Eroğlu’ndan CHP YDK’ya manifesto gibi savunma!

Eroğlu’ndan CHP YDK’ya manifesto gibi savunma!
18 Şubat 2016 09:41

Halkın Habercisi Yönetim Kurulu Başkanımız İlyas Güven Eroğlu, sitemizde çıkan haberler gerekçe gösterilerek 30 yılı aşkın süredir başarısı için mücadele ettiği CHP’den sırf siyasi hırs uğruna rakipleri tarafından partiden uzaklaştırılması için Ankara İl yönetiminin savunmasına bile gerek duymadan oy birliği ile CHP tüzüğünün 70/A maddesi gereği İl Disiplin Kurulu’na sevk edilmiş, İl Disiplin Kurulu’nun İl Başkanlığı’nın kararını hukuksuz bularak dosyayı İl Başkanlığı’na iade etmesi ile İl Başkanlığı’nın İl Kongresi’nden hemen sonra tekrar toplanıp yine aynı gerekçe ile İl Disiplin Kurulu’na sevkinin ardından, İl Disiplin Kurulu’nun yeniden toplanıp İlyas Güven Eroğlu’nun tüzüğün 70/A maddesi gereği kesin ihraç edilmesine karar vermişti.

 

 

H&H ÖZEL HABER

 

 

2227-630x299

 

İlyas Güven Eroğlu İl Disiplin Kurulu’nun bu kararına süresi içerisinde CHP YDK (Yüksek Disiplin Kurulu)’ya itiraz hakkını kullanmış, YDK’nın kendisine yazdığı bir yazı ile tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde yazılı savunmasını ve 17.02.2016 tarihinde de sözlü savunmasını yapmak üzere CHP Genel Merkezi YDK’da hazır bulunmasını yazı ile bildirmişti.

 

 

İlyas Güven Eroğlu yazılı savunmasını süresi içerisinde YDK’ya yaptı.

 

Manifesto niteliğindeki o savunmayı aynen yayınlıyoruz:

 

                                                     CHP YÜKSEK DİSİPLİN KURULU BAŞKANLIĞI’na

                                                                                                                                              ANKARA
İlgi’de kayıtlı yazılarında; “Ankara İl Disiplin Kurulu’nun 21.12.2015 gün ve 2015/17 sayılı kararı ile hakkımda verilmiş olan ‘Kesin Çıkarma Cezası’ kararına yaptığım itiraz üzerine, dosyamın usul ve esas yönünden incelenmek üzere 17.02.2016 tarihli Yüksek Disiplin Kurulu toplantısı gündemine alındığı” belirtilerek;
‘yazılı ve sözlü savunma yapma hakkı’na sahip olduğum hatırlatılmıştır.

 

Savunma hakkımı hem yazılı hem de sözlü olarak kullanmak istiyorum.

 

‘Yazılı savunmam’ olarak aşağıdaki hususları, saygıdeğer Kurulunuzun dikkat ve takdirlerine sunarken;
‘Partimin çıkarları açısından’ yazılı olarak ifade etmek istemediğim bazı hususları sözlü olarak ifade etmek üzere 17.02.2016 günü saat 11.00‘de yapacağınız toplantıda hazır bulunacağımı da saygılarımla arz ediyorum:

 

 

Aşağıdaki savunmayı, adeta kutsal, dokunulmaz ve engellenemez olması gereken ‘savunma hakkı’ na sarsılmaz inancım çerçevesinde yaptığımı öncelikle ve özellikle belirtmek isterim!
Zira önünüzdeki dosya, yüce bir değer olarak adalet ile kutsal bir haslet olarak adilliğin sadece engelsiz bir savunma ile gerçekleşebileceğinden bihaber görünen ve savunmamı almanın şart olduğunu dahi bilmeksizin ‘disipline sevk işlemi’ yapabileceğini zanneden bir il başkanlığının şikayeti üzerine tekemmül ettirilmiş ‘hukuken vasıfsız’ bir dosyadır!

