‘Dost acı söyler sayın Kılıçdaroğlu’

‘Dost acı söyler sayın Kılıçdaroğlu’
5 Eylül 2018 08:10

Bedri Baykam yazdı.

 

 

 

Size yazdığım bu açık mektubu dikkatle okumanızı diliyorum sayın Kılıçdaroğlu… Bu satırları kaleme alan partidaşınız sizden hiçbir beklentisi olmayan ve partideki saygın geçmişinden daha değerli hiçbir şeyi bulunmayan sade bir CHP üyesi. Yazıyı, geçmiş sıfatlarımı ve 2003 Genel Başkan adaylık sürecimi de yok sayarak okumanızı rica ediyorum. Bugün de hiç kimseden bir sıfat beklentim olmaması, bu rahatlıkta özgürce yazabilmemi sağlıyor. Ben bu açık mektubu size yazma yetkisini ve gücünü, kendi kariyerimden olduğu kadar, İnönülerden İsmail Rüştü Aksallardan, Kemal Satırlardan, Suphi Baykamlardan alıyorum… Siz o tarihi yakından tanımıyorsunuz Sayın Kılıçdaroğlu. İnönü dönemlerini de, “Ortanın Solu”nu da, Ecevit dönemini de özet değerlendirmelerden tanıyorsunuz ve bu nedenle ne yazık ki arada çeşitli yanlışlara ve maddi hatalara düşüyorsunuz… Neyse bugün konumuz bunlar değil, geçelim.

 

2009 “TÜZÜK YEMEĞİMİZİ” HATIRLIYOR MUSUNUZ?

 

NE KADAR BENZEYECEKMİŞ MEĞER İNCE YEMEĞİNİZE…

 

Zaten partimizi yıllardır bu sıfat beklentileri öldürdü, sayın Başkan. Yıllardır, Genel Başkan’ın hiç kimseyi atama veya azletme yetkisinin olmayacağı, demokratik bir tüzük yapısı için en çok uğraşanların başında geldim, ancak bugüne kadar böyle bir uygar noktaya erişemedik. Hatırlayacaksınız, 2010’da kamuoyuna açıklanan, benim yönlendirdiğim bir ekibin kaleme aldığı çağdaş demokratik devrim tüzüğü çalışması için 2009 yılında sizden randevu alarak arabayla Ankara’ya gelmiştim. Çankaya’da sizin seçtiğiniz sakin bir restoranda erken bir akşam yemeğine baş başa oturmuştuk. O günlerde siz Grup Başkan Vekiliydiniz. Özetle, size yepyeni bir tüzük çalışması yaptığımızı, partinin önünü açacak bir girişim olduğunu ve halkın bunu beklediğini aktarmıştım. Aynı zamanda artık partide demokratik bir hamlenin vaktinin geldiğini ve bu tüzükle beraber partinin kapılarının kitlelere ve kitle örgütlerine açılarak, yeni bir anlayışla siyaset yapılması gerektiğini vurgulamıştım. Aslında söylediklerim özetle şuna geliyordu: “Kemal Bey bu hamleyi lütfen siz yapın, siz yapmayacaksınız ben yapacağım”. Demokratik bir tüzüğe hak veriyor görünseniz de, sözlerime somut bir yanıt vermediniz. Belki aynen sayın Muharrem İnce ile seçim sonrası yediğiniz yemekte olduğunu duyduğumuz gibi! O gün de sakin, nazik ve renk vermeyen bir noktada kaldınız. Ardından, 2010 yılında bu yeni tüzük kitapçığı hazır olduktan sonra bu sefer parlamentodaki Grup Başkan Vekili makamınızda randevulaştık ve keyifli bir sohbetten sonra size bu çalışmayı orada teslim ettim. O günlerden hemen sonra kaset krizi ile beraber sizin Genel Başkanlık döneminiz başladı. Olaylar çok hızlı gelişti; size güvendik ve Baykal döneminden sonra sizi alternatifsiz genel başkan yaptık.

 

O gün partide ne kadar büyük bir umut vardı, biliyor musunuz sayın Kılıçdaroğlu? Hani bugün neredeyse hiç kalmayan o umut var ya? İşte o günlerde tavan yapmıştı! Nereden bilebilirdik o zaman, Baykal’ın hiçbir iyi tarafını (ödünsüz laiklik ve Cumhuriyetçilik nutukları) almadan, tüm defolarını içselleştirebileceğinizi… Şimdi aradan 7-8 yıl geçtikten sonra bakıyorum da o tüzüğün çeşitli bölümleri peyderpey devreye sokulmaya çalışıldı. Ne yazık ki tarafınızdan total bir tüzük devrimi göze alınamadı. Dolayısıyla istediğimiz, hayalini kurduğumuz olumlu etkilere ulaşamadık. Örneğin, tüm illerle ön seçim devrimini farkında olarak veya olmadan tamamen deforme ettiniz; belki inanmamıştınız. Milletvekillikleri ve belediye başkanlıkları için önerdiğimiz gençlik ve kadın kotalarını sözde yaşama geçirdiniz, ama 24 Haziran seçimlerinde o kotalara uyulmadığını, kadınların ve özellikle gençlerin genel olarak seçilemeyecek sıralardan konulduğunu görüyoruz.

