Kim icat etti bu Cumhuriyet’i ve biber gazını

Kim icat etti bu Cumhuriyet’i ve biber gazını
6 Kasım 2012 21:13

Cumhur Arapça’da ‘topluluk oluşturma’ demek ve Osmanlı Türkçesinde 18. Yüzyılda Avrupa’da monarşi ile yönetilmeyen 1789 Fransız Devrimi gibi ülkeleri tanımlayan Fransızca ‘republique’ sözcüğü için kullanılmıştır.

Mustafa MERSİNOĞLU H&H YORUM

Cumhuriyet kısaca halk idaresi demektir ve uzun süren bir süreç içinde mücadele ile icat edilmiştir. Ülkemizde Kurtuluş Savaşı sonrası halkın bağımsızlık mücadelesi için Ankara’da kurulan Birinci Meclis 29 Ekim 1923’te bu zaferi Cumhuriyet  ile taçlandırmıştır.

“Cumhuriyet akıl ve şuurla kurulmuştur. Zayıf değildir. Yüzyıllardan beri çekilen milli musibetlerin uyanıklığı ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Türk milletinin tabiat ve ününe en uygun idaredir”.
Mustafa Kemal  Atatürk

Bağımsız Türkiye Cumhuriyetinde  halk kendi kendini yönetecektir ve bu her yıl en büyük bayram olarak kutlanacaktır.

Biber Gazı kimyasal savaş maddelerinden biridir ve bu da insanlar tarafından icat edilmiştir.  Fiziksel ve psikolojik tahrip için üretilmiş bir maddedir. Bu tür maddeler ilk olarak Birinci Dünya savaşında kullanılmıştır ve Churchill’in emiri ile  Çanakkalede de kullanmıştır ama kendi askerlerini de etkiler diye çok da fazla kullanılmamıştır.  

Ülkemize milyonlarca dolarlık Biber Gazı ithal edilmiştir ve bu halkımız üzerinde kullanılmıştır. Artık Kurtuluş Savaş sırasında tohumu atılan Makine Kimya Sanayi tarafından yerli malı olarak imal edilip halkımıza sıkılacaktır. Kimyasal Savaşa karşı antlaşmalarca yasaklanan bu gaz ülkemizde sheltox gibi halkımızı haşere olarak görenlerce üstümüze sıktırılıyor.   

Cumhuriyet ve Kurban Bayramı için İngiltere’den İzmir’de Cumhuriyetle yaşıt annemi ziyarete geldim. Onu iyi buldum ama Ayşe ablam zor bir ameliyat olmuş ve bir kaç gün sonra da sevgili eniştem Dr Aziz Bocutoğlu’na  imme inmiş ama benden gizlemişler. Bu durumda daha önce planladığım Ankara’ya gelip doğduğum sehri uzun yıllar sonra  görüp, en önemlisi de böyle bir yasaklar döneminde Ulus’taki kutlamalara katılmak istiyordum ama bu onları da yalnız bırakmak olacaktı ancak eniştem de mutlaka gitmemi kendisinin de çok gelmek istediğini  (sağ tarafı tamamen felçti) ancak evinde misafir olan ağır hasta Aynur ablayı da bırakamıyacağı için zaten gelemezdi. Türkiye Gençlik Birliği ya da Atatürkçü Düşünce Derneğinin otobüsleri ile gelmeyi düşündümse de hem bavullarımın olması hem de oradan İstanbul’a geçmem gerektiğinden bir de otobüsleri bırakmıyacaklarını düşünerek annemden çekmecesinde bulduğum en az elli yıllık güve yemiş yün Sümerbank bayrağını alarak sefere çıktım.  
 