 

 

Saygıdeğer Kurulunuz’un dikkat ve takdirlerine sunulan ‘itiraz dosyası’nın içeriğine gelince;
Hakkımda verilmiş olan ‘Kesin Çıkarma Cezası’ kararı; bence doğru olmayan iddialar ve hiç bir geçerliliği bulunmayan gerekçelere dayalı olarak alınmış, ‘hukuki değil siyasi’ bir karardır.
Kaldı ki, CHP Ankara İl Başkanlığı’nın, dokunulamaz savunma hakkını adeta yok saymasına ilişkin ‘vahim hukuki hata’larının hatırlatılmasından sonra benden istemeleri üzerine 30.11.2015 tarihinde İl Başkanlığına kendi el yazım ile vermis olduğum beş sayfadan oluşan savunmamda da belirttiğim gibi; “haber sitesinin genel yayın yönetmeni, haber editörü ve yayın kurulunun yanı sıra birçok muhabiri bulunmaktadır. ‘Halkın Habercisi’ haber sitesi, yayınlarını bağımsız habercilik ve özgür basın anlayışı içerisinde yapar. Sahibi olarak benim ya da başka kişilerin isteği ya da talebi doğrultusunda yayın ilkelerine aykırı hiçbir yayında bulunmaz; iddia edilen haberlerin tamamı, Halkın Habercisi yayın kurulunun kararı ve genel yayın yönetmeninin onayı ile yayınlanmıştır.”

 

 

Yazılı ve bilahare sözlü (15.12.2015) savunmamda ayrıca; söz konusu haber sitesinde yayınlanan tüm haberlerde, belgeye dayanmaları nedeniyle hakaret, iftira gibi suç oluşturacak bir unsurun bulunmadığına işaret edilmiş ve şikayet konusu ile ilgili olarak ‘şahsım ve yazı işleri müdürü ile ilgili bir şikayetin olmadığı’ vurgusu ile birlikte vaki suçlamaların hiç bir şekilde şahsımla doğrudan ilişkilendirilebilmesinin mümkün olmadığı da belirtilerek, tamamen haksız- hukuksuz yürütülen bu soruşturmanın, ‘siyasi baskılarla sonuçlandırılabileceği’ uyarısı da yapılmıştır.
Oysa; ‘zorlamayla’ hazırlandığı intibaı uyandıran soruşturma dosyasında, haber konusu “Çankaya Belediye Başkanı’nın kayınpederinin ‘CEPA AVM’de ortaklığı olduğu” ile “Partimizin Örgütlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili olan kişinin de ‘Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin şehrin giriş kapıları inşaat ihalesini alan şirketlerin ortağı olduğu’nu açıkladığım” iddia edilmektedir.
Cevabım şudur: Bu iddiaların hiç biri doğru değildir. Söz konusu haberin bir kez daha dikkatle okunması ve incelenmesi halinde; okuduğunu anlayıp, doğru analiz yetisine sahip herkesin de kolayca görebileceği gibi, haberin hiç bir yerinde anılan kişilerin doğrudan ve şahıs olarak şuçlandıkları tek bir kelime dahi yoktur!..
Bu bağlamda bir kez daha hatırlatmak gerekmektedir ki, ben o haber sitesinin genel yayın yönetmeni, sorumlu yazı işleri müdürü ya da muhabiri değil, sadece ‘sahibiyim’ ve bu sitenin yayınlarına hiç bir surette müdahalem söz konusu değildir ve olamaz da…

 

 

Hal böyle iken; hakkımda verilmiş olan ‘Kesin Çıkarma Cezası’ hukuki dayanaktan yoksundur ve en önemlisi; Anayasamızın 90/5. Maddesi’nin amir hükmüne istinaden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ‘Düşünce, Vicdan ve Din Özgürlüğü’ başlıklı 9. Maddesi ile ‘İfade Özgürlüğü’ başlıklı 10. Maddesi’ne aykırıdır (Bilindiği gibi basın özgürlüğü, AİHS’nin 9. Ve 10. Maddeleri çerçevesinde değerlendirilir).

