İyi ki’ler ve ‘keşke’lerle geçen zaman

İyi ki’ler ve ‘keşke’lerle geçen zaman
9 Mart 2015 07:37

İnsanoğlunun hayatî tecrübesi, yaşadıklarının ve sorguladıklarının toplamıdır bir bakıma.

 

Aziz ÇATALPINAR H&H YORUM

 

Her saniye yaşadığı bir olay ve her sorduğu soruya aldığı yanıt onun için yeni bir tecrübe sayılabilir aslında.

 

Sayılabilir diyorum, çünkü; insanın bir olayla ilgili kesin bir tecrübe edinebilmesi, ancak onu yaşadıktan ya da sorguladıktan sonra tüm bunları aklın süzgecinden gerçekçi bir şekilde geçirip geçirmediğine bağlıdır.

 

Hani bir ata sözümüz vardır: “Bir musibet bin nasihatten daha iyidir.” diye.

 

Çok doğru bir sözdür bu. İnsanın, bir olayı bizzat yaşayarak görmesi ya da öğrenmesi en etkili öğrenme ve dolayısıyla tecrübe edinme şeklidir. Tabi tüm bu yaşadıklarını doğru tahlil edebilirse.

 

İyi-kötü,çirkin-güzel, zararlı-zararsız, doğru-yanlış gibi daha bir çok kavramın içeriğini bizzat yaşayıp tecrübe ediniriz.

 

İnsan yaşamıyla doğrudan ilgili olan bu kavramlar yeri geldiğinde her biri kendine göre ayrı bir önem arz eder.

 

Şair/yazar Behçet Necatigil’in “Yıldızlara Bakmak” isimli bir radyofonik piyesi var.

 

Yazar; günlük yaşamını, çalışma hayatının içinde sınırlandırmış, bu yaşamın ötesine geçememiş bir kişiyi konu edinmiştir bu piyeste. Oyunun kahramanı bir ‘Yolcu’ dur.

 

Bu yolcu kaybettiği güzellikleri tekrar bulmak için, bu güzelliklerin peşine düşer ama nafile, çünkü artık geç kalmıştır.

 

Bu piyeste, yaşamın güzelliklerini algılayamamanın eleştirisi de vardır ve ayrıca ‘Yolcu’ gibi gibi insanların dünyada çok olduğu da vurgulanır bu piyeste.

 

Hayatımızda önemli bir yeri olan bir başka kavram daha vardır ki, bu kavram ‘keşke’ dir.

 

’Keşke’yi, genellikle daha önce yapamadığımız ya da yapmadığımız ve sonrasında da pişmanlık duyduğumuz durumlar için kullanırız.

 

Bu sözcüğü kullandığımız anlar bizim için en önemli anlardır.

 

Çünkü, bu anlar bizim önemli bir şeyi keşfettiğimiz, bunu fark ettiğimiz anlardır.

 

İşin ilginç yanı çocukluğumuzda, büyüklerimize özenip onlar gibi olmak istediğimiz içindir ki, bir an önce büyüyüp onlar gibi olmak isteriz, büyüdüğümüz zaman da çocukluğumuza doğru yaptığımız zamanda yolculuk sırasında hüzünleniriz.

 

Okul sıralarında derslerin bir an önce bitmesi ve zilin sesiyle dışarı çıkma heyecanı gibi zamanın bir an önce geçmesini istediğimiz anları sonradan anımsarken içimizi hüzün kaplar.

 

Her insanın kendine göre mutlaka ‘keşke’ leri de vardır ‘iyi ki’ leri de.

 

Herkesin olduğu gibi benim de doğal olarak, ‘iyi ki’ lerim de var ‘keşke’ lerim de.

 

Ben şimdi yeri gelmişken bazı ‘keşke’ lerimi sizinle paylaşmak istiyorum:

 

Daha ben bunları paylaşmaya başlamadan hüznün belirtilerini üzerimde hissettim bile.

 

Neyse ‘keşke’ nin babamla olanından başlayayım;

 

Keşke babamla tarlada tırpan biçerken ya da tarlanın kenarında tırpan döverken daha çok sohbet etseydim.

