Gezi’nin bıraktığı miras ve önseçimler

Gezi’nin bıraktığı miras ve önseçimler
19 Eylül 2014 09:55

HDP radikal demokrasi söyleminin, CHP ise ‘yeni’ ve rakı masasından yönetilmeyen CHP’nin peşine düşecekse, sokağa yüzlerini dönmeli ve gerekirse yaptıkları hatalardan ötürü biraz ‘tokat’ yemelidir.

 

 

Eğer HDP arkasında durduğu radikal demokrasi söyleminin, CHP ise ‘yeni’ ve rakı masasından yönetilmeyen CHP’nin peşine düşecekse, forumlara ve sokağa yüzlerini dönmek, gerekirse sokaktan yaptıkları hatalardan ötürü biraz tokat yemek durumunda.

 

 

 
Çok büyük iki fırsatı kaçırmış olarak 2015 Genel Seçimleri’ni bekliyoruz. Birinci fırsat 2014 Yerel Seçimleri idi. 2013’te ortaya kent hareketi olarak çıkıp bir gençlik isyanına dönüşen Gezi’nin, kent hareketi üzerinden insanlara işlediği duyguları ve bilinci, aday ve ilke belirleme süreçlerine yeterince yansıtamadık. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri ise aslı varken suretine itibar edilir sanıp sağcı aday arkasında birlcşilmesiyle geçip gitti. HDP kendi demokrat ve Kürt adayını çıkardı. Selahattin Demirtaş’ın aldığı oy oranı sağ şeritte sosyal demokrasinin nefes alabileceği bir alan olmadığını, sağ şeritte duranların solu kaybedeceğini herkese hatırlattı. Çünkü geleneksel CHP seçmeninden Demirtaş’ın tabanına kayda değer bir kayma yaşanmıştı.

 
Elbette bu ne HDP için önümüzdeki seçimde yüzde 10’u kesinlikle aşan ve parti olarak seçimlere girmesinde hiçbir sakınca bulunmayan bir parti olma özgüveni anlamına geliyor ne de CHP’nin herhangi bir sol adaya dönmesi halinde işlerin otomatik olarak daha iyiye gidebileceğini gösteriyor. Mevcut tablo tam aksine, akışkan ve küskün seçmen kitlelerinin beklenmedik etkilere yol açabileceğini gösteriyor ve bu küskün, yenilmekten yorgun düşmüş seçmen kitlesinin dinlenmemesi halinde kazananın yine AKP olacağını anımsatıyor.

 
Gezi’nin mirası

 

AKP iktidarı döneminde kazananı AKP olmayan tek sürecin Gezi İsyanı olduğunu düşündüğümüzde de Gezi’nin siyasal mekanizmalarına ve kültürüne dönerek önümüzdeki sürece bakmak şart oluyor.

 
Sosyal ağlardan rahatça takip edilebileceği üzere 2013 Haziran’ından geriye şehitlerinin davalarını takip eden, öldürülenlerin ailelerinin yanında bir dayanışma oluşturan bir ruh kaldı. Bugün Ethem Sarısülük’ün yahut Berkin Elvan’ın ailesinin davalarında yalnız bırakılmayacağı aşikar. Bu Türkiye’nin ‘solcuların yargılandığı ya da müdahil olduğu davalar cehennemi’ olarak en azından bir süreliğine dayanışma duygusunu sürdürebileceğinin garantisini bize veriyor. Peki ya Gezi isyanının kökenlerini ne yapacağız?

 
Gezi isyanının kökeninde, çok açık bir antikapitalist vurgu vardı. Emek bakımından güvencesizleşmiş ve buna bağlı olarak da siyasete ve emek kurumlarına güvensizleşmiş prekarya diye adlandırılan ‘yeni” sınıf, çok temel bir itirazı dile getiriyordu. Birçok siyaset bilimci Gezi’nin “nasıl yönetilmek istemiyorum’ sorusunun cevabını veren bir isyan olduğunu belirtiyordu. Oysa dünyanın dört bir tarafındaki Gezi tipi direnişler/isyanlar “nasıl bir yönetim’ sorusunu soruyor.