 

DEMOKRASİYLE SORUNLARINIZ BUNLARLA SINIRLI DEĞİL

 

En sondan başlayalım Kemal Bey: Ne yazık ki siz ve yönetim kurulunuzdan başka hiç kimse, kurultayı 600 küsur imza ile neden toplamadığınıza ikna olmadı. Seçim sonrası, parti içi bu hesaplaşmadan sorunlarla yüzleşmekten kaçındınız. Hem de halk bu konuda çok ısrarlı iken… Konuyu salt “Kemal Kılıçdaroğlu-Muharrem İnce” çekişmesine indirgediniz. Bu tavır doğru değil Sayın Başkan. Bakın ben kurultayın toplanmasını istedim, cumhurbaşkanlığı için İnce’ye destek verdim, ama benim “İnceci” olmakla hiçbir alakam yok ve olamaz. Ben ne yazık ki ona verdiğim desteğe rağmen kendisinde de birçok zaaf görüyorum. Yalnız 24 Haziran gecesinin esrarengizliği değil; ekip kuramaması, beyin fırtınalarına açık olmaması, kendisine tavsiyeler vermek isteyen tecrübeli isimlerle olan iletişimsizliği, 3-4 kişilik bir dar kadroya tıkanıp kalmış olması veya en azından bu imajı yayması, sağlam bir strateji ve uzun vadeye yayılan bir yol planı oluşturamaması… Saymakla bitmez. Keşke özeleştiri yetileri gelişmiş olsa da, halkın kendisine duyduğu heyecana layık hamleler yapabilse… Neyse, bugün konumuz bu da değil.

 

Kemal Bey, koltuğu bırakmamak konusunda o kadar ısrarcı oldunuz ki, parti içinde farklı planları ve görüşleri olan insanları size karşı imza topladılar diye ihraç etmeye kalkıştınız. Bu ihraç mekanizmasını ne kadar sık gündeme getirdiğinizin farkında mısınız? Şöyle özetleyeyim: Partiye büyük zarar verecek kadar yaptınız bunu! CHP, sanki her farklı ses çıkaranı ihraç ediyor veya ihraçla tehdit ediyor şeklinde ters bir imajı kamuoyuna, gençler arasına yaydınız. Yakışmadı bize… Yıllar üstünden yoldaşımız, çalışma arkadaşımız olan Fikri Sağlar’a karşı dahi aynı şeyi denediniz. 2012’de çıkardığınız kararla, CHP, “disiplinden kınama cezası alanların, bir yıl adaylık hak mahrumiyeti aldığı”anti-demokratik bir partiye dönüştü ve böylece muhtemel rakiplerinizden Sağlar’ın bu yıl yapılan kurultayda aday olamamasını sağladınız. Seçim sonrası değerlendirmeleri ve çıkışları nedeniyle hemen Gürsel Erol’a da aynı disiplin sopası taktiğini devreye soktunuz. O konuda herhalde beklemeye alındı ki, yeni dumanlar tütmedi.

 

KENDİ DÖNEMİNİZDEN GERİYE NELER KALACAK SAYIN KILIÇDAROĞLU

 

Biz sizi Baykal sonrası dönem için, partiyi bu şekilde yönetiniz diye seçmedik sayın Kılıçdaroğlu. Baykal’da görmekten sıkıldığımız baskılar ve antidemokratik tavırlardan sonra bir nebze nefes alalım, yolumuzu açalım diye seçtik. Ama siz hepimizi hayal kırıklığına uğrattınız. Bize verdiğiniz o “yolsuzluklarla mücadele eden babacan ve sade partili” imajınız, yaşanan gerçeklerle örtüşmedi. Belki başkan olduktan sonra ilk hamlenizin, size o koltuğun yolunu açan Önder Sav’ı infaz etmek olmasından şüphelenmeliydik. Ama öyle büyük bir coşku vardı ki, herkes üzerinde fazla durmadan pas geçti bu durumu. Hem zaten siz partiyi toptan demokratikleştirecektiniz ya? İşte bu nedenle Sav’dan kurtulmak bu konuda da genel kitlelerce anlaşılır, hatta belki faydalı görüldü… Ardından adım adım parti içinde kendi özel “şatonuzu” inşa ettiniz. Partiye korkunç kalıcı imaj zararları veren Ekmeleddin İhsanoğlu adaylığı gibi akıl almaz kararlara tek başınıza imza attınız; hem de tüm iyi niyetli ikazlarımıza rağmen. Tek bir miting toplayamadan Cumhurbaşkanlığı koltuğunu sayın Erdoğan’a teslim etmiş oldunuz. Sonra da bu korkunç kararınız ve sonuçları hakkında ne toplumdan özür dilediniz, ne de özeleştiri yaptınız. Geriye baktığımızda “Kılıçdaroğlu döneminde neler başarılmış?” sorusunun yanıtı pek iç açıcı değil. Parti bir seçim başarısı elde etmiş mi? Hayır. Parti içi demokrasi ve özgürlük, örnek bir ilerici tüzük gelmiş mi? Hayır. Kitlelere en azından mücadele ve güç birliği aşılanabilmiş mi? Hayır. Geriye baktığımızda maalesef “Adalet Yürüyüşü” gibi alkışladığımız ve destek verdiğimiz elle tutulur o büyük hamleden başka hiçbir şey hatırlanmıyor maalesef… Onda da şu farkla: Türkiye için istediğimiz, söylediğimiz “Hak-Hukuk-Adalet” kavramlarını, parti için uygulamadığımızı fark ediyoruz maalesef! Dolayısıyla inandırıcılığı kalmıyor onun da…