 

Keşke öğrenim hayatım sırasında Ankara’da yanlarında kaldığım dedem ve anneannemle daha çok sohbet edip zaman geçirseydim.

 

Keşke fırsat buldukça dedemi, duvarda asılı yaşlanmış sazıyla türkü söylemesi için ikna etseydim. (Dedemin beni kırmayacağından ve isteğimi mutlaka yerine getireceğinden adım gibi eminim.)

 

Bu arada şunu sizinle paylaşmak isterim. Ben dedemin, birisine ya da bir şeye sinirlendiğini veya kızdığını, abartmıyorum, hiç mi hiç görmedim.

 

Çünkü, dedem baldı, dedem kaymaktı, dedem şekerdi, dedem insandı.

 

Çünkü o benim Erzede dedemdi.

 

Neyse…

 

Tabi daha bir çok ‘keşke’ lerim var.

 

Aslında ‘keşke’ lerin bir kısmının nedeni olanaksızlık, bir kısmının nedeni ise zamanın öneminin sonradan ve geç fark edilmesidir.

 

Üstad Cahit Sıtkı Tarancı, geçen zamanın tekrar geri getirilemeyeceğini ve bir takım güzelliklerin değerinin zaman geçtikten sonra anlaşıldığını, aşağıdaki dizelerinde bakın ne güzel de anlatmış.

 

Yaş otuz beş yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak yakarmak nafile bugün.
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Gökyüzünün başka rengi de varmış.
Geç fark ettim taşın sert olduğunu,
Su insanı boğar ateş yakarmış,
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Biz, bu kavramın önemini ancak belli bir yaşa geldikten sonra fark ediyoruz ki, o an iş işten geçmiş oluyor artık.

Peki fark ettiğimiz bu önemli şey nedir ve biz neden ‘keşke’ deriz?

Biz, bu durumu yeniden yaşayamaz mıyız?

Bize ‘keşke’ dedirten bu kavram, paha biçilmez değeri olduğunu sonradan fark ettiğimiz, artık bir defadan fazla hiç bir şekilde sahip olamayacağımız, sonradan sahip olma lüksünün bir daha da mümkün olamayacağı ‘zaman’ kavramıdır.

Söz dönüp dolaşıp asıl konumuz zamana geldi.

Geçmişiyle olsun, geleceğiyle olsun, zaman her anıyla değerlidir.

Zaman, ne altındır, ne gümüştür, ne pırlantadır, ne yakuttur, ne de dünyadaki bir başka değerli taştır. Bu saydığımız değerli taşlara paramız olmadığı için o an sahip olamayabiliriz ancak, daha sonra maddi olanağa kavuştuğumuzda onların herhangi birine sahip olabiliriz.

Ama geçen zamanı maddi olanağımız olduğunda bile tekrar yaşamak gibi bir olanağımız maalesef yoktur.

Bu bakımdan zaman kavramı insan yaşamı için ayrı bir önem taşır. Ama ne yazık ki, yaşam içinde bu kadar ciddi bir yeri olan zaman, bizler tarafından hoyratça kullanılmaktadır.

O anı dondurup sonradan yaşamak, bir köşeye koyup canımız istediğinde kullanmak, bir başkasına borç verip sonradan geri alıp harcamak gibi bir durum söz konusu değildir.

O halde, geriye tek bir yol kalıyor, o anı, o an yaşamak. Çünkü, o anı, o andan başka bir anda yaşamak gibi bir lüksümüz kesinlikle yoktur.

Üstad Yahya Kemal’in, meşhur, meçhule giden ‘Sessiz Gemi’ sine binip gittiğimizde, bir başka üstad Cahit Sıtkı’nın da aşağıdaki şiirinde dediği gibi böceklere bile gücümüz yetmeyecektir gittiğimiz o yerde.

