CHP’li Özgündüz: Beni takip etseniz ne olacak? Hırsızlık yapmadım, rüşvet yemedim, alnım açık başım dik

CHP’li Özgündüz: Beni takip etseniz ne olacak? Hırsızlık yapmadım, rüşvet yemedim, alnım açık başım dik
11 Aralık 2014 18:05

CHP İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz Halkın Habercisi’ni ziyaret etti ve 17 Aralık sürecine dair önemli açıklamalarda bulundu.

 

 

H&H RÖPORTAJ

 

 

 

İşte CHP’li Özgündüz’ün açıklamaları:

 

 

Önümüzdeki hafta 17 aralık yolsuzluk soruşturmasının üzerinden 1 yıl geçmiş olacak. Bir yıl sonunda geldiğimiz nokta şu:  Rıza Zarraf ve bakan çocukları hakkında İstanbul Savcılığı takipsizlik kararı verdi. Yine Erdoğan Bayraktar ve Fatih Belediyesi ile bazı TOKİ çalışanları hakkında takipsizlik kararı verildi. Meclis’e gelen bakanlarla ilgili şu anda şüpheli konumunda olan Zafer Çağlayan, Egemen Bağış, Erdoğan Bayraktar, Muammer Güler hakkında  CHP’nin çabaları sonucu soruşturma komisyonu kuruldu. Ancak komisyonun çoğunluğu iktidara mensup olduğu için orayı da tam olarak çalıştırmak istemiyorlar.

 

 

Bizim komisyon üyesi arkadaşların talepleri yerine getirilmiyor. Ancak dosyanın kapağını açınca AKP’liler de öyle şeyler görüyorlar ki tamamen kapatmak mümkün değil. TapelerinAKP’lilerin  iddiaa ettiği gibi montaj olmadı Adli Tıp raporuyla ortaya çıktı. Hesap hareketleri, mal varlıkları var. bunu görünce bir şey diyemediler. Ne yapacaklar “zamana yayma taktiği” izlediler.  30 mart seçimleri öncesi mümkün olduğu kadar “komisyon kurulmasın, bu konu gündeme gelmesin, bu olay hükümete karşı komplodur, cematin yaptığı iştir” diye gösterip algıyı değiştirmeye çalıştılar.  Bu konuda da başarılı oldular. Bu nedenle de yerel seçimlerdeN yine başarılı çıktılar. Cumhurbaşkanlığı  seçim sürecinde de bunu kullanarak süreci geçirdiler.

 

 

Şimdi de tabi 2015 te seçim var ve bu seçimde erken yapılabilir, nisan sonu mayıs ortası gibi.  Şimdi de seçime giderken başka bi strateji uyguluyorlar.  soruşturma komisyonu raporunu yazacak.  4 bakanın tümünü değil özellikle Erdoğan bayraktarı gönderemeyecekler. Onu gönderirlerse işin ucu tepeye kadar gidecek ama diğerleriyle ilgili belki  Yüce Divan’a sevk çıkabilir. Ancak o raporu da görüşmeyip erken seçim olursa diye yeni Meclis’e bırakma durumu olabilir. Böyle bir planları var.

 

 

Davutoğlu Hükümeti bakanların 2 – 3′ ünü gönderir daha sonra kamuoyuna der ki; biz AKP’ yiz, hakkında iddaa olan kişileri göndeririz gitsin hesap versin… Bunun üzerinden bile siyasi prim yaparak partiyi kurtarma stratejisi uygulayabilirler. Ancak bu olay kesinlikle komplo veya darbe olayı değil. Nerden anlıyoruz bunu? Bu olayın başlangıcı 2007.  2007’de Edirne Kapıkule’den bir TIR’da  202 kilo eroin yakalanıyor ve bu soruşturuluyor. Bu sırada Rıza Sarraf’ın adamlarının bu işlerle alakası olduğu ve kara para aklama ve uyuşturucu işi olduğu anlaşılıyor. O tarihlerde Edirne Emniyet Müdürü Hanefi Avcı bu olaydan dolayı tutuklandı. Sonra 2008’de MASAK’ın yaptığı incelemede yine bu kişilerin Rusya’ya giderken Rusya’da 2010 tarihinde Moskova Havalimanı’nda yapılan aramada 14.5 milyon dolar ve  4 milyon euro ele geçiriliyor. Bu durumu Rus İnterpol’ü bize haber veriyor. Bu olayla ilgili emniyet genel müdürlüğü tarafından yapılan soruşturmada görülüyor ki bakan çocukları özellikle de Muammer Güler ve Zafer Çağlayan’ın oğlunun bu kişilerle irtibatta olduğu ve bunlar üzerinden bakanlara da babalarına da çıkar sağlandığı rüşvet alındığı  tespit ediliyor .