27 EKİM 2012

27 Ekim’de  adı da Ankara’ya yakışan Esenboğa havaalanına geldim. Emek mahallesinde  Yeşiltepe Yapı Kooparatiflerinde büyümüştüm ve Ankara’da bir çok akrabam ve arkadaşım olmasına rağmen Ulus’ta kalmak istiyordum. Ankara Kale içinde sanki beni bekliyormuş gibi bir Ankara evinden dönüştürülmüş çok şirin rahat ve temiz bir oteli (Angora House Hotel)  tamamen tesadüfen buldum. Meğer bu konak Ankara Müdafa-ı Hukuk Cemiyetinin kurucularından Atatürk’ün başlangıcından beri mücadele arkadaşlarından Şakir Kınacı’nın imiş. Yıllar sonra Ankara’ya gelirken öyle heyacanlanmıştım ki anlatamam ama bu sıcak her detayı Anadolu kokan, televizyonun üstünde durduğu koca sandık bile ay yıldız motifli çok zevki idi. Hiç bir kitch ya da pozlu abartılmış unsur yoktu. Neşem yerime gelmiş sanki evimde idim.  
 

 
Sabah erken gelmiştim fazla oyalanmadan Melih Gökçek’in kendi kaderine terk ettiği sokağa çıktım ve doğru tepeye kalenin hisarlarına çıktım her yer  çer çöp içindeydi ama hiç olmassa buldozer girip alt üst etmemiş henüz. Burçlardan  ah bir bakıyorum, çocukluğumda Efe ve Mehmetçik adlı iki mini şimendiferin etrafını dolaştırdığı, koca havuzu ile Gençlik Parkı. Bir seferinde korkunç bir sele yakalandıktı ve zor kurtulduktu. Evet, işte Anıt Kabir bütün heybeti ile orada karşıda bizi bekliyor!

Ona inat yaptırılan sanki hüzünlü hüzünlü Selçukludan, Mimar Sinan’a bunca dünya güzeli  camii olan bu topraklarda benim ne işim var gibi Kocatepe Camii. Yokuştan İnip o muhteşem, dünyanın belki de en küçük ama tarihe Hitit Güneşi ile ışık tutan Anadolu Medeniyetleri Müzesine giriyorum. Burada Ana tanrıçalar ve Anadolu’da üç yüz adet kalan alacageyik heykelcikleri arasında dolaşıp 29 Ekim için güç topluyorum. Sonra kıvrıla kıvrıla inip Ulus meydanına varıyorum. Yolda inerken Cumhuriyet ve çocukluğum her yerden bana fışkırıyor, Cebeci ve Kolej yol sapakları, fenni sünnet olduğum ancak tecrübesizlikten perişan olduğum Ankara Tıp Fakültesi, yaramazlıklarımdan sonra patlayan oramı buramı diktirmek için gittiğim Hacettepe Hastahanesi. Eniştemin çalıştığı hastane mi kestanane mi Numune Hastanesi işareti vs. Sonra kapısından kovulduğumuz Bendderesi…Burada yaşlı bir dükkan sahibinden Oğlum Bak Git İşine tişörtü alıyorum, sohbet ediyorum. Bana karşıyı gösteriyor berbat yıkılmak üzere evler başkent Ankara’ya yakışmıyor diyor, ben çekine, utana sıkıla Genel evi soruyorum bir kaç ev mahkemelerde direniyor diyor ya siz diyorum  bize sadece gidin deniyor diyor ve anlıyorum ki yer yurt gösterilmemiş. Sonra kaldırımda bir satıcının önünde şirin oyuncak boy boy Ankara keçileri görüyorum ve bir tane alıyorum, satıcı bana verirken bir yerine basıyor ve keçi sesi çıkıyor, keyfime diyecek yok.  Ve işte Anafartalar Çarşısı ve Atatürk heykeline karşımda, orada etrafıma bakıyorum. 