 

 

Gerçekten; CHP Ankara İl Başkanlığı’nca verilen söz konusu ceza, düşünce ve ifade özgürlüğüne, basın özgürlüğüne ve halkın haber alma özgürlüğüne doğrudan müdahaledir; bu nedenle de Anayasa’ya ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırılığı tartışmasız bir baskı ve yıldırma amaçlı ‘keyfilik’tir.
Asıl suçluları araştırmadan, soruşturmadan; haber yapanları yani mesleğini yani sadece gazetecilik yapanları cezalandırmaya kalkışmak, ‘gazeteciyi değil, gazeteciliği yargılamaktır’.

 

 

Daha önce de ‘örgütsel doküman’ diyerek basılmamış kitaplar yasaklanmıştı. İnternet, facebook, twitter gibi sosyal medya araçları engellenmek istenmişti; hatta bir süre yasaklanmıştı; sansür girişimleri olmuştu; akreditasyon uygulamaları yapılmıştı.

 

 

Aydınlık yarınlara kapı açmakla yükümlü çağdaş bir parti olarak CHP ‘nin, ‘görevini yapan gazetecileri cezalandırmak suretiyle gerçeklerin yok edilemeyeceği’nden hareketle; Anayasa’sında ‘demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğu’ yazılı bir ülkenin çağdışına sürüklenmek istenmesinin en bariz göstergelerinden olan ‘otosansür’ ve neredeyse yok edilmiş ‘basın özgürlüğü’ başta olmak üzere, tüm bu kısıtlayıcı uygulamaları yeniden hatırlamasını diliyorum!..

 

 

Zira inanıyorum ki, benim de üyesi olmaktan onur duyduğum ve uzun yıllardır başarısı için sadakatle, özveriyle hizmet ettiğim ‘CHP, yasalara uymak yerine, yasaları kendine uydurmak isteyenler’in partisi olamaz, olmamalıdır’!

 

 

Bu itibarla hakkımda verilen ‘Kesin Çıkarma Cezası’ kararını kabullenmem söz konusu dahi edilemez. Kararın gerekçelerinden hiç birine katılmıyorum.

 

 

Ayrıca, aşağıda belirteceğim hususları, Partimizin en önemli ve saygın organlarından biri olarak kabul ettiğim saygıdeğer Kurulunuz’un ‘özenli, tarafsız ve hukuki olacağına inanmak istediğim’ değerlendirmelerine sunuyorum:

 

 

Gazetecilerin, yaptıkları bir haber nedeniyle suçlanmaları, hukuka aykırıdır.
Gazetecilerin yayımladıkları haberler sebebiyle suçlanmasına dayanak olarak gösterilen bütün hükümler, Anayasamızın 90/5. maddesinin emredici hükmü ışığında yorumlanmalıdır. Buna göre, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin(AİHM) özgürlükçü içtihadı, aksine yorumlara daima üstün gelmeli, gazeteciler mesleklerini icra ettikleri için ceza tehdidine uğramamalı ve özgürlük kısıtlamalarına tabi tutulmamalıdır.

 

 

Anayasamıza göre basın özgürdür ve sansür edilemez. Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak önlemleri alır.
Basın özgürlüğünün ortadan kaldırılması, bilgi edinme hakkının da yitirilmesiyle ve böylece siyasi iktidarların denetimsiz kalmalarıyla sonuçlanır.

 

 

Tarih, denetimsiz kalan siyasi iktidarların toplumları felakete sürüklediği nice örneklerle doludur ve tarih ondan ders almayanlar yüzünden tekerrür eder.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de (AİHM), basın özgürlüğünün önemine değindiği çeşitli kararlarında basın özgürlüğünün, “demokratik bir toplumda” en temel özgürlükler arasında olup; basının “…siyasi hayatın bekçisi…” olduğuna işaret etmiştir (Lingens v. Avusturya 1986).