 

 

Dolasısıyla seçim öncesi komplo söylemleri falan hepsi hikaye. Bakanlık hükümetin niye haberi yok?  Hükümetin haberi olmaz, hazırlık soruşturmaları gizlidir. Suç işlendiği haberini alan savcı buna ilişkin soruşturmaya başlar, gizli yürütür ve savcıya bağlı olarak çalışan emniyet birimleri de adli kolluk görevi yapar. O aşamadan itibaren İçişleri Bakanlığı2na bağlı polis olmaktan çıkar ve savcının emrine giren polisler olur, soruşturmayı savcının talimatıyla yürütürler ve bunlar da gizli olmak zorundadır. Dolayısıyla emniyet müdürüne, dış işlerine bakanına haber verirlerse suç işlemiş olurlar. Soruşturmanın gizliliğini ihlal etmiş olurlar.

 

aaaa

 

Ben işin başında 17 Aralık soruşturması kamuoyuna yansıdıktan sonra,  31 Aralık 2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na giderek müşteki yani sikayetçi olduğuma dair bir dilekçe verdim. Rüşvet, ihaleye fesat karıştırma, kaçakçılık, sahtecilik gibi suçlar Türk Ceza Kanunu’nun 2. –  3. kısımlarında yazılı “topluma, devlete ve millete karşı yapılan suçlar” babında yer alır. Dolasıyla bu suçların mağduru bütün toplumdur, devlettir halktır. Ben de Türkiye Cumhuriyetinin bir milletvekili ve bir yurttaşı olarak bu suçun mağduruyum, bu suçtan zarar gördüm. Çünkü yolsuzluk rüşvet olaylarından bütün kamu zarar görür. Cumhuriyet savcısının verdiği takipsizlik kararı bana tebliğ edilmedi.  “Suçtan zarar gören taraf olmadığımdan, doğrudan mağdur olmadığımdan” şeklinde bir gerekçe gösterilmiş. Bu karara aynı gerekçeyle itiraz ettim. Bu suçlarda doğrudan mağdur aranmaz, rüşvet, yolsuzluk, ihaleye fesat karıştırmak, yargı görevini engelleme gibi suçlardan tüm toplum zarar görür, tüm kamu mağdurdur. Ben de milletin bir ferdi ve vekili olarak zarar gördüğümü belirterek itiraz ettim.

 

 

İtirazımla alakalı halen bir karar verilmedi. Yine AKP’nin çıkardığı bi yasa var. Daha önceki bir düzenlemede takipsizlik kararına karşı en yakın Ağır Ceza  Mahkemesi’ne itiraz edilirdi, orda heyet bu kararı incelerdi. Bu hükümet bunu değiştirerek “verilen takipsizlik kararlarına karşı,  takipsizlik kararını veren Cumhuriyet Savcısı’nın bulunduğu yerdeki, tek hakimli, sulh ceza hakimlerine itiraz yapılabilir” dedi ve “o hakimin kararı kesindir” diye bir düzenleme yaptılar.

 

 

Enteresandır AKP’nin genel olarak yasa çıkarma mantığı bu şekilde işliyor. Bize hukuk fakültesinde, hukuk sosyolojisi dersi öğretilirken kanun değişikliğinde, halkın ihtiyacı dikkate alınarak o kanun değişikliği yapıldığnı öğrettiler. Sosyolojik olarak bir olayı siz suç olarak cezalandıracaksanız toplumda, o eylem uygun görülmeyen bir davranıştır. Tasvip edilmiyordur. Dolasıyla kanun koyucu bunu cezalandırmalı, yine toplumun ihtiyacına göre yasalar değişmeli. AKP’nin yasa koyma tekniği bu değil. Topluma göre değil kendi çıkarlarına ve kişiye özel yasalar çıkarıyorlar.

 

 

Biz de bu konunun anayasaya aykırı olduğunu söyleyerek konuyu AYM’ye  götürdük. ancak halen bir karar verilmedi. Çıkacak sonuca göre eğer reddedilirse kişisel olarak AYM’ye götürmeyi, oradan çıkacak sonuca göre de yeni bir yol izlemeyi düşünüyoruz.

 

abc

 

Takip ediliyor ve dinleniyorum. Özellikle 17 Aralık soruşturmasından sonra 19 Mart’ta Meclis’i olağan üstü toplantıya çağırarak “bu fezlekeler neden görüşülmüyor, bakanlar hakkında neden soruşturma komisyonu kurulmuyor” şeklinde toplantı yaptık. 25 Aralık soruşturmasında “Başbakan’ın oğlu olmaktan başka bir sıfatı olmayan” sade bir vatandaş olan Bilal Erdoğan ile ilgili mahkeme bir karar verdi. “Evinde arama, varsa suç eşyalarına el koyma ve gözaltına alma kararı.”