Ulus Cumhuriyetin ilk Meydanı

İş Bankasının ilk binası ve Sümerbank bütün heybeti ile duruyor. Çabucak Metin Sözen’in küçük kitabı Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarisinden bilgi alıyorum ve çarşıya girip Akman Bozacısını arıyorum ancak yerine Mado gelmiş, o da iyi Starbok da olabilirdi. Boza istiyorum ama kalmamış olsun, salep var ya. Oh keyfime diyecek yok, hava günlük güneşlik sırt çantamdan çıkarıp, bu sefer babası Nusret Fişek annemlerin hem doktoru hem dostları  olan Kurthan Fişek’in Burası Ankara adlı kitabını kaldığım yerden okuyup dinleniyorum. Hem içim ısınmış hem kafam Ankara hakkında hoş bilgilerle, kendi anılarıma bir de Fişek eklenmiş kalkıp doğru 29 Ekim’de Cumhuriyet Buluşması nedeni ile gezmeye vaktim olamayacağını belki de kapalı olacağını ya da kapatılacağını düşündüğüm Birinci Meclisi gezmeğe gidiyorum..Burada nedense Müze kartım geçerli değil ama ücreti seve seve verip helal ediyorum ve içeri giriyorum ama ne giriş insanın içi ürperiyor ve bu ürperiş Meclis Salonu, kürsüsü ve okul sıralarından sıralarını görünce doruğa varıyor ve iyi ki gelmişim diye sanki havada uçar gibi dolaşıyorum ve Cumhuriyet tarihinin başladığı bu mekanı içime dolduruyorum. Biraz sonra çıkınca hüzünleneciğim biliyorum  ama hızır gibi Halkın Habercisinden Deniz Bilgen Çakır Hanım gelip beni minibüsü ile önünden alıp Gazi Orman Çitliğine götürüyor ve içim böyle genç bir Cumhuriyet kızı yol göstericisi ile olmaktan dolayı neşeyle doluyor. 

Beraber Çiftiliğin kalan acı halini dolaştık yine de  binlerce Ankaralının burada ferahladığını görüyoruz biz de tanış oluyor ve bir birimize kuvvet veriyor, bilgi ve anılarımızı aktarıyoruz. Akşama doğru Deniz Hanım sağ olsun beni çocukluğumun geçtiği Yeşiltepe Bloklarına bırakıyor. Bu ilginç, yıldız şeklinde mimarisi olan binalar  Ankara’nın ilk kooparatiflerinden. Burada 37 yıldır görmediğim mahalle arkadaşımla, hep güler yüzlü, dip diri hiç değişmemiş basketbol koçumuz tişört Memoyla buluştuk, mahallede ilk tişörtü o giydiği için bu adı ona yakıştırmıştık.  Her zaman pırıl pırıl, şık giyinirdi şimdi de öyle.  Babası Milliyetçi Cephe karışıklık döneminin saygı değer Meclis Başkanı Kemal Güven, yaşı doksan üzerinde, oğlu yanında ancak sağlığı iyi değilmiş ona buradan  saygı, sevgi ve acil şifalar diliyorum. Mehmet’i beklerken Yeşiltepenin  güzel bahçesinde oturdum sanki çocukluğum ve gençliğim de benle beraber oturuyordu.  
 

Yeşiltepe Yapı Kooparatifi

 
28 EKİM 2012

Sabah güzelim Ankara evinde sahanda cızır cızır eden yumurta kahvaltı veriyorlar onu yiyiyorum, çayımı içerken Halkın Habercisine Cumhuriyet Fazilettir adlı yazımı yazıyorum ve şöyle bitiriyorum:

Halk Cumhuriyet Bayramına sahip çıkacaktır tel örgüler içine alınarak evcilleştirilerek kutlanılan 1 Mayıslar gibi esir alınamıyacaktır. Birlik ve beraberlerlikten yoksun  Cumhuriyet’in meydanlarını ve tüm eserleri yıkanlara ve satanlara izin verilmeyecek ve onların önünde biat içinde Büyük Atatürkün ve Ulusun yaptırdığı hipodrumda kutlanmıyacaktır. Tüm yurtta  10. yılda ki gibi halk kendi bayramını kendince kutlayacak ve Cumhuriyet Devrimlerine sahip çıkılacaktır.  
 
