O kaset sırtına kazınmış mahkum numarasıdır!..

O kaset sırtına kazınmış mahkum numarasıdır!..
5 Ocak 2014 21:15

Hükümet, TSK’yı demir kafese kapatan ve Cumhuriyete yürekten bağlı aydınları müebbet hapse mahkum eden “bağımsız yargı”nın kararlarını artık tanımıyor!

 

Cemil CAN H&H YORUM

 

Başbakan Erdoğan, vaktiyle o davaların “savcısı” olmakla övünüyor ve “Bırakın bağımsız yargı çalışsın” diyordu. Şimdi aynı yargı, gelen bir ihbar üzerine Suriye’deki muhaliflere silah götürdüğü iddia edilen MİT’e ait TIR’ı, arayamıyor bile. MİT görevlileri yükün “devlet sırrı” olduğunu açıklamış. Çiçeği burnunda İçişleri Bakanı Efkan Ala, yükün Irak’taki Türkmenlere gönderilen “insani yardım malzemesi” olduğunu açıklamış! İnsani yardım malzemesi “devlet sırrı” olamayacağına göre, bunlardan biri yalan söylüyor. Demek ki, zamanında yetişebilselerdi, Halk Bankası Genel Müdürü’nün evinde bulunan dolar dolu ayakkabı kutuları ile, bakan çocuklarının evindeki para kasalar içerisindekileri de “devlet sırrı” var diyerek göstermeyeceklerdi!..

 

Asıl acı olan, silah yüklü TIR’ı arayamayan ve yakın çevresine “canımı zor kurtardım” diye yakınan savcının, suç duyurusunda bulunmasıdır!.. Biliyorsunuz yasalarımıza göre “suç duyurusu” Cumhuriyet savcılarına yapılır… Demek ki, bizim savcı görevini yapmaya engel olanlara karşı, gereğini yapacak bir Cumhuriyet savcısı aramaktadır!.. Yoksa o da, ne yapması gerektiğini Yargıtay’daki “Cemaatin imamı” gibi Pensilvanya’da ikamet eden Hoca Efendiye mi sorsaydı? Bu önemli bilgiyi kamuoyu ile yeni paylaşan eski TBMM Başkanı ve eski Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, sokaktaki sıradan bir adam değildir!.. İsmi aynı zamanda AKP’nin Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’de saklı olan “Cemaatin imamı”, o kadar “güçlü” biri ki, ismi hala açıklanamamıştır!.. Hemen belirtelim, o zaman ki Adalet Bakanı M. Ali Şahin ve AKP hükümeti, “Cemaatin imamı“ olan o yargıçla, suç ortağıdır ve yürürlükteki pek çok yasa hükmünü birlikte ihlal etmişlerdir. (1) Yürütme ve yargının durumunu en iyi özetleyen bu örnekten anlaşılıyor ki, bundan böyle, önemli ceza davalarının temyiz yeri Yargıtay değil, Pensilvanya olacaktır!.. Sırası gelmişken belirtmek gerekir ki, eski Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın yazdığı “Haliç’teki Simonlar” adlı kitaptaki iddialar, bir bir doğrulanmıştır. Bu nedenle itibarının iadesini istemekte yerden göğe kadar haklıdır…

 

O kadarla kalsa öpüp anlımıza koyabilirdik. Başbakan Erdoğan, oğluna ve yakın çevresine karşı soruşturma başlatan savcıyı “çete üyesi”, bağlı olduğu cemaati ise, devlet içerisinde devlet gibi hareket eden bir “paralel yapı” şeklinde tarif edip, adeta küfür tonunda bir sesle inlerine kadar girileceğini söylemektedir… Yürütmeye bağlı Emniyet birimleri, hakimlerin verdiği gözaltı kararlarına, dalga geçer tarzda “ne dediğiniz anlaşılamamıştır” şeklinde yanıtlar vererek, karar gereğini yerine getirmemekte direnmektedir. Bu nedenle olsa gerekir, Başbakan yetersiz bulduğu AKP milletvekillerini elinin tersi ile bir kenara iterek, bir dediğini iki etmeyecek olan müsteşarını İçişleri Bakanlığına getirmiştir!.. Doğal olarak AKP milletvekillerinin görevi de; her zaman olduğu gibi, hükümetin Meclise getirdiği yasa tasarılarını, sorgulamadan onaylamakla sınırlı kalmıştır!..

