Bizim diyarlarda Haros zamanı

Bizim diyarlarda Haros zamanı
22 Mart 2015 11:15

Bir Öykü 4 (Bu bir öyküdür,kurmaca bir metindir.)

 

Aziz ÇATAPINAR H&H YORUM

 

Kış, bizim diyarları çok seviyor olsa gerek; her zaman erken gelip, geç gider. Bu yıl da öyle oldu.

 

Nisan ayının başı ve halen gitmemek için direniyor ama çabası boşuna, eninde sonunda bi şekilde gidecek. Yani, kar çiçeklerinin ve çiğdemlerin doğada boy göstermelerini engellemesi hiçbir şekilde olanaklı değil. Ne yaparsa yapsın doğanın döngüsünü engelleyemeyeceğini aslında kendisi de çok iyi biliyor.

 

1

 

Nisan ayının sonu ve istemeyerek de olsa sonunda gitti mübarek.

 

Nisan ayının sonlarına doğru, özellikle Mayıs ve Haziran ayı içinde İlkbahar, tüm güzelliği ile Kış’ın yerini aldı. Kar beyazı, yerini; çimen yeşili ve diğer tüm renklere bıraktı adeta.

 

Kış’a bir darbe yapıp iktidarı ele geçirmiş gibi, doğada tüm renkleriyle, tüm güzellikleriyle iktidarını ilan etti İlkbahar sanki.

 

2

 

İlkbaharın gelişi ile birlikte köylülerin o yılki çalışma programı, sırasıyla şu faaliyetlerden oluşur: Ekinlerin ekilmesi (çiftlerin sürülmesi); harosların, tumtların ve çayırların biçilmesi; arpaların biçilip gem sürülmesi ve harman savurma; buğdayların biçilip gem sürülmesi ve harman savurma; değirmende un öğütülmesi; kışlık yakacak ihtiyacının karşılanması; ahırların kışa hazırlanması; diğer kışlık yiyecek ve içecek ihtiyaçlarının karşılanması.

 

Bizim ellerde rençber, ekin ekildikten sonra, Temmuz ayının ortasında haroslarını, çayırlarını, tumtlarını biçmeğe başlar.

 

 

3

 

Bugün Temmuz ayının yirmisi, artık harosların ve tumtların biçimi işine başlandı başlanacak. Köylüler; tüm bu işler için gerekli olan malzemeleri ve araç-gereçleri temin etme işini tamamladı sayılır artık. Tırpan, örs, çekiç, masat gibi araç gereçler bu çalışmalarda olmazsa olmazlardır. Tırpanın, diğer bu araçlardan ayrı bir özelliği ise, kullanacak olanın gücü oranında numarası olması. Çok güçlü olan rençberler genellikle dokuz numara tırpan ve az da olsa sekiz buçuk numara tırpan; güç bakımından orta derecede olanlar sekiz numara tırpan; çocuklar ve gücü az olanlar yedi numara tırpan kullanırlar. Doğrusu yedi numara tırpan kullanan hemen hemen yok gibidir köyde.

 

Bu çalışmalara aile bireylerinin tamamı topyekün mutlaka katılır.

 

Ekinler ekilmiş artık haros zamanı gelmişti. Köyde yeni bir hareketlilik başladı.

 

Köyde her yıl, haros biçmeğe köyün ileri gelenlerinden Eşrefgilin Murtaza başlar önce. Yani haros biçimi startını Eşrefgilin Murtaza verir adeta.
Köylü, Eşrefgilin Murtaza’yı sırtında tırpanla harosa giderken gördüğünde, haros biçme zamanının geldiğini, başladığını anlar.

 

Köy, yaklaşık yetmiş hanedir.

 

Bu yetmiş hanedeki sakinlerden biri de İbogil’den Ese Hüseyin’in oğlu Ahmet’in ailesidir. Bu ailenin beş üyesi vardır. Aile:
Baba Ahmet, anne Türkan, büyük oğul Altuğ, ikinci sıradaki oğul Ege ve aileye en son katılan ailenin tek kızı Hürü’den oluşmaktadır.