Öğleden sonra Çankaya’ya çıkıyorum. Ata Kule kapalı karşıdaki bakkal hakkında yıkılacağı dahil çeşitli rivayetler olduğunu söylüyor. İngiltere Brighton’da yapan Türk mühendis Ahmet Dener’le de tanışmıştım. O zaman Türkler yapamaz demişler. Doğrusunu söylemek gerekirse ben de çirkin olacak diye pek istememiştim ama adı ve görünüşüyle Ankara’ya ayrı bir tad kattı.  Atatürk’ün köşkünü görmek istiyorum o da tadilat oluyormuş. Buradan aşağıya  Seymen Parkından geçerek aşağı iniyorum Pembe Köşkü de görmek istiyorum ama kısmet olmuyor, orada yolu sorduğum Çankayalı hemen hemen yaşıtım olan bir çift Avukat Vedat bey ve eşi beni bir kahve içmeye davet ediyor ve beraber hoş ve derin bir Pazar sohbetine dalıyoruz ancak vakit hızla geçmiş arkadaşımla Kızılay Güven Parkta buluşup Sakarya’da birer bira içeceğiz onun için hemen yola devam ediyorum.

Yolda  Sevgi Soysal’ın Yeni Şehirde Öğlen Yemeği uzun öyküsünde ebedileştirdiği, benim de liseden arkadaşlarımla öğlenleri içtiğim Arjantinlerin hardal bulayıp yediğim patates tavalar eşliğinde sohbetlerin tadı damağımda canlanıyor. Tunalı Hilmi iyice hareketlenmiş, Kavaklıdere bağları gitmiş Hilton gelmiş ve Kuğulu Park tadilatta. Güven Park ulaştığımda hava kararmış ama heykeli aydınlatılmamış buluyorum ama her yer reklam vs apaydınlık. Burada gençler 29 Ekim Seferberlik çağrısı el ilanları dağıtıyorlar yanımzdaki bankta ilan alan genç biraz alaycı ve ümitsiz. Eskiden Kızılay oldukça karanlık olurdu ancak heykel ve yazısı Türk Övün Çalış Güven ışıl ışıl parlardı. Gökdelendeki Kuzgun Acar’ın Anadolu’nun çoraklaşamasını anlatan heykelinin yerinde yıllardır yel esiyor. Bu  kültürel çoraklaşmanın ilk örneklerinden. Arkadaşım Mehmet’e göre neredeyse tek satılmamış kuruma destek bir Milli Piyango 29 Ekim bileti alıyorum. Aslında destek değil de babamın anısına alıyorum. Maliyede vergi uzmanı olarak  çalışmış babam piyango için enayi vergisi derdi ama her zaman da alırdı. İşin güzel tarafı bu çekilişte üstünde Mustafa Kemal Atatürk’ün kalpaklı bir fotosu  Birinci Meclis’in üstünde ve CUMHURİYET FAZİLETTİR yazısı var.  
 

 

29 EKİM 2012

Gündoğdu hep uyandık Ulus’ta Cumhuriyet için siper almaya yola koyulduk. Yolda İzmir, Selçuk’tan genç arkadaşım Özgür Aydoğan’ı arıyorum çünkü otobüsleri düzenlemiş Ankara geliyor olması gerekli ancak telefona yorgun uykulu sesle çıkıyor. İzmir’den üç saatlik yolda dağ başında seyahat hürriyetleri ihlal edilmiş, otobüse el konulup öylece orada bırakılmışlar. İzmir CHP milletvekili yardım etmeye çalışmış ama para etmemiş.

Kaleden çıkıyorum Rahmi Koç Müzesini geçiyorum, eski güzel Ankara sokaklarından  bakınarak iniyorum, Pirinç Han vs daha önce görmemişim, hızla foto çekiyorum ama aklım buluşmada ve dağ başında bırakılan Cumhuriyet sevdalılarında. Yaklaşırken seferberlik çağrısına doğru elinde sopasına sarılı bayrağı ile yaşlı ama dimdik kasketi başında, yeleği, pantolonu ve ceketi kahverengi takım bembeyaz kolalı gömleği, kararlı adımlarla yürüyen ilk Mustafa Kemalin askerini görüyorum, yüreğim kalkıyor ona sarılasım geliyor ve fotosunu çekesim ama kendimi tutuyorum hemen hemen yanyana konuşmadan yürüyoruz, konuşmak istiyorum ama ikimizde hızlı adımlarla Ulus Meydanına doğru ilerliyoruz. Bir grup el sıkışan sivil polis görünümlü pozisyon almış siyah gözlüklü tipleri geçiyoruz. Belkid de polisi posizyon almış bulacağız ve  meydana bile sokulmayacağız.