 

Vazgeçtim sanat ve kültür insanlarıyla aranıza koyduğunuz büyük mesafelerden, Ercan Karakaş gibi değerli bir Kültür Bakanı’na bu konuda verilmiş görev ve yetkileri elinden almanızdan, sanki vebalıymış gibi Atatürkçülüğü ile tanınan her milletvekili veya potansiyel milletvekili adayı ile aranıza timsahlı dereler yerleştirdiniz. CHP’yi, kamuoyunda tanınan ve güvenilen sol-Atatürkçü ve devrimci isimlerden ısrarla uzak tuttunuz. Bu tavrınızı son 24 Haziran seçimlerinde yine gördük…

 

Ayrıca parti içinde kendisini Atatürk’e mesafeli olarak gösterme konusunda hiçbir çekincesi olmayan 10 Aralık oluşumu ve benzeri isimlerle partinin tüm geleceğini kurmaya çalışmanız ve parti içi diğer önemli ideolojik zenginlikleri ve genel dengeleri gözetmemeniz, ortaya CHP’ye yakışmayan bir yönetim tablosu çıkarıyor. CHP, her “uç” düşünceye açık, ama kendi kuruluş felsefesine mesafeli bir yapı haline getirildi!

 

Bir türlü şunu anlatamadık size Kemal Bey, burası kurucularından olduğunuz TESEV değil. 1994’te sözde liberal, anti-Kemalist fikirlerle yanıp sönen yeni demokrasi hareketi değil. Burası, 10 Aralık Hareketi kulübü değil. Siz istediğiniz dizaynı hangi yolla denerseniz deneyin bu girişimler tarihte beyhude birer çaba olarak kalacak.

 

GELELİM YEREL SEÇİMLERDEKİ POTANSİYEL ADAYLIK KRİZLERİNE…

 

Sayın Genel Başkan, herhalde hatırlayacaksınız birkaç hafta önce, henüz iki ay önce milletvekili seçilmelerine rağmen akıl almaz bir şekilde belediye başkanlığı adaylıklarını gündeme getirebilen bazı milletvekillerimize karşı, ağır bir ikaz yazısı kaleme almıştım. Aradan geçen zamana rağmen o konuda, bu yanlış heveslerini kursaklarına tıkayacak kesin çıkışı sizden göremedik. Yarın, öbür gün “hiçbir milletvekili boş yere belediye başkanlığına heveslenmesin” diye kesin bir konuşma yaparsanız, sorunun hiç olmazsa bu kısmını yoğun bir parti içi anti-kampanya yapmamıza gerek kalmadan atlatmış oluruz. Ama lütfen şunu bilin ki, örgütten hiç kimse böyle bir skandalı görmezden gelmeyecek ve bunun için ne gerekiyorsa yapacağız.

 

Lütfen şu aşamada bana isim söylettirmeyin! Ama bildiğiniz gibi, bir de evli çiftlerimizin durumu var. Hani biri milletvekili diğeri belediye başkanı olsun diye, sinerjik şekilde aile içi ve parti içi stratejiler götüren isimler var. Herhalde bunun da farkındasınız. Bu ikili çıkışların artacağı yönünde duyumlar ortalıkta geziyor. Bunlara izin verirseniz ve parti içi gücün bu kadar merkezileştirilerek insan kayırma yolunda kullanıldığını toplum görürse, bunun parti içinde olduğu kadar kamuoyunda da ne kadar nahoş karşılanacağını hesaplamanızı öneriyorum.

 

Şimdi de -herhalde yine bildiğiniz gibi- her türlü gizli aday dayatma toplantılarının dedikoduları başını alıp yürümüş durumda. Bunları da onaylamamanızı veya yalanlamanızı bekliyoruz. Mesela İstanbul belediye başkan adaylarını Hüsamettin Özkan, Mustafa Sarıgül, Canan Kaftancıoğlu, Oğuz Kaan Salıcı ve Erdoğan Toprak’ın belirledikleri veya belirleyecekleri doğru mu? Kamuoyu bu ve buna benzer söylentilerin akıbetini merak ediyor. Ayrıca bu isimler arasında yine birçok milletvekilinin yer alması da işin cabası!

 

Haberin devamı için tıklayın;

Kaynak: Odatv