Çember daralıyor mu?

Çember daralıyor mu?
26 Mayıs 2014 09:08

PKK Cizre’nin hakim tepelerine Doçka uçaksavarlarını yerleştirdikten sonra, şimdi de Yüksekova’nın Dağlıca mevkiine silahlarını mevziliyor. PKK yığınak ve mevzilenmeyi bitirdikten sonra ne yapacak acaba?..

 

Cemil CAN H&H YORUM
TSK, 9/15 Mayıs tarihleri arasında terör gruplarının kontrolündeki Suriye sınırında yüklü miktarda klor ve sülfürik asit ele geçirildiğini duyurmuş. Sülfürik asit “sarin gazı”nın üretiminde kullanılıyor!..

 
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, CHP Milletvekili Mehmet Şeker’in soru önergesine verdiği yanıtta; Suriyeli muhaliflerin toplandığı Suriye Ulusal Komisyonu-SUKO’nun faaliyetini Türkiye’den yürüttüğünü, itiraf etmiş!..

 
Lafın tamamını söylemeye gerek var mı?

 
Bu gidişat pek yakında Türkiye’yi sanık sandalyesine oturtacağa benziyor…

 
***

 
MUHALEFET HÜKÜMETİN DÜMEN SUYUNA GİRMİŞ!..

 
Bir taraftan kamuoyu Balyoz Davası ile ilgili AYM kararını bekliyor, diğer taraftan Soma’dan daha tehlikeli madenlerin varlığı tartışılıyor. Türk-İş Başkanı, “Soma’nın sorumlularına katil muamelesi yapmalı” demiş… Ölümlerin trafo patlamasından meydana geldiği açıklaması, pek çok kişi gibi bizi de olayda “bilinçli taksir” olduğu sonucuna ulaştırmıştı. Sınırları aşan gaz ve ısı ölçümlerine rağmen, şirketin üretime devam edilmesi yönünde talimat verilmesi, işin rengini değiştirdi. Türk-İş Başkanı haklı: Sorumlular hakkında, “olası kast”la birden çok adam öldürmekten dava açılmalıdır!..

 
Sonuçları itibariyle, hükümeti düşürmeye elverişli olan Soma olayını, ne yazık ki, muhalefet doğru değerlendirememiştir. TKİ’ye bağlı ELİ müessesesinin “hizmet alımı yoluyla ihaleye verdiği” ocakta, kanuna karşı hile yapıldığı da ortaya çıkmıştır. Asıl işverenin devlet olduğu ve bütün sorumluluğunun üzerinde olduğu tartışma dışıdır artık. Muhalefet, bu noktada hükümetin üzerine gideceği yerde, Meclis’teki grup toplantısında koyu renk takım elbise defilesi yaparak ve ölenleri “şehit” ilan ederek olayı geçiştirmiştir… Dikkatinizden kaçtı mı bilmem, dinsel bir mevkiyi gösteren “şehit” kavramı, son yıllarda hükümete yakın iş adamlarının hukuki ve siyasi sorumluluklarını gizlemek için kullanılmaya başlanmış ve siyasallaşmıştır. Ne yazık ki, Kılıçdaroğlu da hükümet gibi, benzer dil kullanarak bu korkunç katliama “kader-kaza”çerçevesinde yaklaşmış olup, Erdoğan’ın bu badireyi atlatmasını kolaylaştırmıştır…

 
Ana muhalefet partisinin yapması gereken işi, yine Aydınlık gazetesi yapmıştır. 21 Mayıs 2014 tarihli nüshasında, Soma katliamının sorumluları saptanmıştır. Bu korkunç katliamda; Cumhurbaşkanından Başbakana, Çalışma Bakanından, Enerji Bakanına, Diyanet İşleri Başkanından, ocağı işleten şirket yetkililerine, yandaş sendikalardan AKP Manisa İl Başkanlığına kadar, herkesin sorumluluğu bir bir açıklanmıştır!..

 
***

 
HASTALIĞA TEŞHİSİ KİM KOYAR?..