Geçen 1 Mayıs 2012 de yine erkenden İstanbul’da Taksim Meydanına gitmemi anımsadım, orası tel örgüleri çevrilmiş halk turnikelerden geçirilerek içeri alınmıştı. Ben  34 karanfilimi tel örgülerin üstünden Kazancı Yokuşuna atmak zorunda kalmıştım ve gazeteciler etrafımı sarmış demeç almaya çalışmışlardı  söylediğim bir kaç söz ajanslara geçilmiş bir çok gazetede ve sitede çıkmıştı.  Öldürülenleri andıktan sonra insanlarımızın artık uyanmasını ve kümese çevrilen meydanda yapılacak kutlamaya isyanımdı. Ulus’a yaklaştıkça bayraklı, Atatürk ve ay yıldız tişörtlü insanlarımız arttı, bunu görmek çok hoş bir histi ve bu yavaş yavaş akına dönüştü. Anafartalar çarşısının yanına ulaşıp Atatürk Heykeli görününce sevincim arttı meydanda ortada otobüs üstünde buluşmayı organize edenler vardı ve meydan dolmakta idi ama yine de oldukça boştu. Dün buraları gezerken gördüğüm Tayyip Erdoğanın Çift Bayram kutlaması reklamını görmüştüm ama bugün müthiş bir tezat yaratıyordu. İçimden ayakkabımı çıkarıp vurasım geldi ama değmezdi. Sonra tek sıra dizilmiş pırıl pırıl Türkiye Gençlik Birliğinin gençlerini görünce içim ferahladı, yaklaşıp gençlere helal olsun dedim. 

 
 
 
Türkiye Gençlik Birliği

Annemin yün bayrağını Sümerbank’ın önünde sırt çantama çenegelli iğne ile taktım zaten dün de cıvardaki turistik dükkandan aldığım mavi boncuğumu ileştirmiştim artık her şeye hazırdım gerçi anneme bakan Menderes’in gölet yapılmasında  köyü su altında kalmış Ümmü Hanımın  tavsiyesini yerine getirip limon almamıştım ama otelden bir havlu sırt çantamda hazırdı. Sıkı kalın kapişonlu bir yağmurlukla önce çıkmıştım bir nevi korunma için ve soğuya karşı ama hava o kadar güzeldi ki geri dönüp otelde bıraktım. Belki de Ankara’daki 29 Ekimlerin en güzel havası idi. Üstümde Anadolu Uygarlıkları Müzesinden aldığım kırmızı beyaz Hitit Güneşli tişörtü ve bayrama geldiğim için genelde pek giymesemde siyah bir ceket vardı. İyi ki de giymişim herkez çok özenle, gerçekten de iki bayrama yakışır giyinmişti.  
 
 
 
 


Birinci Meclis ve Polis Barikatı
 
Ulus Meydanındayım ve burası açık ama bir bakıyorum Birinci Meclis önü  Ankara Palas’a kadar yol barikatlar, panzerler ve türlü türlü buldozer benzeri polis araçları ile sanki düşmandan korunur gibi kapanmış. Kalkanlı polisler dizilmiş. Meydanda ilk tanıştığım amca aslında bir çoklarının dedesi 86  yaşında yaşını göstermeyen bir Mustafa Kemal askeri idi.  Şık bayram giysili fotür şapkalı güler yüzlü Ankara’nın bir köylüsü. Bana sanki Cumhuriyeti kapatırcasına kapatılan Cumhuriyet Caddesindeki polis barikatını gösteriyor bunlar ne bunlar ne ki bizim babalarımız  düşmanı Polatlıdan püskürttü diyor ve ekliyor köylerinden 150 atlı kendilerine has yerel kıyafetleri ile yani babaları ve dedeleri Mustafa Kemal’i ilk Ankara’ya karşılıyanlarmış. Atatürk öyle hoşlanmış ki hep bu kıyafetlerle dolaşın demiş. 7 yaşında annesi ve babası kendisini Cumhuriyetin Onuncu yıl kutlamalarına getirmiş.  
 
