İbogil’in küçük odasında sıkışıp kalan yaşam ve hayaller

İbogil’in küçük odasında sıkışıp kalan yaşam ve hayaller
18 Mart 2015 09:34

Bir Öykü 3 (Bu bir öyküdür, kurmaca bir metindir)

 

 

Aziz ÇATAPINAR H&H YORUM

 

 

İbogilin evin ahşap dış kapısından içeri girildiğinde bir hol, holün sol tarafında büyük oda, büyük odadan sonra koridorda biraz ilerlediğinizde tam karşıda içinde bir de koz* bulunan ahır, ahıra girmeden sola dönüldüğünde kiler olarak kullanılan kare biçiminde orta büyüklükte bir alan. Bu alanın hemen sağ tarafında küçük bir tahıl ambarı, sol köşesinde bir buçuk metre boyunda içi oyularak yapılmış silindir bir kurun**, kurunun yanında yağ ve diğer erzakların saklandığı büyükçe tahta bir sandık ve biraz ileride bizim namı değer küçük odamız. Ayrıca bu evimizden bağımsız olarak evimizin hemen karşısında bize ait, Gıreş dedenin evlerine bitişik çok amaçlı bir dam, damın sağ yanında orta büyüklükte bir tandır, yine evimizin Maro Yusuf dayının evine bitişik, koyunlarımızın barındığı bir koz var.

 

 

İşte bu mekan; İbogil’in, acısıyla tatlısıyla yaşam ve hayallerini sığdırmaya çalıştığı baba ocağıdır.

 

 

Yazdan kalma güzel bir gün. Bugün, babamı Almanya’ya yolcu ediyoruz. Babam, Almanya’ya gidecek, çalışıp para kazanacak ve biz de babamın göndereceği bu parayla yaşamımızı sürdüreceğiz. Her neyse, uzun süren bu yolcu etme faslı bitti ve eve döndük. Herkes üzgün. Ev halkının ağzını bıçak açmıyor. Büyük odadayız, Hürü ebem***,her zamanki gibi beni, sekinin**** üstünden sırtına alıp dışarı çıktı, evimizin önündeki taşların üzerine bıraktı ve kendisi de yanıma oturdu. Çevremdekilerin bu üzgün hali çocuk olmama rağmen ister istemez psikolojik olarak beni de etkiledi. Ailedeki bu moral bozukluğu birkaç hafta devam etti. Aylar geçtikçe babama karşı özlemimiz daha da artıyordu. Ancak sonunda bu ayrılığı kabullenmiştik artık.

 

Hepsinden daha önemlisi ailede, ciddi başka bir sıkıntı başladı tam bu ara. Biz, Hasan amcamlarla aynı baba evini paylaşıyorduk. İki ailenin bu birlikte yaşamı, birtakım sorunları da beraberinde getirmişti. Aile büyüklerimiz arasında sürekli tartışmalara şahit olmağa başladım. Bu tartışmalar kısa aralıklarla devam ededursun, bir yaz günüydü Hürü ebemle küçük odada oturuyoruz, elinde tahta bavulla babam içeri girdi.
Ebem, babamı odanın ortasında bavulla görür görmez, kısa bir şaşkınlıktan sonra babamın boynun sarılarak ağlamağa başladı. Tam bu sırada annem de odada peydahlandı.

 

Ebem, bana dönerek; “Yavrum bak, kim geldi kim, bu gelen kim biliyor musun, baban ola baban…” dedi.

 

Babam, beni kucağına aldı ve ailenin diğer üyeleri de odaya geldiler. Komşular filan derken, ev oldu bayram yeri. Gece geç saatlere kadar komşuların bu ‘Hoş geldin’ faslı devam etti. Nihayet komşuların ziyareti geç bir saatte sona erdi ve evde ailemiz dışında kimse kalmadı. Babam, getirdiği bavulu, büyük odadaki pencere tarafında bulunan sekinin üzerine koyup açtı.

 

İlk işi hediye getirdiği bir oyuncak metal grayderi büyük bir içtenlikle bana vermek oldu.

 

Çocuk olmama rağmen babamın o oyuncak grayderi bana verdiğinde duyduğu mutluluğu davranışlarından hissedebiliyordum.

 

Birisini mutlu etmekten mutlu olmak, gerçekten yüce bir duygudur. Babam, ailemizin her bireyi için getirdiği hediyeyi ayrı ayrı büyük bir içtenlikle takdim etti ve biz, bize ayrılan küçük odamıza çekildik, bu üç kişilik küçük ailemizle. Yatma vakti gelmişti ama babamla annem koyu bir sohbete başladılar bize ayrılan bu namı değer küçük odamızda.