 

Son olarak Başbakanlık Başdanışmanı Yalçın Akdoğan, Başbakan’ın “Şimdiye kadar ne istediler de vermedik” dediği “koalisyon ortağı” Cemaati, “Milli orduya kumpas kurmakla” suçlamıştır! Bu açıklama üzerine, Hastal’daki tutuklu komutanlara, her şeyin yoluna gireceği vaadiyle sakin olmalarını öğütleyen ve ardından da hiçbir şey yapmayan Genelkurmay Başkanlığı, “Suç delilleri üretildi, bilirkişiler manüple edildi, adli kolluk görev suçu işledi, savcılar delilleri kararttı, mahkeme heyeti adil yargılamayı olumsuz etkiledi” gibi son derece ağır suçlamalarla, suç duyurusunda bulunmak zorunda kalmıştır!.. Asıl güven bunalımı, tutuklu olan komutanlarla, görevdeki komuta kademesi arasında başlamıştır. AKP’nin tek başardığı iş; toplumdaki yapay bölünmedir ve bu bölünme TSK’nde de ciddi bir kırılmayı yaşatmaktadır…

 

Dilerseniz burada bir nokta koyup, hafızalarımızı biraz geriye doğru saralım:

Anımsarsanız birkaç ay önce Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç: ”Anayasa Mahkemesi TBMM’nde çelme takma yeri değildir” demişti. Oysa Anayasa Mahkemesi’nin asıl görevi; TBMM’nin Anayasada belirtilen temel hak ve özgürlükler ile çağdaş evrensel hukuk kurallarına aykırı olarak çıkartılan yasaları iptal etmektir. Yani bir anlamda Anayasa Mahkemesinin görevi; keyfi yasalar çıkartan hükümete “dur” demektir… Bu görev için kaba bir ifade ile pekala “Çelme takmak” ifadesi de kullanılabilir. Anayasa Mahkemesi Başkanı Kılıç, o zaman yukarıdaki sözleri ile Anayasa Mahkemesi’nin görevini gereği gibi yapmayacağının işaretini vermişti. Aynı şekilde, idarenin hukuka aykırı işlem ve eylemleri ile düzenleyici işlemlerini iptal etmekle görevli olan Danıştay’ın eski Başkanı Hüseyin Karakullukçu da: “Ben burada idareyi yargılamıyorum” diyerek, yasalarla belirlenmiş asli görevini yapmayacağını belirtmiştir.

 

Bu açıklamalarla, yargı direnmeden yürütmeye teslim olmuştur!..

 

İki yüksek yargı organının başkanları, bu sözleri ile aslında “kuvvetler ayrılığı”nın da bittiğini ilan etmişlerdi… Dolayısıyla “denetimsiz”, keyfi bir rejime geçilmiş oldu. Böyle bir rejime demokrasi denemeyeceği son derece açıktır. Bütün bu olanlara ilave olarak, “laiklik ilkesi” de rafa kaldırılınca, karşıdevrimin başarıya ulaştığını kabul etmek gerekir. Bu tespit gözardı edilerek, kurgulanacak olan stratejiler, yaşanan “sessiz devrim”i hafife alma anlamına gelir. Aynı zamanda da karşıdevrime kitle tabanı sağlar!.. O bakımdan analizleri doğru yapmak öncelikli işimiz olmalıdır…

 

Hükümet, geçenlerde Danıştay’ın karar düzeltme işlemlerinde; “yürütmenin durdurulması” ve duruşma yapılmasına karar verme yetkisini kaldıran bir yasa tasarısını Meclise göndererek, yargı yetkilerini iyice budamak istediğini göstermiştir. Tasarıya göre, “kamu görevinin sona ermesi” sonucunu doğuran işlemler hariç olmak üzere, kamu görevlileri mevzuatın uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlıklara ilişkin, temyiz ya da itiraz üzerine verdikleri kararlar hakkında, “kararın düzeltilmesi” yoluna gidilemeyecektir!.. Bu tasarı yasalaşırsa ki, yasalaşmasının önünde ciddi bir engel bulunmamaktadır, o zaman yargının “yargılama yetkisi” iyice kısıtlanmış olacaktır!..

 

Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Elmar Brok, geçen hafta başlatılamayan büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ile ilgili olarak “Türkiye’de yargı sadece şeklen bağımsızdır” diyerek, bu gerçekliğin altını bir kez daha çizmiştir…

 

Sayıştay raporlarının Meclis’ten gizlendiği, yüksek yargı organlarının yargı yetkisinin kısıtlandığı, mahkeme kararlarının gereğinin yerine getirilmediği bir devlet içinde, hükümetin söylediği çetelerin yuvalanması elbette olanaklıdır. Bununla birlikte, aynı çete ile işbirliği içerisine giren, çetenin her isteğini yerine getiren ve birlikte pek çok operasyona imza atan hükümet de suç ortağıdır! Böyle durumlarda seçilmiş hükümetler bile, devlet içerisinde “gizli örgüt” durumunda değerlendirilebilirler. Hükümetler, yürürlükte olan yasaların dışına çıktıklarında, doğal olarak meşruiyetlerini de kaybederler. Bu duruma düşen bir iktidarın, tüm eylem ve işlemleri tartışmalı hale gelir. Tıpkı çetelerin eylemleri gibi… AKP hükümetinin durumu da tıpatıp bu duruma uymaktadır!..