 
 
 
 

Mustafa Kemalin Üç Askeri
 
Meydan’da Deniz Hanımla ve Brighton, İngilterede tanıştığım Engin Balım’la buluştuk beni Halkın Habercisinin sahibi İlyas Güven Eroğlu ile tanıştırdılar hepimiz bayramlaştık.  Deniz Hanım daha sonra  Silivri’de hapis yatmış gazeteci Müyesser Hanım ve oğlu ile tanıştırdı  yine bayramlaştık herşey tam bir bayram havasında idi. Bir çok davul zurnacı da bu neşeli  buluşmaya şevk ve renk katıyordu. Ben üç yıl önce Brighton’da kurduğumuz Anadolu Arkadaşlık Grubu olarak 29 Ekim 2011’de Cumhuriyet Bayramı kutlamasında topladığımız paraları Silivri destek kampına getirip bağışlamıştım, bu aslında yarım elma gönül alma türünden bir yardımdı yazarken bile utanıyorum. 


Barikat Hatırası

 
Cumhuriyet Kızı Sehavet Hanımın Sümerbank Bayrağı  ve Bayram Hatırası
 

Halkın Habercisi Cumhuriyet Bayramında

Anadolu Arkadaşlık Grubunu; Maraşlı, Erzurumlu, Çanakkaleli, Kayserili ve Ankaralı beş arkadaş kurduktu. Engin Balım’da faal bir üyemizdi. Artık Ulus Meydanı, ulusumuz ile git gide tıklım tıklım doluyordu. Biz, Deniz, Müyesser Hanım, oğlu İlim meydanda seçimlerde olduğu gibi bir otobüs var onun etrafında bir döndük, içimden Mekke’de de böyle olmalı diye geçti ve kendi kendime güldüm. Sonra inşallah orada olduğu gibi bir izdiham ya da 1 Mayıs 1977deki gibi pis bir saldırı ve provekasyon olmaz diye düşündüm. Bunu yapıp yine halka suçu atarlar, yok Maocular yok şu marjinal grup, yok şu bu…. bazıları hala aynı nakaratı 1 mayıs katliyamı için bugün bile utanmadan devam ettiriyor. Sonra Anafartalar Caddesine doğru gidiyoruz oralara bakacağız, ancak buradan öyle bir kalabalık geliyor ki inanılmaz. Geri geri gelen bir sürü kameralı basın mensubu gördük ve dediler ki Kılıçtaroğlu ve CHP Milletvekilleri geliyor arkalarında otobüsler var ama öyle çok insan var ki çok tehlikeli ve aklıma çocukluğumda ezilecek gibi olduğum Metin Oktay’ın Ankara’da 1969’da oynadığı olaylı son maçı geldi. Ben 12 yaşıda idim ilk defa ve tek başıma maça gitmiştim neredeyse ezilecektim neyse ki iri güçlü kuvvetli biri beni korudu ve istemesekte turnikeden biletsiz atlıyarak girdik iyi ki de girebildik o zaman turnikeler basitti yoksa korkunç bir olay olacaktı. Zaten daha yeni İngiltere’de ki 96 seyircinin ezildiği polisin hatasının büyük olduğu olay da aklımda taze. Devlet orada bu olayı örtbas etmiş 80’i polis 160 kişinin ifadesini zorla değiştirmiş, suçu da halkın üzerine yıkmıştı ve basında yalan iğrenç haberlerle bunu desteklemişti. Daha yeni 23 yıl sonra ölenlerin yakınlarının mücadelesi ile araştırma ile ortaya çıktı.  