 

Annemin babama anlattıkları aslında beni pek ilgilendirmiyordu ama konuşmalarından her ikisinin de sıkıntılı olduklarının ayırdındaydım. Ben, hediye metal greyderimi çok sevmiştim ve bizimkiler sohbet ederken bu yeni oyuncağımla oynamaya devam ettim. Bir süre sonra hepimiz yattık.

 

Günler birbirini kovalıyordu. Babamın izni bitti ve Almanya’ya geri döndü. Aile içi sıkıntı devam ediyordu. Durum artık iki ailenin bir arada yaşamasına müsait değildi. Sonunda köyün bazı ileri gelenleri ve bize de uzaktan akraba olan bu insanlarla bizimkiler bir araya gelerek uzun bir görüşmeden sonra ‘ailelerimizin ayrılması’ kararını aldılar.

 

Varılan bu antlaşmada  Hasan amcamlar ve Hürü ebemin aynı evde kalmaya devam etmesi kararı alınmış, bize ise; Yusuf amcamların evinin yanında bulunan merek ve ahırın verilmesi kararlaştırılmıştı. Hayvan olarak ise, üç koyun ve bir de hasta inek verilmişti bize.

 

Tabi bu arada kardeşim Eloş dünyaya geldi.

 

Aylar sonra biz taşınma kararı aldık. Nihayet bir sonbahar günü havanın da güzel olmasını fırsat bilerek taşınma işini gerçekleştirdik. Bize düşen üç koyunu Hase halagilin evlerin damından, Halil ağabeyimin kardeşi Hüseyin ağabey ile bayağı bir zorlanarak götürdük.

 

Daha sonra annem, Yusuf amcamla birlikte bize verilen hastalıklı ineği getirdiler. Ardından da diğer malzemeler taşındı. Doğrusu, taşınacak pek bir şey de yoktu aslında. Yeni mekanımız bir ahır ve bir merekten ibaretti. Ahır, artık hem bizim hem de hayvanların ortak yaşam alanıydı. Günler geçerken biz yeni evimize alışmaya çalışıyoruz ama ne mümkün. Bu arada bizim ineğin hastalığı da gittikçe ilerliyordu. Kış yaklaşmış biz de kışa hazırlık için ahırın girişteki sol köşesine tezeklerimizi koymuştuk. Öyle bir istiflenmişti ki bu tezekler ahırın penceresine kadar yükselmişti. Yani bir kişi isterse ahırın damından içeri rahatça inebilir, isterse de aynı şekilde ahırın içinden tezeklere tırmanarak dama rahatça çıkabilir. Hayat tabi ki devam ediyordu bir yandan. Kış sonunda geldi tüm beyaz soğuğuyla birlikte.

 

Güneşli, sıcak bir kış günü, Hürü ebemin rahatsızlığı nedeniyle annem üzerimize ahırın kapısını kilitleyip Hasan amcamlara gitti. Bizi yanında götürmedi giderken. Annemin ziyareti uzun sürdüğü için Eloş ve ben çok sıkıldık. Kapı üzerimize kilitli olduğu için dışarı çıkamadık. Benim aklıma tezeklerden tırmanarak ahırın penceresinden dışarıya çıkmak geldi. Ben, düşündüğüm gibi tezeklerden tırmanarak dışarı çıktım. Eloş, ahırda tek kaldığı için ağlamağa başladı. Yukarıdan yönlendirerek onun da dışarı çıkmasını sağladım. Bu çok tehlikeli bir durumdu. Tezeklerden tırmanırken o yükseklikten aşağı düştüğümüzde çok kötü bir sonla karşılaşacağımız kesin. Çünkü, ahırın altı, sal taş***** döşeli. İkimiz de çok panikledik ve ağlayarak Yusuf amcamlara gittik. Amcam çok üzüldü. Yusuf amcamlarda, annemi beklemeğe başladık. Bir süre sonra annem bizi evde (ahırda) bulamadığı için paniklemiş bir şekilde amcamlara geldi. Bizi gördüğünde rahatladı ama yine de çok tedirgindi. Yaptığının çok yanlış olduğunun kendisi de ayırdındaydı. Yusuf amcam, anneme bayağı bir kızdı. Annem hiç sesini çıkarmadı. Bir süre sonra annemle birlikte eve döndük.

