Cezaya dönüşen tutuklamalar

Cezaya dönüşen tutuklamalar
2 Aralık 2016 10:00

Tutuklama kararları, mahkemelerce özellikle son yıllarda çok özensiz ve keyfi olarak verilmektedir. Böyle olunca da tutuklama istisna olmaktan çıkıp, kurala dönüşmektedir. Ülkemizde tutuklamalar, artık bir koruma tedbiri olmaktan çok, peşin cezaya dönüşmüş durumdadır. Tarafsızlıkları ve bağımsızlıkları tartışılan Sulh Ceza Yargıçlıklarımız, tutuklama ve tutukluluk halinin devamına ilişkin kararları çok kolay, gerekçesiz ve kalıplaşmış klişe cümlelerle vermeye başladılar. Bu da Türkiye’nin insan hakları karnesini çok olumsuz etkilemektedir.

 

 

Av. Kemal AKKURT H&H YORUM

 

 

Hukuk devletinin ve insan haklarının yerleştiği ve içselleştirildiği ülkelerde, tutuklu sayısı, mahkum sayısının üçte biri veya dörtte biri oranındadır. Yani cezaevindeki her üç veya dört kişiden biri tutuklu, gerisi hükümlüdür. Bizdeki duruma bakıldığında, 1980’li yılların ikinci yarısında cezaevlerinde %35 tutuklu (davası devam eden), %65 mahkum (davası bitmiş) vardı. 1990’lı yıllarda %40-45 oranında tutuklu, %55-60 oranında mahkum vardı. 2002’den sonra hızla tutuklu sayısının hükümlü (mahkum) sayısını geçtiğini görüyoruz. 2004 yılında tutuklu sayısı %55, hükümlü sayısı %45, 2006′ da tutuklu %63, hükümlü %37, 2008’de tutuklu % 60, hükümlü %40 olmuş. Şimdilerde bu oran, tutukluluk aleyhine epeyce artmış durumdadır.

 

 

 

İtham (suçlama) ile beraat oranlarına baktığımızda ise, ortalama olarak %45 civarında itham, %22 oranında beraat kararı verildiğini görüyoruz. Açılan ceza davalarında verilen mahkumiyet oranlarına bakıldığında; Japonya’ da %99,9, Çin’de %99,6 , Kore’de %99,6, Fransa’da %98,9, Almanya’da %96,5, İsveç’te de %94,7, Türkiye’de ise %70. Bu durum, ülkemizde yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı sorunuyla birlikte, kamu davalarının açılmasındaki özensizliği de göstermektedir. Bu veriler, yüksek tutukluluk oranıyla birlikte yorumlandığında, Türkiye’de çok yüksek oranda haksız tutuklama kararı verildiğini ortaya koymaktadır.

 

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına göre, ancak şu dört durumda sanık tahliye edilmez, tutukluğunun devamına karar verilebilir:

 
1- Sanığın duruşmalara katılmaması,
2- Tahliye edildiğinde adaletin işleyişini bozmak için girişimde bulunması,
3- Başka suçlar işlemesi,
4- Düzeni bozma riskine ilişkin somut ve kesin deliller bulunması.

 
Bu koşulların hiçbiri somut olarak yoksa, örneğin seçilmişleri, üniversite hocalarını, aydınları ve gazetecileri soyut ve matbu gerekçelerle cezaevinde tutamazsınız. Türkiye zaten AİHM’de hemen her davada tazminata mahkum edilmektedir. Tazminata mahkum edilirken de Türkiye’nin insan haklarını ihlal eden bir ülke olduğu, tüm dünyaya ilan edilmektedir.

 

 

AİHM’nin Türkiye ile ilgili olarak verdiği onlarca ihlal ve tazminat kararında kriterler bellidir. AİHM’e göre, tutuklu kişinin suç işlediğine dair haklı şüphenin devam etmesi, belirli bir süreden sonra tutukluluğun devamı için yetmez. “Kaçma tehlikesi, delillerin durumu” gibi klişe ifadeler, tek başına tutukluluğun devamını gerektirmez. Tutukluluğun devamı için, ancak özgürlüğe saygı kuralından daha ağır olarak ortaya çıkan, gerçek bir kamu yararı gereğinin somut delillerinin bulunması gerekir.
Evrensel ilkeler ışığında baktığımızda, yerleri yurtları belli ve kaçma şüphesi olmayan, görevlerinin başındaki seçilmiş milletvekillerinin, belediye başkanlarının, aydınların ve gazetecilerin tamamının tutukluluklarının hukuka, mevcut Anayasa’ya ve AİHM içtihatlarına aykırı olduğu açıktır.

 
İktidarın son zamanlarda Avrupa Parlamentosu’na ve Avrupa Konseyi’ne yönelik tavırları, önümüzdeki süreçte AİHM’den gelecek mahkumiyet kararlarının mazeretlerini hazırlamaya yönelik olmasın?

 

(*) Sosyal Demokrat Avukatlar Derneği Başkanı
[email protected]

 

 

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Emek ve Dayanışma Bayramı
Dünya Barış Günü
Avukatlar Günü