 

 

O kararın uygulanması savcı kanalıyla emniyete gitti. Fakat o aşamada 18 Aralık günü apar topar İstanbul Emniyet Müdürü değiştirildi, Selami Altınok atandı. Daha sonra Efkan Ala dönemin Başbakanlık Müsteşarı bütün bu süreci yöneterek Selami Altınok’a “Selami bak, zinhar Kısıklı’ya kimse yaklaşmayacak. Bilal Erdoğan’ın villasının olduğu yere kimse yaklaşmayacak” diyor Selami Altınok “Sayın Bakanım savcının emri var” diyor. Ala da” Boş ver savcının dediğini yırt at. Çok ısrar ederse de savcıya de ki: ‘2 tane polis yollar, çete kurmaktan sizi göz altına alırız’ diyor’’.

 

 

Bu vahim bi durum. Bir hukuk devletinde bunu söyleyen biri, bir gün dahi o görevde kalamaz. Bu apaçık eşkiyalıktır, haydutluktur.  Ben de Meclis’te bunları söyledim. “Bilal Erdoğan’ın evine yaklaşını vurun, yaklaştırmayın”  Haricen öğrendiğim bilgiye göre oraya giden polislere ” başbakanlık koruma polisleri silah çekiyor. yaklaşırsanız vururuz. böyle emir aldık” diyorlar.

 

 

Ben bunları anlattıktan sonra bir gün İstanbul Ataköy’den bir arkadaşımla sahile doğru giderken önümdeki araçta şahıs sağ ön camı açarak arakaya dönüp fotoğraf makinesiyle fotoğraf çekti. Arkada sadece bir belediye otobüsü vardı. Bu normal bir takip olayı değil. “Ali Özgündüz nerdesin, ne yapıyorsun biliyoruz, seni takip ediyoruz ” diyorlar. Tacize, rahatsız etmeye dönük bir takip. Bilgisayarımız, maillerimiz, telefonlarımız takip altında. Bunlar, korkutmaya yönelik takipler. Beni takip etseniz ne olacak? “Hırsızlık yapmadım, rüşvet yemedim. Alnım açık başım dik.”

 

klm

AKP’deki mütedeyyin milletvekilleri konuşamıyorlar. Sadece yolsuzluk konusunda değil. PKK’yla müzakere konusunda da AKP’li vekiller bize “Konuşup ortalığı yıksanıza” diyorlar. Asıl AKP’li vekiller ortalığı yıksın ki hükümet kendine gelsin. Neden milletvekili oldunuz. Anayasaya sadık kalacağınıza yemin ettiniz. Devletin bölünmez bütünlüğünü, laik cumhuriyeti koruyacağınıza yemin ettiniz. Biz hepsine hırsız kirli demiyoruz. Mehmet Şimşek ve Ali Babacan’ın bu işlere bulaşmadığını biliyoruz. AKP grubundaki milletvekillerine de sesleniyorum. Başkalarının suçu günahı size neden bulaşsın. Bir çok AKP’li milletvekili yolsuzluk dosyasının içeriğini bilmiyor. Adalet Bakanı’ndan fezlekeleri bile isteyemiyorlar. Aksi takdirde parti disiplinine aykırı hareket etmekle suçlanacaklar.

 

 

Halbuki milletvekili bu konuda bağımsızdır. Bu konularla ilgili grup kararı alınamaz. Anayasada ve içtüzükte hüküm var. Gizli oylama yapılır. Gizli oylamanın mantığı şudur : Hükümet, parti genel başkanı, genel merkezi milletvekillerinin iradesi üzerine ipotek koyamasın, baskı altına alamasın. Bu faaliyet bir yasama faaliyeti değildir. Bu denetim faaliyeti değildir. Tamamen yargısal bir faaliyettir. Meclis Soruşturma Komisyonu Cumhuriyet Savcısı gibi görev yapar. Meclis Genel Kurulu da bakanların Yüce Divan’a sevk edilmesine onay verdiği anda, o karar iddianame yerine geçer. Dolayısıyla yargısal bir faaliyet olduğu için vicdani kanaatine göre karar vermesi gerekir milletvekilinin. Burada araştırılan şey, bakanların suç işlediğine ilişkin yeterli şüphe olup olmadığıdır. Ceza usul kanunu; suç işlendiğine dair yeterli şüphe varsa cumhuriyet savcısı iddianame düzenler diyor. Yani ey Meclis, ey soruşturma komisyonu, bakanlarla ilgili yeterli şüpheye eriştiğin anda Yüce Divan’a sevk edeceksin diyor. Yüce Divan’da yargılanacak, mahkumiyet hükmü kurmaya yetecek kesin delil olup olmadığına bakmak mahkemenin işidir. Şüphe varsa Yüce Divan’a göndereceksin.

