Fena kapıştılar, ulusal sorunları yine ötelediler

Fena kapıştılar, ulusal sorunları yine ötelediler
7 Kasım 2012 14:24

Dün, Kamutay’da (Meclis’te) grubu olan siyasi partilerin grup günüydü. 4 Kasım’daki 10’uncu olağan kurultayın yorgunluğundan olsa gerek, MHP yoktu.
Baki KARAKOL H&H HABER YORUM

AKP’nin Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayip Erdoğan ile Yeni CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise “bahtsız bedevi” üzerinden, fena kapıştılar, ulusal konu ve sorunları gene ötelediler, gündemden düşürdüler, unutturdular.
 
Kapışmaları üzerinde durmayacağız…
 
Başbakan Erdoğan’ın “Artık biz 27 Ekim olayını geride bıraktık ve yerel seçimi de zamanında yapacağız, 2014 Mart. Madem ki böyle isteniyor, öyleyse biz 2014 Mart’ında bunu yapacağız. Bizim endişemiz yok. Ama muhalefet niçin bu tür şeye karşı çıktığını, yalan yanlış şeyler söyleyerek, özellikle Ana Muhalefet Partisi bunu da izah edemeden bu işe karşı çıktı. Tamam, bizim için bu noktada bir rahatsızlık yok; inşallah 2014 Mart’ında normal zamanında biz yerel seçimi yapacağız” biçimindeki…  
 
Anamuhalefetin 1 numarası Kılıçdaroğlu’nun da, “Bunların bir özelliği daha var: Yalancılıkta, sahtekârlıkta, altını çiziyorum, bunları yakalayan hiçbir güç olamaz. Neden diyeceksiniz? Bunlar Parlamentoda bütün muhalefet milletvekillerinin gözleri önünde sahtekârlık yapıyorlar, öteden beri yapıyorlar, defalarca ortaya çıktı. Değerli arkadaşlarım, sahtekârlık nedir, biliyor musunuz? Kendisi Mecliste değil, Meclisteymiş gibi Başkana oy pusulası gönderiyor, ‘Ben, Meclisteyim’ diyor. Kendisi yurt dışında, ‘Meclisteyim’ diye pusula gönderiyor. Bu sahtekârlığa ne diyeceğiz? Recep Tayyip Erdoğan, bu sahtekârlığa sen ne diyeceksin? Senin milletvekillerin yapıyor bunu. ‘Din, iman’ diyorsun, ‘Allah, Peygamber’ diyorsun, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, millî iradenin tecelli ettiği bir yerde, senin milletvekillerin sahtekârlık yapacak, sen çöl bedevisi gibi sesini keseceksin! Buna sessiz kalan, bugüne kadar ses çıkarmayan, kim olursa olsun AKP Genel Başkanı da eğer hâlâ sessizliğini koruyorsa, bu sahtekârlıklara ortaktır” biçimindeki konuşması üzerinde durmayacağız.
 
Ancak…
 
“Bugünlere adım adım yürüyerek geldik” ve “Görünen o ki, muhalefet partileri, AK Parti iktidarıyla değil, artık birbiriyle yarışıyor. Çünkü bu söylemler, bu siyaset tarzı, bu üslup bunları en fazla ‘anamuhalefet’ yapar. Eh, bu da bir hedeftir, bir amaçtır, hiç yoktan iyidir” derken, “doğru”yu söyleyen, “Bizim yegâna güç kaynağımız ve dayanağımız o medya  değil” ve “Siz toplumun bir bölümünü ötekileştirirseniz, onları bir tehlike olarak görürseniz, dışlarsanız elbette iç barışı, toplumsal huzuru sağlayamaz, iş hayatını zehirlemiş olursunuz. Bugün hukuk devleti standartları bu derece gelişmeseydi, uluslararası yatırımcı Türkiye’ye gelmezdi. Bugün hak ve özgürlükler bu derece güçlenmeseydi, yerli yatırımcı güvenle yeni teşebbüslerde bulunmazdı. Bugün siyaset normalleşmeseydi, demokratik ve siyasi istikrar sağlanmasaydı Türkiye ekonomide dünya rekorları kıramazdı. Bugün yolsuzlukla mücadele eden bir anlayış iktidarda olmasaydı bu yatırımlar, bu hizmetler yapılamazdı” derken de “çelişki”ye düşen Başbakan Erdoğan’ın, “Ulusal onurumuz için gerekirse can veririz” sözü…
 
