 1 kişi yine Artvin’de topladığı 350 adet çeşitli türde böceği yurt dışına çıkarırken İpsala ve Kapıkule gümrük kapılarında yakalanmıştı. Gümrüklerde 13 Ekim 2010 tarihinde 10 adet hamam böceği, 8 Kasım 2010’da da 20 cırcır böceği ele geçirilmişti.’

Devam edecek….


Yazarın Son Yazıları:
İngiltere’deki yeni korona variyantının yayılmasına neoliberalizm dogmasının etkisi oldu mu?
Başımız sağ olsun! Halkın Habercisi’nin vicdanlı, vatansever yazarını kaybettik
Yabancı basında Karadeniz gazı