 
Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi, Erdoğan’ın Gaziantep Mitingi’nde Berkin Elvan’la ilgili sarf ettiği sözler üzerine, 15 Mart tarihinde yaptığı basın açıklamasında:“Başbakan Erdoğan’ın duygu durumundan endişe ediyoruz. Fevkalade endişe duyuyoruz. Kendisi, çevresi ve ülkemiz adına endişe duyuyoruz. Endişemizi kamuoyu ile paylaşıyoruz” demişti… Doğrusunu söylemek gerekirse, o tarihte birkaç cümle içerisinde “endişe” sözcüğünün dört kez kullanılmasını garipsemiştim!.. Meğer, bu açıklama bir “tanı” koyma işiymiş!.. Başbakanın o “tanıyı” doğrularcasına; 20-30 kişilik liseli bir grubun, Soma katliamı ve Berkin Elvan’ı anma amacıyla Okmeydanı’nda yaptığı protesto gösterisi sırasında, iki yurttaşın ölümü üzerine sarf ettiği sözler, durumun vahametini sergilemeye yetiyor!.. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı: “Polis eli kolu bağlı mı duracak? Nasıl sabrediyorlar ben anlamıyorum” diyerek, Gezi olayları sırasında şiddet kullandığı için “kahraman” ilan ettiği polisleri yine savundu!.. Koşar adım “polis devleti”ne doğru gidiyoruz!..

 
Polis, Erdoğan’ın bu sözlerini “vur emri” olarak algılayabilir!

 
Erdoğan’ın evinde “zorla tuttuğu” milyonlar, bu sözlerden “sokağa inin” mesajını alabilir!..

 
Bundan sonraki toplumsal olaylarda, polisin şiddeti artırması veya silah kullanması söz konusu olursa eğer, işlenecek olan suçların azmettiricisi Başbakan Erdoğan olacaktır elbette!..

 
Türkiye’nin ulusal çıkarlarını gözetmediği için “açılım” ve “Kıbrıs politikaları” yüzünden gün gelir Erdoğan yargı önüne çıkartılabilir.

 
12 yıllık AKP iktidarı boyunca işlenen pek çok Anayasal suç yargılama konusu yapılabilir. Başbakanın bir de sokaktaki muhalefete karşı şiddet kullanılmasını özendiren sözleri var ki, savunulması imkansız gibi… O sözler, bir anlamda “kanunsuz emir” gibi değerlendirilse de sonuçta polisin işlediği tüm suçların azmettiricisi olarak Başbakanın sanık sandalyesine oturtulma olasılığı gündemdedir. O da bunu biliyor olacak ki, mezhep kışkırtıcılığı dahil, her yola başvurarak tabanını diri tutmak istiyor.
Ne yazık ki, bu basit stratejiye muhalefet partilerinin çapsız yöneticileri de çanak tutuyor:Soma’da ölen madenciler için Güvenpark’ta, bir Alevi geleneği olduğu belli olan “lokma dağıtmak” da neyin nesidir? İdeolojisinin merkezine “laiklik ilkesi”ni koyan bir partinin, dinsel bir ritüeli, parti içerisinde yaşatmaya çalışması hangi kafanın ürünüdür? İnançlarının gereği ise ve illa da lokma dağıtılacaksa, bu “dua” bir Cemevi’nde yapılamaz mı? Benzer hata CHP grup toplantısındaki yoklamada da yapıldı. İsimleri Ali olan ölü madencilerin alt alta sıralanarak, vurgulu şekilde okunması da Erdoğan’ın “gerilim siyaseti”ne hizmet etmiştir… Siyasi parti ile Cemevi’ni biri birinden ayıramayan odun kafalılar, CHP’nin yönetiminde bulundukça, Erdoğan’ı iktidardan uzaklaştırmak günden güne zorlaşmaktadır!..

 
***

 
CHP AKP’NİN YEDEĞİ Mİ?

 
Cumhurbaşkanlığı seçimine muhalefetin ortak adayla gitmesi şarttır!..

 
Siyasette varlık sebepleri, sadece “Baykal’ın adamı” olmak olanlar, vefa borçlarını ödemek için, CHP’nin Cumhurbaşkanlığı adayının, partili biri olarak tarif ettikleri Deniz Baykal olmasında ısrarcılar. Bunun için nabız yoklamaya başladılar bile. Gerçekte bu fikri savunanların her biri CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı olabilirler ama Baykal asla olamaz!.. Neden mi? Çünkü, Baykal’ı Cumhurbaşkanlığına aday göstermek, hiç yarışmadan Cumhurbaşkanlığı makamını Recep Tayyip Erdoğan’a teslim etmekten farksızdır.

 
Bu saptamanın seçmenin aklına yatkın önemli sebepleri var. Bunlardan birincisi; 30 Mart’ta yapılan yerel seçim kampanyası boyunca, 17 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk soruşturmasının konusunu teşkil eden olayların anlatılamadığı halka, Deniz Baykal’ın istifasına neden olan “kaset olayının”, onun özel hayatına ilişkin olduğu ve hiç kimseyi ilgilendirmeyeceği hususunu anlatmaktaki zorluktur. Anlatılabilseydi eğer, neden baştan anlatılmadı da bu günlere gelindi?..