 

 

Basın özgürlüğü, esasında daha genel bir kavram olan düşünce özgürlüğünün medya alanındaki yansımasıdır. Bu kavram insanların haber alma özgürlüğü ile birleşerek düşünceyi açıklama ve açıklanan düşünceye ulaşabilme özgürlüğünü oluşturur.
Esasında düşünceye ulaşabilme veya daha genel adı ile haber alma özgürlüğü, öncelikle medyanın engelsiz biçimde olabildiğince geniş kitlelere ulaşabilmesinin sağlanmasıyla gerçekleşebilir.

 

 

Esasen her ferde tanınmış olan ifade özgürlüğünün etkili olabilmesi için başvurulması en olası araç, elbette ki medya olacaktır. Bu nedenle ifade özgürlüğü, medya açısından ‘olmazsa olmaz’ mertebesindedir.

 

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 1986 tarihli Lingens v. Avusturya kararında, basın özgürlüğü ile ilgili olarak şu ifadelere yer vermiştir: “…Basın, her ne kadar, özellikle ‘başkalarının onurunu korumak’ amacıyla konmuş bulunan sınırları aşmamak zorunda ise de, politik sorunlar ve genel yararı ilgilendiren öteki konulara ilişkin haber ve düşünceleri iletmekle de görevlidir..Basın özgürlüğü, kamuoyuna, yöneticilerin fikir ve davranışlarını öğrenme ve değerlendirmede kullanılacak en uygun araçlardan birini sağlamaktadır. AİHS’nin 10. Maddesi bu hususu ‘kamunun bilgi ve haber alma hakkına sahip bulunduğunu belirtmek’ suretiyle ifade etmiştir.” (A. Şeref Gözübüyük / A. Feyyaz Gölcüklü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, 4. Bası, Ankara 2003).

 

 

Basın özgürlüğü, demokratik toplumun vazgeçilmez unsurlarından biri olarak kabul edilmelidir. Zira ancak toplumsal veya bireysel sorunların özgürce tartışıldığı bir ortamda gerçek anlamda demokrasiden bahsedilebilir. Bu nedenle demokratik toplumda her fert düşüncesini serbestce ifade edebilmelidir. Bu hakkın niteliği gereği bu serbestliğin sınırları da mümkün olduğunca geniş tutulmalıdır.
Nitekim AİHM 1976 Tarihli Handyside v. İngiltere Kararında “2. Fıkra hükmü saklı kalmak kaydıyla bu özgürlük sadece itibar gören veya zararsız yahut önemsiz sayılan ‘haberler’ ya da ‘fikirler’ bakımından değil, aynı zamanda devlet yahut halkın bir bölümü için aykırı, kural dışı, şaşırtıcı veya endişe verici cinsten olanlar için de geçerlidir.” değerlendirmesinde bulunmuştur (Gözübüyük/Gölcüklü, s.358).

 

 

Kısacası ifade özgürlüğü, en basit anlatımıyla görüşlerin, doğru ya da yanlış olmasına bakılmaksızın ifade edilebilmesidir. İfade özgürlüğünün 3 temel ayağı bulunmaktadır:
Kanaat sahibi olma, bilgi ve kanaate ulaşma,bilgi ve kanaati yayma…
Kanaat sahibi olmak için bilgi ve kanaate ulaşmak gerekir, bu nedenle bilgi ve kanaate ulaşma, basın özgürlüğünü ve bağımsızlığını gerektirir. Şeffaflık da tam bu noktada değer kazanmaktadır. İfade özgürlüğü ve şeffaflık birbirinden ayrılmaz iki hak ve ihtiyaçtır. Her ikisi de sağlıklı bir demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Şeffaflık da bilgiye ulaşabilmek hakkının kullanımının maksimum seviyede güvence altına alınmasıdır.

 

 

İfade özgürlüğünü ve şeffaflığı insan hak ve özgürlüklerinin vazgeçilmez parçası olarak gören ülkelerin ulaştığı refah seviyesi ile ifade özgürlüğü bulunmayan ülkelerin durumunu karşılaştırınca, ifade özgürlüğü ve ekonomik – kültürel gelişmişlik arasındaki ilgi de açıkça görülebilir.

