Fransa'nın kararı insan haklarına aykırıdır

Fransa'nın kararı insan haklarına aykırıdır
24 Ocak 2012 16:45

Uluç Gürkan HH’ye konuştu…

Fransa Parlamentosu’nun aldığı kararın ardından toplumun tüm kesimleri buna tepki gösterirken HH olarak ‘Buraya nasıl geldik? Nerede hata yaptık? Bundan sonra ne yapmalıyızı?‘   Ermeni Yalanını anlatmak konusunda yıllardır hem Türkiye’de hem de Dünya’da birçok çalışma yapmış Meclis Eski Başkan Vekili ve Gazeteci Uluç Gürkan’la konuştuk. Gürkan HH okurları için çok çarpıcı açıklamalarda bulundu.

 

H&H Röportaj – Seyit Tosun

 

 

 

 

Genel tabloya baktığınızda nasıl bir manzarayla karşı karşıyayız?

 

Fransa’da çıkartılan bu yasa düşüncenin ifadesini , kanaatin açıklanmasına yasak getiriyor. İnsanlık Tarihi’nin düşünce özgürlüğü ve demokrasi mücadelesine kara bir leke olarak geçmiştir. Bu yasanın çıkartılması tüm tarih boyunca verilen düşünce özgürlüğü mücadelesinin geriye gitmesi demektir. Üstelik bunu Fransa’nın yapması daha büyük bir ayıp , çünkü Fransa düşünce ve ifade özgürlüğünün verildiği 1789 Fransız Devrimi’ni yapmış ve tüm Dünya’yı etkilemiş bir ülke. Dünya’da ifade özgürlüğünün öncüsü olan Fransa’nın bunu yapması çok vahimdir.

 

Düşünce ve ifade özgürlüğünün en önemli savunucusu olan AB üyesi  Fransa’nın bu kararı almasını nasıl yorumluyorsunuz?

 

Fransa’nın bu yaptığı 1789 İnsan Hakları Bildirisi’ne de aykırıdır. Hem Fransa’nın hem de Türkiye’nin üyesi olduğu A.İ.H.M. Sözleşmesine de aykırı bir durumdur bu. Bu sözleşmenin 10. Maddesinde ‘ Hiç kimse düşüncesinden ötürü yargılanamaz, yasaklanamaz ‘ Diyor. Dün Senatodaki Bakan bu sözleşmenin bu maddesindeki 2. Paragrafa atıf yaptı. Ve yasanın geçmesi için bu paragrafı da örnek gösterdi. Ancak bu paragrafta düşüncenin yasaklanabileceğini gösteren konular var. Bunlar ; Toprak bütünlüğü , ulusal güvenlik , kamu sağlığı ve toplumun düzeni gibi maddeler. Bu paragrafla alakası olmasa da bu paragraf örnek gösterilerek Türk’lerin ifade özgürlüğü engellenmek istenmiştir.Kaldı ki Fransız bakan ve bazı senatörler Ermeni tarihçilerin bile kullanmadığı ve sahte olduklarını kabul ettikleri Andonian belgelerini kullandılar.

 

Peki bu süreci Türkiye engelleyebilir miydi?

 

Türkiye’nin neyi ne kadar engelleyebileceğini söylemek hata olabilir. Ama asıl hata daha önce yapıldı. Bu yasayı yıllar önce meclisinden geçirmiş olan İsviçre’yi biz Ermenistanla yaptığımız protokol görüşmelerinde arabulucu hatta hakem olarak kabul ettik. Türkiye tarafının bu şekilde bir davranış sergilemesi başka ülkelerdeki bu konuda caydırıcılığı da azaltmış oldu bizim açımızdan. Bu yapılanlar da Fransız’ları cesaretlendirdi doğal olarak.

 

Bundan sonra neler yapılabilir?

 

Başta Fransa olmak üzere tüm ülkelerde yayın yapan her yerde bu soykırım yalanını anlatan yazıları , görselleri ve iletileri paylaşmakta fayda var. Bu iddiaları geçersiz kılacak materyaller kullanılmalıdır. Diplomatlarımızı engellemeye kalsalar da bu yapacaklarımız bizim AİHM’ye gitmemize de olanak sağlayacaktır.