 

Şimdi Cahit Sıtkı’ya bir, kulak verelim ‘Bir de Bakmışım ki Ölmüşüm’ adlı şiirinde:

Bir de Bakmışım ki Ölmüşüm
Bir de bakmışım ki ölmüşüm.
Dünya sönmüş başucumda.
Bir türlü gözümden gitmez,

Ne gurbetlere düşmüşüm,
İsterdim ki avuçlarımda…
Kimse halim sual etmez.

Sorma nelerden olmuşum,
Nelere etmişim veda.
Böceklere gücüm yetmez.

Bir başkası, emekliye ayrılan bir öğretmen, emeklilikle birlikte tamamen anılarıyla baş başa kalır.
Bu ayrılığın uzaması, zaman tünelinde dolaşan öğretmeni her geçen gün daha da yalnızlaştırır.
Bakınız, Şair Zeki Ömer Defne, zaman tünelinde dolaşırken öğretmenlik mesleğinden ayrılmanın üzerindeki o dayanılmaz acısını, ayrılığın hüznünü ne de güzel dile getirmiş aşağıdaki duygu yüklü ‘Ziller Çalacak’ adlı bu şiirinde

Ziller Çalacak
Ziller çalacak…Sizler derslerinize gireceksiniz bir bir.
Zil çalacak, ziller çalacak benim için
Duyacağım evlerden, kırlardan, denizlerden;
Tâ içimden birisi gidecek uça, ese…
Ama ben, ben artık gitmeyeceğim

Zil çalacak… Siz geminize treninize gireceksiniz bir bir.
Zil çalacak, ziller çalacak benim için
Duyacağım iskelelerden istasyonlardan bütün,
Tâ içimizden birisi koşacak ardınızdan…
Ama ben, ben artık gelemeyeceğim.

Sonra bir gün zil çalacak yine
Hiç kimseler , kimsecikler duymayacak…
Ne sınıflar, ne iskeleler, ne istasyonlar, ne siz…
Tâ içimden birisi kalacak oralarda…
Ben gideceğim.

 

Bu duygu yüklü şiir üç bölümden oluşur aslında.

-İlk bölümde öğretmenin öğrencilerinden ayrılışı ve ayrılışın getirdiği duygusallık,

-İkinci bölümde öğretmenin öğrencileri tarafından unutulma korkusu,

-Son bölümde ise yaşlılık ve ölüm korkusu hakimdir, hüznün, özlemin, ayrılığın bu şiirinde.

 

Her ne şekilde olursa olsun tabi ki insan yaşamında ‘Keşke’ler de vardır, ‘İyi ki’ ler de.

Önemli olan insanın zaman tünelinde yaptığı yolculuklarında önüne yüz kızartıcı, onurunu
ayaklar altında olduğu utanç verici ‘keşke’ lerine rastlanmamasıdır. Çünkü insanlar, hayatta bence onuruyla yaşamalıdırlar. Doğru olan da budur.

Yalnız benim söz konusu ettiğim insanlar, insan gibi insanlardır. Yeri geldiğinde insan gibi yaşamanın bedelini canıyla ödeyenlerdir. Aslolan da bu değil midir?

İnsan vardır, yaşamı onursuzluklarla doludur. İnsan vardır, idam sehpasında bile onuruyla yaşama veda etmiştir.

Türkiye sosyalist hareketinin ‘Üç Fidan’ ından birisi olan Yusuf Arslan, idam sehpasında

“Ben, halkımızın bağımsızlığı için bir defa ve şerefimle ölüyorum fakat, bizi asan sizler şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz!” diyerek, onurlu bir insanı ne de güzel tarif etmiş, kulaklarımızda halen yankılanan bu sözleriyle.

Ne diyelim, Aşk olsun sana çocuk, aşk olsun, aşk olsun!

Dileğim odur ki, zaman tünelinizde, onurlu yaşamınızın izlerini taşıyan destansı duruşunuzun dizeleri yankılansın.

 

08/03/2015
Aziz ÇATALPINAR

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Arpa ancak orağa geldi
Bizim diyarlarda Haros zamanı
İbogil’in küçük odasında sıkışıp kalan yaşam ve hayaller