 
Anayasa oylamasını bile ciddi ölçüde etkileyen bu handikabı aşmak imkansız gibidir. Baykal’ın özel yaşamının hoşgörü ile karşılanmasını Türk halkından beklemek hayal gibidir. Çünkü böyle bir durumu CHP üyeleri bile sindirememiştir… İkincisi; Türk siyasetinin en deneyimli ve eskilerinden olan Baykal’ın, o gün yaptığı doğru saptamanın, şimdi neden yanlış olduğunu kanıtlamaktır…

 
Baykal, o kasetin sosyal medyada paylaşılmaya başlanmasından sonra, CHP’nin daha fazla zarar görmemesi için istifa kararı almıştı ve bu karar son derece yerindeydi… Baykal’ın, CHP’nin Genel Başkanlık koltuğunda oturmaya engel görüldüğü bir durumun, bugün Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmaya neden engel olmadığına halkı nasıl ikna edeceksiniz?

 
Baykal’ın, Cumhurbaşkanılığına aday olamayacağının bir başka nedeni de yetenekli, inançlı, birikimle partilileri kendisine rakip görüp, tasfiye etmiş olmasıdır… Savunduğu ilkelerden çok, kendi durumunu ön planda tutan biri, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna yakışmaz. Bu söylediğimin en çarpıcı kanıtı; Kemal Kılıçdaroğlu’nu CHP’den milletvekili yapması ve genel başkanlığa getirilmesini desteklemesidir. O günden sonra yaşadıklarımız ise ortadadır: Soroscu bir ekip, partiyi teslim almıştır ve CHP’de buna direnebilecek bir tek adam kalmamıştır. Çünkü Deniz Baykal, vaktiyle “Baykalcılık” şeklinde çağdışı bir ölçüyü esas almıştı ve söz dinleten adamları dışarı atıp, söz dinleyenleri partiye doldurmuştu… Bu kadrolarla gelebildiğimiz yer burasıdır: Ne yazık ki, “aşure günü tertip etmek” ve “lokma dağıtmak”, Atatürk’ün CHP’sinin en önemli “siyasi” mesaisi haline gelmiştir!..
Kısaca söylemek gerekirse; Kılıçdaroğlu, Baykal’ın milletvekili seçildiği ilin kongresinde, yuhalanmasına neden olan hatalı bir tercihidir… Bu durum bile, Baykal’ın kadro seçimindeki yeteneksizliğini ve bencilliğini göstermeye yeter. O bakımdan iyi bir siyasetçi olarak kabul edilemez. Bu nedenlerle RTE’nin karşısında Cumhurbaşkanlığını kazanması imkansızdır!..
Dolayısıyla RTE’nin karşısına Baykal’ın çıkartılması, ona “itibarının iadesi”ni sağlamayacağı gibi, eski defterlerin yeniden açılması sonucunu doğurur ve yeniden daha fazla yıpratılmasına neden olur!..

 
Doğrusunu söylemek gerekirse, Kılıçdaroğlu’nun grup içerisinde yaptırdığı “Cumhurbaşkanı adayımız kim olmalıdır?” anketine verilen yanıt da ibretliktir. Öne çıkan isim, Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’dir. Acı gerçek de budur işte. Kılıçdaroğlu›nun seçtiği milletvekilleri bile, kendisini Cumhurbaşkanlığına layık görmüyorlar!.. Bu anket bir tür güven oylaması sonucunu vermiştir. Partisi tarafından Cumhurbaşkanlığına layık görülmeyen bir lidere, Cumhurbaşkanı adayını belirlemek, elbette bırakılamaz!.. Bu yüzden CHP’nin göstereceği aday da ABD tarafından belirlenmiş ve Kemal Derviş derhal göndermiştir. Kılıçdaroğlu sorulan Derviş Cumhurbaşkanı adayınız mı şeklindeki soruya “Niçin olmasın” yanıtını vererek, Atlantik ötesinin “emrini” tebliğ etme görevini de yerine getirdi!.. Kemal Derviş ise, “Ben Cumhuriyet Halk Partiliyim biliyorsunuz” diyerek, bu aşamada verilmesi gereken cevabı vermiştir!..

 
CHP’yi, ABD’nin Türkiye ofisi haline getirenler yönetimden uzaklaştırmadan AKP’yi iktidardan uzaklaştırmak imkansızdır!.. Bunun için ilk işimiz partimizi geri almak olmalıdır!..

 
Av. Cemil Can

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
‘Bağımsızlık’ mı ‘hırsızlık’ mı?!..
Devletin ‘özel’i olmaz!..
‘Cesaret ödülü’nün bedeli!..