Tam da bu günlerde bir kitabınız yayınlandı ‘Ermeni sorununu anlamak’ isimli. Galiba bugünlerde daha da anlam kazandı bu kitap. Kitabınızı bize anlatır mısınız biraz?

 

Ermeni Sorunu’na bu kitabımdaki  şekilde hiç yaklaşılmamıştı… Uluslararası arenada yıllardır bu konuda mücadele veren birisi olarak ezberleri bozmak  zorundayız.

 

DESTEK Yayınevi’nce yayınlanan “belge-söyleşi” kitabımda, “Türkiye halkı, ülkesi ve ulusuyla ‘soykırımcı’ olarak tanımlanmayı hak ediyor mu? Böylesi bir tanımlama, tarihi ve hukuki gerçeklerle uyuşuyor mu?” sorularının yanıtı, karşılıklı önyargıların ve nefret duygularının ötesinde, tarihi gerçeklik ve hukuki belgesellik boyutlarıyla anlatmaya çalıştım.

 

 
“Ermeni soykırımı” suçlamaları, “tencere dibin kara, seninki benden kara” edebiyatıyla karşılanmaya çalışılmıyor. Kaç Ermeni’nin öldüğünü, bu arada yaşamını yitiren Türk ve Müslümanların sayısını tartışılmıyor. Böylesi anlamsız ve kısır tartışmalar yerine, “Ermeni Soykırımı” ezberini hem tarihsel hem de hukuksal olarak bozacak üç temel konu üzerinde duruluyor.

 

 

Kitabımda ilk olarak, “soykırım suçunun” hukuki çerçevesi irdeleniyor…

 

 
Kitapta, 1948 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Soykırım Sözleşmesi’ne göre soykırım suçunun tüzel kişilere değil, gerçek kişilere yöneltilmesi gerektiği, bu hukuki gerçekliğe karşın, “Ermeni Soykırımı” suçlamalarının, ülkesi ve ulusuyla Türkiye’ye yöneltildiği; dolayısıyla nasıl bir “nefret söylemine” dönüştüğü ayrıntılarıyla açıklanıyor. Türkiye’ye karşı düşmanlık duygularını tahrik eden bu hukuk dışı ve ırkçı söyleme son verilmesinin soykırım iddialarını tartışmanın önkoşulu olması gerektiği savunuluyor.

 

 
İkinci olarak, soykırımın olup olmadığına karar verecek yetkili merciin altı çiziliyor…

 
Kitapta, BM Soykırım Sözleşmesi, soykırım suçunun varlığı ya da yokluğu konusundaki yetkili merciin “yargı organları” olarak belirlendiğine dikkat çekilirken, bu bağlamda, unuttuğumuz, bize keyfi bir sürgün olarak yansıtılan Malta Yargılaması anımsatılıyor…  Birinci Dünya Savaşı sonrasında çok sayıda İttihat ve Terakki Partisi yöneticisinin “Ermenilerin toplu katliamı” suçlamasıyla üç yıla yakın süre Malta’da tutulduğu…“Sevrés Antlaşması” uyarınca Londra’daki İngiliz Kraliyet Başsavcılığı tarafından “soruşturma” kapsamına alındığı… Ancak, Başsavcılığın bu kişiler aleyhine “hukuki geçerliliği olan” hiçbir “katliam/kırım” kanıtı bulamadığı; sonuçta “kovuşturmaya yer olmadığı” hükmüne vardığı ve serbest bırakılmalarını sağladığı tek tek belgeleniyor. Malta’daki bu yargılama sürecinin, “Ermeni Soykırımı” iddialarını kökten çürüten hukuki sonuçları da İngiliz arşiv belgelerinin ışığında güncelleniyor…

 
Son olarak, bir süredir “soykırım” iddialarının temel dayanağı olarak sunulan “tehcir uygulaması” üzerinde duruluyor. Birinci Dünya Savaşı koşullarında Osmanlı Ermenilerinin silahlı isyanı ve Osmanlı topraklarını işgal eden Çarlık Rusya’sının yanında savaşa katılması, tehcir uygulamasının 1949 tarihli Cenevre Sözleşmelerinin 1977 tarihli Ek 2 Protokolündeki “askeri gereklilik” ve “güvenlik” kapsamında değerlendirilmesini tartışmaya açılıyor…