Güneş batıdan da doğar

Güneş batıdan da doğar
11 Şubat 2015 09:20

I

Düzenli bir geliri olmayan aile büyük sıkıntılarla boğuşuyordu.

 

Aziz ÇATALPINAR H&H YORUM

 

Beslenme yetersizliği ve diğer olumsuzluklar beraberinde hastalıkları ve ardından ölümleri getiriyordu. Bu yaprak dökümünde yedi çocuktan yalnız üçü yaşamını devam ettirme mücadelesinden galip çıktı. Heinrich Guido 19 Kasım 1850’de,Fransizka 14 Nisan 1852’de,tek erkek çocukları Edgar 6 Nisan 1855’te ve son olarak 1857 yılında doğum sırasında bir çocukları yaşama veda etti. Böylece aile dört evladını acı bir şekilde kaybetmişti. Her ölüm onlara başka bir acı yaşattı. Özellikle kızlarından Fransizka’nın ölümünden sonra cenazeyi kaldıracak paraları yoktu.

 

Sonunda iyi kalpli bir Fransız göçmen sayesinde cenaze kaldırıldı. Aileyi tüm bu sıkıntılara sokan burjuvazinin zorla dayattığı sosyal yaşamdı.
Aile bu sıkıntılarla boğuşurken ailenin babası Mağripli (Karl Marx’ın yakın çevresindeki lakabı) bir yandan dünyaya şöyle haykırıyordu:
“Eğer hayatta insan soyu için her şeyden daha çok çalışabileceğimiz bir tutumu benimsemişsek belimizi bükebilecek hiç bir yük olamaz.” Karl Heinrich Marx

 

II

Ezilen toplumu bilinçlendirmek, onlara insan olduklarını hatırlatmak, yaşamlarını sorgulamalarını sağlamak amacıyla aydınlar, insanlık karşısındaki ‘Yol göstericilik’ görevleriyle ilgili sorumluluklarını hatırlamaya başlamışlardı Avrupa’da.

 

Fransa’da 1830’da başlayan burjuva devrimi, Alman burjuvazisi ve Alman aydınları arasındaki muhalefeti canlandırdı ama burjuvazi tereddüt ediyordu, çünkü arkasında bir hayalet gibi dolaşan işçi sınıfının hareketlendiğini hissediyordu. Bu şekilde Fransa ve İngiltere’de işçi sınıfı burjuva toplumunun karşısında kendi örgütlülüğünü hissettirmeğe başladı.

 

Sanayi devriminin ilerleyişi, emekçileri sefalete, sömürülmeğe, büyük sıkıntılar çekmeğe sürüklemişti. Kapitalist ekonomi bu sıkıntıları iyice artırıyordu. Binlerce emekçi yeni makineler yüzünden işlerinden çıkarıldı.

 

Bu dönemde makine üretiminin artmasıyla beraber, işçi sınıfı ve eski zanaatkarlar boş hayaller kurmaktan vazgeçerek birleşip bir şekilde örgütlenmeğe başlıyorlardı. Çünkü asıl düşmanlarının makineler değil, fabrika sahipleri ve onlara bu olanağı sağlayanlar olduğunu anlamışlardı artık.

 

Dokumacılar Fransa’da ilk ayaklanmayı başlattıklarında 1831 yıllarıydı. Bu ayaklanma burjuvaziye büyük bir korku saldı. Halkın sömürüye karşı sokağa çıkıp eşit yaşam koşulları istemesi Henri Saint-Simon, Charles Fourier, Robert Owen adlı düşünürlerin geliştirdiği ütopik sosyalizmin temeliydi.

 

Yıllar sonra Friedrich Engels ‘Bilimsel Sosyalizm’ adlı yazısında “Bütün o fantastik düşüncelerine ve ütopyacılıklarına karşın, bütün zamanların en yüce düşünürleri arasında olan ve dehalarıyla bugün doğrulukları bizim tarafımızdan bilimsel olarak kanıtlanmakta bulunan sayısız şeyi çok önceden görebilen üç adamın: S-Simon, Fourier,Owen’in omuzları üzerinde yükselir.”demişti.

 

1830 sonlarından itibaren işçiler arasında ütopik sosyalizm ve komünizm fikri öne çıkıyordu. Bu dönemde Fransız işçilerinin kafası sosyalist düşünceler konusunda karışıktı.

 

Marx, yöntem olarak kendisinin hiç bir işçi sendikasına üye olmadan, bu sistem içinde farklı bir devrimci bilimsel teoriyi işlemek ve yaymak gerektiğini düşünüyordu.

 

Belçika,1840’lı yıllarda o dönem Avrupa’sının en ileri ülkelerindendi.1830 burjuva devrimi sayesinde Hollanda’dan ayrılmış ve sanayinin her türünde ilerlemeğe başlamıştı.

 

Kapitalizm güçlenirken sosyal sorunlar da kendini iyice hissettiriyordu. Bu durum halk ile egemen güçler arasındaki yaşam standardı farkını iyice derinleştiriyordu.

 

1840’larda Belçika’nın içişleri bakanı Nothomb: “Anayasamızın tek iyi yanı, halkın onun tümünü kullanmamaya kararlı olmasıdır!”diyordu.

 

Katolik kilisesi, dinci ve kralcı çevreler Belçika’da önemli bir güce sahip oldukları halde halk arasında demokratik ve sosyalist düşüncelerin yayılmasını önleyemiyorlardı.