“Türkiye’nin, sahtekâr politikacılardan kurtulmuş, saygın bir Türkiye Büyük Millet Meclisine ihtiyacı var” ve “Bunlar ne diye iktidar oldular? ‘Üç Y’ dediler. “Yolsuzluk var, yasaklar var, yoksulluk var” dediler. Yasaklar var mı? Daha fazlası var. Yolsuzluk var mı? Paçalarından akıyor. Peki yoksulluk var mı? O da var. Bunların devri iktidarında açlıktan bebekler öldü. Y’den sonra ne geliyor? Z harfi. Üç tane Z ikram ettiler bu ülkeye: Zindan, zulüm ve zam” derken “doğruyu söyleyen, “Otuzdan daha az işçi çalıştıran iş yerlerindeki işçilerin sendikal hakları ellerinden alınıyor, tazminat hakları ellerinden alınıyor. Sormak istiyorum: Acaba bu işçi sendikaları nerede? Sormak istiyorum: Acaba bu işçi sendikaları gazetelere tam sayfa ilan vermekle sonuç elde edeceklerini mi düşünüyorlar? Oturacaksınız işçinin parasını yiyeceksiniz, keyif çatacaksınız, döneceksiniz ‘Bu Cumhuriyet Halk Partisi niye bizimle ilgilenmiyor?’ diyeceksiniz. Buradan bütün işçi kardeşlerime sesleniyorum: Sizin hakkınızı sonuna kadar savunacak olan parti Cumhuriyet Halk Partisidir. Emeğe, alın terine değer veren parti Cumhuriyet Halk Partisidir. Sizin alın terinizin hakkını alabilmeniz için çaba harcayan tek parti Cumhuriyet Halk Partisidir” derken de “çelişki”ye düşen Kılıçdaroğlu’nun ise “Türkiye’nin yeni bir anlayışa ihtiyacı var” sözü üzerinde duracağız.
 
“Biz Türk Lirası’nın değer kazanmasından dolayı göbek değil ey Kılıçdaroğlu, can atarız can” diye gür gürleyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Ulusal onurumuz için gerekirse can veririz” tümcesiyle “yalan” söylemiyor mu ve büyük bir yanlış yapmıyor mu?!.
 
Kendisi, hükümeti, partisi, partili arkadaşları, Başbakan Erdoğan’ın söylediği gibi, gerçekten, “Ulusal onur için gerekirse can verir”ler mi?!.
 
Vermeyecekleri, “ulusal onur”u ciddi biçimde “inciten” siyasalar izledikleri, izlemekte kararlı oldukları, olacakları söylemelerinden biliyoruz! Bunları, duymazdan, bilmezden mi geleceğiz, yadsıyacağız?!.  
 
“Ulusal onur için can veren”lerden olsalardı, sözleri içinde “gerekirse” sözcüğüne yer vermezlerdi!
 
Ulusal onur için can verilecekse, o can verilir, “gerekirse” diye bir şey yok!..  
 
Ulusal onur için can verenler ve verecek olanlar, ikileme, beklentiye girmeden canlarını verirler! İkileme, beklentiye düşenler ise Başbakan Erdoğan gibi düşünürler ve sırf söylem olsun diye “Ulusal onurumuz için gerekirse can veririz” derler!     
 
Tümcesinin tamamı “Türkiye’nin yeni bir anlayışa, barışa, huzura ihtiyacı var” biçiminde olan Kılıçdaroğlu da, “gereksinim (ihtiyaç) seçeneğinde, arayışı”nda, Atatürk’ü, Atatürk’ün düşüncelerini, devrim ve ilkelerini anımsamayarak, “çelişki”ye düşmüyor mu ve büyük bir yanlış yapmıyor mu?!. Aynı zamanda…  “Ulusal onurumuz için gerekirse can veririz” diyenlerle aynı safta buluşmuyor mu?!.
 
Yanıt, “evet”tir!
 
Kılıçdaroğlu, siyasi söylem için arada bir, Atatürk’ü, Atatürk düşüncelerini, devrim ve ilkelerini ağzına alıyor!..
 
İçtenlikli ve inanan biri olsaydı, Atatürk’le, Atatürkçü düşünceyle, Atatürk devrim ve ilkeleriyle kaynaşırdı, başka seçeneklere, arayışlara gereksinim duymazdı, Atatürkçü düşüncenin yaşama geçirilmesi için ter akıtır, emek tüketirdi, ulusal sorunları bir bir çözerdi, ulusal sorunların bir bir çözümüne katkıyı verirdi…  
 
Kılıçdaroğlu, neden Atatürk’ten, Atatürkçü düşünceden, Atatürk devrim ve ilkelerinden uzak?!.
 
Beşikteki bebeğin bildiğini burada yazmaya gerek görmüyorum!
 
“Horoza sormuşlar, tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan çıkar? ‘Vallahi ben onlardan anlamam, ben söyler geçerim’ demiş. Ben de söyler geçerim” diye konuşmasını “yakışıksız” hatta “çirkin” bulduğumuz Kılıçdaroğlu, “Fitch’in bir raporu çıktı. Bugün Sayın Başbakan uçuyor ‘Rapor çıktı’ diye. Ben gerçekten merak ediyorum: O raporu acaba tercüme edip Başbakan’ın önüne koydular mı? İçinde ne olduğunu acaba Başbakan biliyor mu? Bildiği konusunda endişelerim var, kesinlikle bilmiyor” tümcelerini ederken, ne söylediğinin de ayırtında değil! Andığı raporun içeriğini Başbakan’ın bildiği konusunda hem “endişeleri var” diyor, hem “kesinlikle bilmiyor” diyor! “Endişe” ile “kesinlik” bir arada nasıl oluyor?!.  
 
Kılıçdaroğlu, sapla samanı karıştırmada, Başbakan Erdoğan’la yarışıyor, neredeyse Başbakan Erdoğan’ı geçecek!..  
 
Biz de… “Kolay gelsin. Tanrı birlikteliğinizi bozmasın…” deyip geçelim…