 

 

İfade etme ihtiyacı hissedilmediğinde düşünce ihtiyacı da ortadan kalkar… düşünme ihtiyacı hissetmeyen bireylerin oluşturduğu bir topluluğun, hayatın gelişimine katkı sağlaması zordur.

 

 

Unutmayalım; kafaların çalışmadığı bir ülkede kaba kuvvet çalışır…

 

 

Ne yazık ki, Türkiye’de ifade özgürlüğü konusundaki gelişmeler üzücü ve ürkütücü; bugün birçok kişi görüşleri nedeni ile haklarında dava açılıyor, hatta tutuklanıyor… Türkiye halen AİHM’in ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında, hakkında en fazla ihlal kararı verilen devletler arasında yer almaktadır. AİHM’nin 52 yıllık uygulamasına ilişkin 2011 yılında yayınlanan ihlal istatistiklerine göre de, 21 yıllık üyelik döneminde (1990-2011) Türkiye, “ifade özgürlüğü” ile ilgili hakkında verilen 207 ihlal kararıyla birinci olmuştur.

 

 

AİHM’in, ifade özgürlüğü sınırlarını ne kadar geniş tuttuğuna en güzel örneklerden biri, ‘sadece yaptırım tehtidinin dahi bir özgürlük kısıtlaması olduğuna ilişkin’ Akçam kararıdır. Gerçekten; Taner Altuğ Akçam, AİHM’ne başvurarak, Ermeni Meselesi ile ilgili akademik çalışmaları bağlamında Türk Ceza Kanununun 301. maddesine göre, “ Türk’lüğe hakaret” suçlamasıyla sürekli bir kovuşturma tehdidi altında olduğunu belirterek, bu durumun ifade özgürlüğünün ihlali anlamına geldiğini iddia etmiştir. Defalarca açılan soruşturmaların hiç birinin kovuşturmaya dönüşmemiş olması yani hiç bir soruşturmanın dava açılmasıyla sonuçlanmamış olmasına rağme AİHM, ‘sürekli ceza tehdidi yeterlidir’ demiştir.
Kısacası AİHM, “Yasal düzenlemeler, insanlar için sürekli ceza tehdidi yaratıyorsa, böylesi düzenlemelerin tümü insan hakkı ihlalidir” demiştir.

 

 

 

Düşünce ve ifade özgürlüğü ihlalleri, neredeyse “devlet benim” diyen 14. Lui Fransa’sını anlatan Voltair’in deyimiyle “eğer kral istemezse, düşünemezsin” noktasına yaklaşmıştır.

 

 

Oysa ifade özgürlüğü, “şiddet çağrısı” ve “aşağılama” olmadıkça, kısıtlanamaz.

 

 

Aşağıdaki veriler ve tespitler vahimdir:
Uluslararası Sınır Tanımayan Gazetecilerin (RSF), Dünya basın özgürlüğü raporunda, 180 ülke içinde 154.sırayı Libya, Sudan, Gambiya gibi ülkelerle paylaşıyoruz!
Uluslararası İnsan Hakları ve Basın Özgürlüğü Kuruluşu Freedom House’un her yıl yayımladığı “Dünyada Özgürlük-2014” araştırmasının sonuçlarına göre Türkiye, yarı özgür bir ülke. Bu sonuçla da, en özgür İslam ülkesi Senegal ile Tunus’un gerisindeyiz. Bosna Hersek, Lübnan, Fas, Libya ve Kuveyt bile bizim önümüzde. Bangladeş’le aynı düzeydeyiz.

 

 

Benzer şekilde; Washington merkezli düşünce kuruluşu Dünya Adalet Projesi’nin (World Justice Project) 2012 yılı Raporu”nda da yer verilen Türkiye, Hukuk devleti tanımına en yakın devletlerin sıralandığı listede 71. sırada kaldı. Raporda ayrıca, Türkiye’de, ifade özgürlüğü ve denetim mekanizmalarının işlerliğindeki eksiklikler ile siyasetin yasama ve yargıya etkisi konusundaki olumsuz uygulama ve gelişmelere de atıf yapılarak, Türkiye’nin, sivil yargı sisteminde 44. sırada, hükümetin hesap verebilirliği açısından 68. sırada, temel haklar konusunda ise, Ürdün’ün bile gerisinde 76. sırada yer aldığı belirtilmektedir.