 

 

Allah kimsenin başına vermesin. Her şey ayyuka çıkmış. İnsanın toplum içine çıkmaması lazım. Ölür, erir, yerin dibine girer. Ben onların yerinde olsam çekip giderim.

 

 

Nasılsa millet bilmiyor diye , yavuz hırsız psikolojisiyle davranıyorlar ama bu tutmaz. Ne yaptıklarını herkes biliyor. Kendileri de biliyor. Bir laf söylerim altında kalırlar, yanıt veremezler.

 

 

Yayın yasağı koyarak yaptıkları duyulmasın istiyorlar. Geçenlerde Meclis’te yaptığım konuşmada tapeleri okudum. Meclis Tv de bunu verdi. Yayın yasağınızı deldim, yayın yasağınızı tanımıyorum dedim. Meclis TV’yi mi kapatacaksınız?

 

 

Bu tür olaylarda halkın haber alma hakkı anayasal hakkıdır. Temel insan hakkıdır. Basına tanınan imtiyazlar, onlara tanınan özel imtiyazlar değildir. Halka doğru bilgiyi verdikleri için , kamu görevi yaptığı için basına imtiyaz tanınır. Basına baskı yaparsan halk doğruyu nasıl öğrenecek? Halk doğruyu öğrenmezse, sandığa gittiğinde ne e göre oy kullanacak. O zaman sen halkı kandırıyorsun demektir. Medyayı ele geçir, kömür, makarna erzak dağıt,Ramazan ayında din, iman Kur’an de, halkın gözünü boya.. Sonra parayı götür.

 

son

 

 

“Bu gerçekleri halka sadece CHP anlattı.” Genel Başkanımı her konuşmasında anlattı. Bazı partili arkadaşlarımız her konuşmasında bu konuya değindiği için Genel Başkanımızı eleştiriyordu. Genel Başkanımız “Ülkenin en önemli sorunu budur. Bu konu işlenmeden, bu konu halkın kafasında netleşmeden, diğer konular tali konulardır” dedi. Halk bunu gördü. AKP’ye oy verenler, hırsızlık olduğunu gördü ve buna inandı.

 

 

Bir ekonomi profesörü şöyle söylemişti. “Yolsuzluk, hırsızlık olayları vatandaşın ekonomisini doğrudan etkilemiyorsa, vatandaş buna tepki göstermiyor.” Dolayısıyla halkın cebine dokunduğunuz zaman bunlar sonuç doğuruyor. Bir söz vardır. Yoksulluk kapıdan girince, iman bacadan çıkar diye. Vatandaş buna bakıyor. Kamu kaynaklarından herkes bir şekilde faydalanıyor. Yolsuzluklara inanmasına rağmen oy veriyor vatandaş.

 

 

Bir toplum zulme haksızlığa ses çıkarmıyorsa çürümeye mahkumdur.

 

 

Feyzi İşbaşaran’nın Cumhurbaşkanı’na hakaret edip etmediğini bilmiyorum. Hakaret etmiş olsa bile bu 1 yılla 4 yıl arasında hapis cezası gerektiren bir suçtur. Suçu varsa dava açılır, yargılanır, hapis cezası alırsa girer cezasını çeker. Ama adamı sabah sabah otelden al, emniyete götür, orada AKP’li fedaileri toplayın, polis gözetimindeki İşbaşaran’ın aracını taşlayın, hakaret edin, onun Cumhurbaşkanı’na dediğinin bin katı daha fazla hakaret edeceksin. Yumruk atılmasına izin vereceksin. Nezarethanede bir mafya avukatı gelip İşbaşaran’a yumruk atacak. Böyle bir rezalet olmaz. Bu diktatörlüktür, hukuksuzluktur. Silahı beline takan kendi raconunu uygulamaya kalkışırsa ne olacak? Kaos olur. “O zaman 6-7 Ekim’de sokağa çıkıp kendi hukukunu uygulayanlar meşru olur. Bu hoyratlıklara, kabadayılıklara bar fedaisi tavırlara, yol verirseniz, meşru gösterirseniz; 6-7 Ekim’de 39 kişinin ölmesini meşrulaştırmış olursunuz ve yarın bunun devamı gelir.”  Türkiye hukuk devletidir. Kim suç işlemişse cezasını çeker. Siz önce kendi bakanlarınızı Yüce Divan’a gönderin, hukuk karşısında aklansınlar.

 

 

İkinci bir patlama olursa Gezi olaylarının iki katı olur. Bunu herkes bilsin. Tazyik yapmayın. Düdüklü tencere gibi patlar.