 

1845 yılında Prusya ordusundan istifa eden Joseph Weidemeyer,Bürükselde Marx ve Engels ile tanıştıktan sonra sosyalist düşüncelere ilgi duymağa başladı.Daha sonraları Alman işçileri partisinin en iyi savaşçılarından biri oldu ve diğer taraftan Birleşik Devletler’de bilimsel kominizmin yayılmasında büyük rol oynadı.

 

1840’lı yıllarda İngiltere’de işçi sınıfı mücadelelerinin başını ‘Ulusal Charter Birliği’ adlı yerel örgütler ağı çekiyordu.

 

İşçi sınıfının kapitalist sisteme yönelik siyasal bir sınıf hareketi olan Chartizm;işçi sınıfını kapitalist baskıdan kurtarma yollarını arayan, aydınlığa kavuşturmaya çalışan bir hareketti.

 

Bu dönemde Londra’da ‘Alman Haklılar Birliği’ önde gelenleri Alman İşçileri Eğitim Derneği’ni kurmuşlardı. Bu örgüt göçmenlerce kapitalizme karşı proleter ve demokratik mücadele için kurulmuştu.

 

Bu işçi örgütlerinin dışında 22 Eylül 1845’te Londra’da enternasyonal devrimci bir örgüt olan Kardeş Demokratlar kuruldu. Bu örgüt proleterya liderlerinin enternasyonal birlik kavramını geliştirdiklerinin bir göstergesi idi.

 

Batı’da olagelen bu olaylar devrimlerin ayak sesleri gibiydi. Başta İngiltere olmak üzere Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Belçika, Fransa gibi ülkelerde 1847 yılında ciddi ekonomik sıkıntılar kendini göstermeye başladı.

 

Bu olumsuzluklar en çok emekçileri etkiliyordu. Bu yüzden işçi ayaklanmaları başladı. Emekçilerin mücadelesi Belçika ve Fransa gibi ülkelerde iktidarda bulunan aristokrasiye, İtalya, Prusya, Avusturya gibi ülkelerde yönetimi elinde bulunduran feodal soylulara döndü.

 

Devam eden bu mücadeleler en yüksek perdeden kendisini göstermeye başladı.

 

Polonya devrimcilerinin Cracow’da giriştikleri bağımsızlık hareketi, Prusya, Çarlık Rusyası, Avusturya tarafından bastırıldı. Macaristan’da ulusal muhalefet Lajos Koossuth liderliğinde istenen özerklik, Çek burjuvazisi ve aydınlar tarafından olumlu görüldü.

 

Çartizm, İskoçya ve İngilterede’ki sanayinin ağırlıklı olduğu şehirlerde halkın ‘Halk Fermanı’ istekleriyle doruğa ulaştı.

 

Avrupa gericiliğinin kalesi Çarlık Rusyası da Avrupadaki bu halk hareketlerinden nasibini almaya başladı. Çarlık Rusyası’ndaki Vissaryon Biyelinskiy, Alexander Herzen gibi devrimci-demokrat aydınların halk üzerindeki etkileri kendini iyiden iyiye hissettirdi.

 

III

Bu olaylar devam ederken Karl Heinrich Marx,Kominist Parti Manifestosu’nu yazımı çalışmalarını sürdürüyordu. Bu çalışmayı Marx 1848 Ocak ayı sonlarında bitirdi.

 

Bu manifesto dünya proleteryasına yol gösteren ilk ve önemli bir program olarak tarihte yerini aldı.

 

Bu manifesto yeni bir dünyanın keşfinin ve kendisinin ilk bildirisidir.

 

Aydınlanmaya giden yolda örgütlülüğün olmazsa olmaz bir gereklilik olduğuna inanan proleterya ve onun önderleri, örgütlenmeye büyük önem veriyordu.

 

Çünkü, işçi sınıfının mücadelesinde başarı şansının örgütlü bir mücadeleden geçtiğine inanmışlardı. Bu mücadele ne bir ırkı, ne bir mezhebi, ne de bir dini referans gösteriyordu.

 

Daha sonra dünya edebiyatının önde gelen isimleri arasına girecek olan Maxim Gorki şöyle diyecekti:

 

“Yoldaşlar! Dünya’da bir çok ulus vardır,diyorlar. Almanlar,İngilizler,Yahudiler,Tatarlar…Ben buna katılmıyorum.Bence sadece iki ulus vardır,uzlaşmaz iki sınıf:Zenginler ve yoksullar!”

 

İşte bu örgütlü mücadelenin adı yoksulların emek ve alınteri mücadelesidir.

 

Bu mücadele, bir ırkın, bir mezhebin, bir dinin; bir başka ırk, din ya da mezhep üzerinde üstünlük kurma mücadelesi değildir.

 

Bu sadece emeğin sömürüsüne karşı emekçinin, işçi sınıfının, ezilenlerin, proleteryanın hak arama mücadelesiydi, yani ‘sınıf mücadelesi’ydi.

 

İşçi sınıfı ve onun önderleri ırk, mezhep ve din temelli mücadeleleri ‘karşı devrimcilik’ olarak görür ve bu tür bir mücadeleyi kesinlikle reddeder. Bu reddediş proleterya adına kaleme alınan manifestoda da açıkça kendini göstermektedir.

 

Bu manifestoyla, yeni bir dünyanın keşfedildiği bildirilirken, duyurulurken sonuç olarak şu haykırılıyordu:

 

Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!

 

11/02/2015
Aziz ÇATALPINAR

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Arpa ancak orağa geldi
Bizim diyarlarda Haros zamanı
İbogil’in küçük odasında sıkışıp kalan yaşam ve hayaller