 
Kılıçdaroğlu yuvarlanır gibi önümden bir çok koruma ve milletvekili arasında geçti. Ben hem nefes almak hem de su ve simit almak için Anafartalar Çarşının oraya geçtim, sımsıcak daha yeni gelmiş taşfırın ve belli ki küllü, lezzetli simitlerden tanıdıklarıma vermek için aldım ama artık anladım ki meydana dönebilmek imkansız. Anafartalar Çarşısının içi de tümden doldu. Arabasında bebekli aileler bana bilhassa bebekleri ile geldiklerini geleceğin onlar için aydınlık olması gerektiğini söylediler,  İzmirden gelmiş hanımlar  Balbay destek grubundandılar ve bir çok insanımız gelmişti bir çoğu kendine has yaratıcı sloganlar taşıyorlardı. Ben bunca yıl sonra Ankara’ya geldikten sonra Anıtkabir’e gitmeden gitmeyecektim. Yolların nerelerde kapalı olduğunu bilmediğimden ve vakitte kaybetmek istemediğimden bir taksi buldum ve aklın yolu bir olduğundan üç Cumhuriyet kadını da aynı taksiye yönelmişti o yüzden beraber gittik. Taksi şöförü iyi ki yasakladılar yoksa bu kadar insan bayraklarına sahip çıkmazdı dedi. Anıtkabire vardığımızda uzun bir kuyruk oluşmuştu. Girmeden karanfiller aldım ve içeri girdiğimde henüz kalabalık değildi ama mozeleye doğru kıvrılan ellerinde çiçekleri binlerce kişi sıradaydı. Dolaşırken  gözlerim yaşardı her saniye insanlar Atasına koşuyordu. Her kesimden her yaşta insan…bu yaşıma kadar dünyanın bir çok yerinde bulundum böyle çeşit çeşit kıyafetli insanı bir arada görmedim. Ya çoşku ve kararlılık inanılmaz. Bir müddet sonra adım atılacak yer kalmadı, derken bir alkış tufanı koptu barikatı yarıp gelen milyonlarca insan seli de Atalarına ulaşmıştı…ve hep beraber türküler, marşlar  ve şiirler söylendi..ve  hep beraber Mustafa Kemalin askerleriyiz dendi. Gençler ve nöbet değiştiren askerlerimiz alkışlandı. Nineler, dedeler, bebeler Türkiyenin bin yerinden binbir insanlar yanyana tek yürek tek yumruk olmuştuk, unutulmayacak bir gün olmuştu….. Çanakkale ve Kuvay-i Milliyenin torunları olduğumuzu yaşayarak hissetmiştik. Tüm dünyada eşi görülmemiş bir mücadele sonunda kurulan Cumhuriyetimize zarifçe tüm ulusça sahip çıkmıştık. Ankara’da biber gazı rezilliğini duyan koşmuş kendilerinden gizli gelmiş nine ve dedelerine, annelerine ve babalarına, teyze ve halalarına, dayılarına ve amcalarına katılmıştı ve eminim tam tersi de olmuştu ancak babasının başında nöbet bekliyen arkadaşım gibi gelmesi mümkün olmayanlar, iş başında olanlar ve örümcek kafalı ya da cahil bırakılan halkımız gelmemişti.  
 
 
 

Mustafa Kemalin Askerleri

 
Evladım ben Atama ulaştım merak etme!


 
Anıtkabirden çıkarken milyonlar ‘İstihbarat varmışla’ dalga geçip çömelip şıçrayıp dans edip dalga geçerken.