 

 

Bu istenmeyen durumu en çarpıcı biçimde Paul Valéry’in “Düşüncenin üstesinden gelemeyen, düşünenin üstesinden gelir” sözleri özetliyor.

 

 

Çıkış ise; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’in demokratik toplum kriterleri arasında belirlediği, ‘şeffaflık, eşitlik, hoşgörü’nün, toplumsal hayatın her kesiminde ve her safhasında hakim kılınmasında!..

 

 

Bu istenmeyen yazışmayı, Türkiye’de demokrasinin işleyişi ve hukuk devleti yapılanması ve uygulamalarına ilişkin bilinen sorunların yanında; özellikle demokrasimizin yönetemediği, yargımızın adalet dağıtımında yetersiz kaldığı algısının çeşitli toplum katmanlarında yaygınlaştığı, geleceğe yönelik tehdidin hiç bu kadar vahim boyutlara ulaşmamış olduğu, bir dönemde yapıyoruz.

 

 

Bugün Türkiye’de, hukuk devletinin tüm kurum ve kuralları ile geçerli olduğunu, uygulamaların tümüyle yasalara uygun olduğunu söylemek, maalesef çok zordur. “Herkes hukukun üstünlüğüne saygılı olmalıdır” derken, ülkemizde adeta bir “üstünlerin hukuku”nun oluşturulmak istendiğine ilişkin haklı kuşkular ve endişeler vardır.

 

 

Bu zor süreçte mensubu olmaktan gurur duyduğum Partim CHP’den beklenen; “hukukun üstünlüğüne inanan, insan hak ve özgürlüklerine saygılı, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletinde, ‘güçlü olduğu için haklı olmak’ yoktur” demesidir!..

 

 

CHP’den beklenen; hukukta “ölçülük”, “elverişlilik”, “masumiyet” ve benzeri temel ilkeleri yok farz eden, çiğneyen uygulamalar karşısında karalılık sergilemesi ve adil yargılanma hakkı başta olmak üzere, temel hak ve özgürlüklerin kullanılmalarının esas, bir kanunla sınırlandırılmalarının ise istisna olması gereğinden hareketle hiçbir ölçüye sığmayan hak/ hukuk ihlalleri karşısında sessiz kalmamasıdır…
İfade özgürlüğünü fiilen ortadan kaldıran hukuk dışı uygulamalara karşı, önyargılı, kayırmacı uygulamalara karşı, bireyin ve toplumun hak ve özgürlüklerinin kararlı savunucuları olarak taraf olmasıdır…
Parti içi demokrasiden bahsediliyorsa ki, ediliyor; o zaman tüm uygulama esaslarını, mülkün, yani ülkenin temeli olan adaletin, ferdi hürriyetlerin de bekçisi, koruyucusu olduğu kabulüyle belirlemesi ve uygulamasıdır.

 

 

Bu bağlamda da, “in dubio pro libertate” yani “kuşkulu durumlarda özgürlüklerden yana olunmalıdır” diyenlerden olmasıdır.
Unutulmamalıdır ki, toplumları birlikte yaşama iradesi, karşılıklı sevgi, saygı, hoşgörü, örf- adet kökleştirir, yeşertir, büyütür ve millet haline dönüştürür; ama sadece ve sadece adalet yaşatır.

 

 

Sözlerimi Voltaire’in 1770’de ifade ettiği meşhur sözü ile bitirmek istiyorum…. “Monsieur l‟abbé, I detest what you write, but I would give my life to make it possible for you to continue to write.”

 

 

Yani, “Düşüncelerine katılmıyorum, ama senin düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar destekleyeceğim.” Voltaire.

 

 

Umarım, dilerim saygıdeğer Kurulunuz da; bu düşüncelerden hareketle çağdaş bir parti olarak CHP’ye yaraşır bir değerlendirme yapacaktır.

 

İlyas Güven EROĞLU

 

3