 

Yine sıcak bir kış günüydü kardeşim Eloş’la ben evimizin arkasındaki harmanda oyun oynuyorduk, annem ağlayarak yanımıza geldi ve benden, Yusuf amcamı acele çağırmamı istedi. Ben, gidip Yusuf amcamı çağırdım ve sonrasında Yusuf amcamla birlikte ahıra girdik. Biz ahıra girdiğimizde annem ineğin başında ağlıyordu. İnek ölmek üzereydi. Yusuf amcam kan aldı fakat inek düzelecek gibi değildi. Gece geç saatlerde inek gözlerimizin önünde can çekişerek öldü.

 

İneği hastalıklı olduğu için öylece dışarı çıkarıp ölüsünü uygun bir yere koyduk. Sabah baktığımızda inekten geriye sadece kemikleri kalmıştı. Kışın aç kalan kurtlar belli ki iyi bir ziyafet çekmişti. Biz üç koyunla baş başa kaldık. Kış bizim için sıkıntılı geçti. Ahırda yiyip içiyor, ahırda yatıp kalkıyoruz. Kış bitmişti. İlkbaharın sonları ve yazın başları idi. Babam Almanya’dan izne geldi. Annemle babam, bir oda ve salon yaptırma planlarını evde dillendirmeğe başladılar. Belli ki ailenin birazcık parası vardı. Hafisgilin Celal amcanın evinin bitişiğinde bir oda ve yanında bir salon yaptırmağa karar verilmişti artık. Köyümüzün, adeta Mimar Sinanları olan komşumuz İrfani dayı ve Elogilin Mehmet amcayla görüşülerek çalışmanın başlatılması konusunda ortak karara varıldı. Mevsimin de yaz olması nedeniyle bizim inşaat çalışması hemen başlatıldı. Önce temel kazıldı. Sonra iş bölümü yapıldı. İrfani dayı ve Mehmet amca taşıma iş hariç diğer işleri hallettiler.

 

Taşıma işinin ise, Rıza kirve ve Yusuf amcam kendilerine ait furgunlarla gerçekleştirdiler. Yaz mevsimini takip eden sonbaharda biz, artık barınacağımız bir odaya ve bir salona kavuşmuştuk. İrfani dayı ve Mehmet amca büyük bir ustalıkla inşaatı tamamladı. Bu iki değerli insan inşaat süresince büyük bir çaba harcadılar. Hani bir söz var ya: “Ekmeğini taştan çıkartmak.” diye. İşte bu söz, bu iki değerli insanın şahsında somutlaşmıştı.

 

Ekmeğini taştan çıkartarak , çoluk çocuğunun kursağındaki ekmeği, alınteriyle kazandığı böyle bir parayla almak asil ve onurlu insanlara özgü bir davranıştır bence. Yusuf amcam ve Rıza kirve de aynı şekilde büyük bir emek harcadılar. Bu dört insan bize ışık oldu. Bize pırıl pırıl bir yaşam ortamı hediye ettiler. Promete****** , insanlığa ateşi sundu, bu dört değerli insan da İbogilin bu çiçeği burnunda çekirdek ailesine insan gibi yaşamaları için gerekli ortamı sundular. Onlar, İbogilin bu ufacık ailesi için özel insanlardı artık.

 

İrfani usta, Elogilin Mehmet usta, Rıza Çavuş ve İbogilin Yusuf’tan oluşan bu dört emekçi, Üstad Yahya Kemal’in meçhule giden ‘Sessiz Gemi’ sine binip sonsuzluğun ülkesine gitmiş olabilirler.Ancak;

Kesin olan bir şey var. Bu emekçilerin, İbogilin bu ufacık ailesinin kalbinde ve eserleri olan bu mekanda sonsuza kadar güzel hatıralarıyla yaşayacakları gerçeği.
_________________________________________________________________________

*Koz: Kuzu ya da buzağıların konduğu etrafı kapalı barınak.(Burada buzağı barınağı anlamındadır.)
**Kurun: İçilmek üzere su konulan ağaçtan yapılmış büyük kap.
***Ebe: Babaanne
****Seki: Köyde evlerde üzerine oturmak ya da yatmak için kullanılan tahta yapı.
*****Sal taş: Geniş, yassı taş.
******Promete: Gökyüzünden ateşi çalan ve insanlığa sunan Yunan mitolojisindeki kahraman.

18/03/2015
Aziz ÇATALPINAR

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Arpa ancak orağa geldi
Bizim diyarlarda Haros zamanı
İbogil’in küçük odasında sıkışıp kalan yaşam ve hayaller