Kaç yaşlı teyze ve baba bana ailesine söylemeden geldiğini söyledi. Gaz yiyip ta Ulustan dört yaşında oğlu ile gelenler mi ararsın yorgunluktan Anıtkabir merdivenlerine oturmuş başında canım yemeni oğullarına, kızlarına belki de torunlarına zar zor Atama ulaştım ben iyiyim diye mesaj atanlar mı…anlatması zor, ancak yaşanır, sözün bittiği yerdeyiz. Bu insanlarımız dünya sosyal mücadele tarihine altın harflerle bir halkın nasıl birlikte barikat aşacağını her zorluğun üstünden kırmadan dökmeden zorbalara dünya bırakmıyacağının örneğini verdi. Hatta iddia ediyorum ki Atatürk’ün istediği gibi Yurtta Barış Dünyada Barışa katkıda bulundu. Her nevi insanlıktan uzak baskı gaz, su, hapis yalan dolan öldürme, işten atma, komşularımızla savaş çıkarma dahil her şeyi küçük çıkarları için yapanlara kendini gösterdi. Ankara’da olmayanlar ve orada bulunmıyanlar abarttığımı sanacaklardır abartma bir yana tümünü anlatmak için orada olan milyonlara sormak gerekli.  Ben belki de can simiti gibi simit sayesine gaz, su tekme ve cop yemedim ama anlıyorum ki bir savaştan dönenler, ölen yiğitlerin arasında olmamaktan ellerinde olmasa da kaçmamış olsalar da suçluluk duyarlar ya..  öyle bir his içindeyim…ama gaz yiğen hastanelik olan sevgili Deniz hanım, hastanelik olmasa da kötü bir duruma gelmiş Engin arkadaşım da hallerinde memnun…havası karartılmak istenen ülkemizde bu gaz sanki yaşam gazı imişcesine aldırmıyorlar. Unutmayalım bu gazdan ülkemizde ölenler oldu…..ayrıca 73 yaşında Hasibe Teyze gibi korkunç itilip kakılanlar ağır yaralananlar oldu. Ve o gaz halkın üstüne atılınca 1 mayıs 1977 gibi bir çok insanımızda ezilebilirdi de. Burada toplu cinayete tam teşebbüs ve dengesiz, sebepsiz bir polis devleti saldırısı oldu. Evet bazı polislerimiz utandı ama işin ilginç tarafı kaçan polisler de Birinci Meclise sığındı. Ulusal Kurtuluş Savaşı sonra kurulan Cumhuriyet’e her şart ve durumda ulusumuz sahip çıkacaktır o tescillendi. Halkımıza cahil, tembel, uyuşuk, satılık diyenler halkla artık hiç bir laf etmesinler. Sahte oylara, aldatılmış insanlarımıza bakarak insalarımızı küçümsüyorlarsa  evlerinde otursunlar halife beklesinler. Buradan bu kutlamayı tüm baskılara karşı örgütlüyen kuruluşlara şükran duygumu belirtmek istiyorum ve iyi ki varsınız. Bunların en önemlisi büyük Atatürk’ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençler. Bilinçle çalışıp halkımızı bu buluşmaya yönelten ve özveri ile bizi ezilmeden, taşkınlıktan ve dünya tarihinde görülmemiş şekilde gençlerimizin büyüklerine sahip çıkıp yatıştırması  ve yön vermesi tüm bu toplum tarafından kıvança gözlendi ve alkışlandı. Çünkü onlar bizim çoçuklarımız, torunlarımız ve geleceğimiz.   
29 Ekim 2012 yaşadığım en anlamlı tarihi bir gündü, sanki doğduğum bu şehir beni çağırmıştı Ankara Cumhuriyet Bayramı Kutlamalarına.

Ankara Ankara Güzel Ankara
Seni görmek ister her bahtı kara
Senden yardım umar her düşen dara
Yetersin onlara güzel Ankara
 
Burcuna göz diken dik başlar insin
Türk gücü orada her zoru yensin
Yoktan var edilmiş ilk şehir sensin
Varolsun toprağın taşın Ankara


Yazarın Son Yazıları:
İngiltere’deki yeni korona variyantının yayılmasına neoliberalizm dogmasının etkisi oldu mu?
Başımız sağ olsun! Halkın Habercisi’nin vicdanlı, vatansever yazarını kaybettik
Yabancı basında Karadeniz gazı