 
Küçük rüyalar Örneğin Habitus Kitap’tan çıkan ‘Ne İçin Mücadele Ediyoruz- Radikal Kolektif Bir Manifesto’ isimli kitap, tüm dünyada sokağa çıkan kitlelerin sistem önerilerinin yanı sıra alternatif yönetişim vc ekonomi modellerini barındırıyor. Küresel anti-kapitalist hareketler Occupy Wall Street/Wall Street’i İşgal Et vc benzeri isyanlardan akademinin küfü ve tozundan kurtulmuş, pratiği mümkün olan tartışmalar çıkardılar. Atina’dan Londra’ya, oradan da Tahrire dek uzanan bir hat çizerek yapılan ‘büyük’ isyan analizleri, bir sokağın idaresinden değiştokuş pazarlarına dek geniş bir pratiğe kadar vardı. Bu ‘kiiçük rüyalar görmek’ olarak adlandırılabilir ama temel olarak katılımcı, radikal bir demokratik pratiğin eşitlikçi bir şekilde inşa edilmesi için bunun tek yöntem olduğunu da anımsamak gerekiyor. Aşağıdan yukarı yeni bir demokrasi kurma meselesi tam da burada gündemleşiyor.
Gezi Direnişi’nde Türkiye’nin kaderini değiştirme noktasına gelen bireyler parlamenter siyasete dair umutlarını kaybetmek üzere. Oysa İspanya’da Podemos, Yunanistan’da Syriza gibi örnekler, aksinin mümkün olduğunu gösteriyor Ancak “acil gündemimiz’ ve benim de başta bahsettiğim genel seçimlerle bu doğrudan bağlantılı.

 
Mücadele devam ediyor ama…

 
önümüzde sancılı bir dönem var. Hem barış süreci, hem olası ekonomik kriz ve AKP’nin yalpalamaları etrafında çok karmaşık bir döneme yaklaşıyoruz. Sokak hareketi hem antifaşist hem de antikapitalist damar üstünden militanca mücadeleyi sürdürüyor ama reel siyaset bağlamında yeterince söz söyleyebilmesi ve bunu duyurma kapasitesi endişe verici. Öyle bir yere gelindi ki, Gezi Direnişi’nde Türkiye’nin kaderini değiştirme noktasına gelen bireyler parlamenter siyasete dair umutlarını kaybetmek üzereler. Oysa ispanya’da Podemos, Yunanistan’da Syriza gibi örnekler, aksinin mümkün olduğunu, şöyle bir silkelenip kendine gelme açısından önümüzde iyi bir fırsat olduğunu gösteriyor.

 
HDP ve CHP Geçtiğimiz haftalarda Yunanistan’da geçirdiğim zamanı göz önüne alarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, Türkiye’deki ‘sol etkinlik’ çok daha yoğun ancak bunu legal siyaset zeminine taşıma konusunda mevcut siyasi partilerin kapalı mekanizmaları büyük engel. Cumhuriyet Halk Partisi’nin PM seçim süreci bunu açıkça gösterdi. HDP – HDK ise bu konuda ilk kez bu kadar açık bir sınav verecek. Eğer partinin önde gelenlerinin sık sık vurguladığı ‘radikal demokrasi’ söyleminin hakkı verilirse, düzgün bir genel seçim strateji ve beyannamesi etrafmda aşağıdan yukarıya doğru adayların belirlenmesi mümkün olacak.

 
CHP için ise ortada bir ‘radikal demokrasi’ iddiası olmasa da Gürsel Tekin’in “CHP Gezi’de sekiz şehit verdi” benzeri söylemleri gerçekten bir şey ifade ediyorsa Gezi’nin önerdiği temsiliyeti teslimiyet haline getiren politikaların reddine dayalı anlayış bir alan kazanmak zorunda. Zira CHP’li olmayan ama CHP’ye oy veren geleneksel solcu kitleler açısından bu etik bir tartışma olmanın ötesinde artık ilkesel bir gereklilik halini aldı.

 
Tokat yemek iyi gelebilir

 

Sol açısından iki farklı damarın parçalarını temsil eden bu iki hareketin/partinin de önünde aslında aşılması ve anlaşılması güç olmayan problem ise şu: Geçmişin konvansiyonel siyaset algısının, parti liderlerinin sık sık vurguladığı masada ve kafede siyaset yapma alışkanlığının kırılması tamamen o liderlerin kendilerine bağlı. Eğer HDP arkasında durduğu radikal demokrasi söyleminin CHP ise “yeni’ ve rakı masasından yönetilmeyen CHP’nin peşine düşecekse, forumlara vc sokağa yüzlerini dönmek, gerekirse sokaktan yaptıkları hatalardan ötürü biraz tokat yemek durumundalar. Zira her iki partinin de bu tokatları yemesi ve aşağıdan yukarıya mekanizmalarla geleceklerini ele alması dışında Türkiye’de parlamenter muhalefet adına bir umut görünmüyor.