 

***

 

Böyle hassas durumlarda ana muhalefetin görevi daha bir hayati önem kazanır. İktidar ve “koalisyon” ortağının, bütün kirli çamaşırlarının ortaya dökülmesi için ne gerekiyorsa yapılması şarttır. Muhalefet, meşruiyetini kaybeden iktidarı her yönü ile halka anlatacaktır. Bu onun kaçınılmaz bir görevidir. Yaşanmakta olan “Devlet krizini” çözmek veya krizin daha da derinleşmesini önlemek için araya girmek, muhalefetin görevleri arasında değildir… Anlaşılıyor ki, krize neden olanlar, ülkeyi yönetememektedir ve onların yerine ana muhalefet partisi ülkeyi yönetmeye hazır olduğunu kamuoyuna açıklamak zorundadır. Aksi tutum, meşruiyetini kaybetmiş iktidarın daha fazla iktidarda kalmasına olanak sağlar. Bu ise, muhalefetin yetersizliğinin ve iktidara talip olmadığının bir göstergesidir..

 

CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, iktidar ortağı tarafından çıkartılan “devlet krizi”nden, kendisine vazife çıkartarak, bazı görüşmelere kalkışmasını bu şekilde değerlendirmek gerekir. Halen CHP’nin bir genel başkanı varken, onu yok sayarak, adeta bir genel başkan gibi hareket etmek ve krizin sona ermesine dönük çözüm önerilerini ortaya atmayı anlamak veya anlatmak mümkün değildir. Hükümetin yıpranmasının CHP’ye iktidar yolunu açacağını çocuklar bile öngörebilirken, siyaset bilimi uzmanı Baykal’ın öngörememesi düşünülemez. Baykal, anayasal-hukuksal çerçevede krizin çözülmesine katkı sunarak, hükümetin ömrünü neden uzatmaya çalışmaktadır? Bu arada hiç gerekmediği halde istifasına neden olan kaset komplosundan dolayı Cemaati bir kez daha aklamıştır. Ne diyelim, Allah akıl fikir ihsan eylesin!.. Cemaati ikinci kez aklayan Baykal, garsoniyerini kayıt altına alanları da biliyor olması gerekir. Bari onları da açıklasa da biz de bilsek!..

 

Otur oturduğun yerde be adam!..

 

Bir de seninle uğraşmayalım. İstifa ederek, o kasetteki görüntülerin gerçek olduğunu zaten kabul etmişsin. Bu ayıbın yüzünden hala yüzümüz kızarıktır. Türk toplumunun içine sindiremediği gönül ilişkin kimseyi ilgilendirmese de, siyaseten sırtına mahkum numaran gibi kazınmış kocaman bir eksidir. Onu silmen olanaksızdır. Artık bu gerçeğe göre davranman gerekir… Biraz da bizleri düşün! Bu ne dizginlenemez bir ihtirastır. Sosyal medyada “Baykal göreve” başlığı ile açtırdığın sayfaların tam bir rezilliktir. Bari Atatürkçüleri ve gerçek CHP’lileri suç ortağın durumuna düşürme!.. Biraz utan! Bundan böyle siyasetteki yerin, o da ihtiyaç duyulursa eğer, “bir bilen” olarak bir köşede oturmaktır!..

 

Öte yandan, yeni CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Cemaat-Milli Görüş kavgasında, Cemaati görmezden gelmesini ise anlamak mümkün değildir. Nedir o ABD elçileri ile gizli görüşmeler, ABD düşünce kuruluşlarını ziyaretler, ulusalcı basın kuruluşlarını dışlama gibi hafiflikler! Yoksa, sen de söylendiği gibi Atlantik ötesinin “Erdoğan’sız hükümet” formülleri içerisinde yer almaya mı niyetlisin? Eğer öyleyse, CHP’yi son derece tehlikeli sularda kulaç attırdığını ve bir gün bunun mutlaka hesabını vereceğini bilmelisin!..

 

Bu ara, zıvanadan çıkan işler, hukuk zemininden çıkınca bedduaya kaldılar. Ben de bu modaya uyarak, bu defaki yazımı duayla bitireyim…

 

Yüce Tanrı hepimizin sonunu hayır eylesin!..

 

Av. Cemil Can

 

DİPNOT:

(1) Yargıtay’daki Cemaatin imamı dosya özetini Pensilvanya’ya göndermekle, Anayasanın 138, Ceza Yargılama Yasası’nın 22 v e izleyen maddelerini, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesini, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nca ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca benimsenmiş olan Bangalor Yargı Etiği İlkelerini ihlal etmiştir.

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
‘Bağımsızlık’ mı ‘hırsızlık’ mı?!..
Devletin ‘özel’i olmaz!..
‘Cesaret ödülü’nün bedeli!..