 

Ese Hüseyin’in oğlu Ahmet köyde, köylünün tırpanlarını da kurar. Bir bakıma köyün tırpan kurma ustalarındandır. Tarla biçme dönemlerinde hemen hemen her akşam birkaç köylünün tırpanını kurar Ahmet Onbaşı. Bu işi karşılıksız, herhangi bir ücret almadan yapar. Askerliğini onbaşı olarak yaptığı için genelde köylü ‘Onbaşı’ diye de hitap eder ona. Örneğin ben, muhtar Cemal’in hiç ‘Ahmet’ dediğini duymadım. Ona hep, ‘Onbaşı’ diye hitap eder muhtar Cemal.

 

Bugün Temmuz ayının yirmi ikisi, sabah saat beş, hava çok güzel ve güneşli. Ahmet Onbaşı sabahleyin kalkıp ahırlarının temizlenmesi işinde, eşi Türkan’a yardımcı olduktan sonra oğlu Altuğ’u yataktan kaldırarak hayvanları nahıra katmasını istedi. Altuğ da yataktan kalkarak, giyinip elini yüzünü yıkadıktan sonra hayvanları nahıra kattı. Sabah işlerini bitirdikten sonra Türkan ananın hazırladığı sofrada kahvaltı yaptı aile. Haros biçimine Sıratarlalar’ın tumtunu biçtikten sonra Peyler’i biçerek başlama kararı aldılar. Bu tarlalar köye çok uzak oldukları için azık gitmeyeceğinden bugün yiyecek-içecek ihtiyaçlarını da yanlarında götürecekler.

 

Bu yiyecek ve içeceklerle akşam saat yediye kadar idare etmek zorundalar. Sıratarlalar ve Peyler köye bayağı uzak, sadece köyle Sıratarlalar arasındaki yol, yaya olarak bir saat filan sürüyor.

 

Tüm hazırlıklardan sonra Ahmet Onbaşı, sekiz numara tırpanını omzuna atarak, örsü, çekici ve yiyecek torbasını eline aldıktan ve oğlu Altuğ da aynı şekilde sekiz numara tırpanını omzuna atıp, bir eline de su kabını aldıktan sonra, baba oğul Sıratarlalar’a doğru yola çıktılar. Tarlaya gittiklerinde saat yediydi.

 

Yanında getirdikleri malzemeyi düzenli bir şekilde bir kenara koyduktan sonra tumtu biçmeğe başladılar. Saat on bir olmuştu ki tumtun biçilmesi işini bitirdiler.

 

Öğlen yemeğini, Peyler’deki tarlaya gidip orda yeme kararı aldılar.

 

Yine sabah yaptıkları gibi eşyalarını sırtlayıp Peyler’in yolunu tuttular.

 

Tarlanın üst başına geldiklerinde eşyalarını yine düzenli bir şekilde yerleştirdikten sonra torbadaki yiyecekleri çıkarıp öğlen yemeğini orta yere hazırladılar. Tarlanın yakınından geçen arkta ikisi de elini yüzünü yıkadıktan sonra öğlen yemeğini yemeğe başladılar.

 

Öğlen yemeği başlıca; iki tane tandır ekmeği, bir miktar yoğurt, bir baş soğan, iki tane domates, bir miktar deri peynirinden oluşmaktaydı. Bu saatte köyün hangi tarlasının başına giderseniz gidiniz, hemen hemen tüm tarla çalışanlarının öğlen yemeği menüsü, bu saydığım yiyeceklerden oluşur. Öğlen yemeği faslı bitti, Ahmet Onbaşı biraz dinlendikten sonra tırpanları dövmeğe başladı. Bu, yaklaşık bir saat sürdü. Altuğ, bu arada kısa bir şekerleme yaptı. Köyden, yanlarında getirdikleri su bitmişti. Su için köye gidemeyeceklerinden tarlanın yanından geçen arktan su bidonuna su doldurup onu kullanmaya başladılar. İçmeye başladıkları bu su, hayvanların da kullandığı ve kirlettikleri arkın suyuydu. İkindiye doğruydu ve sabahki o güzel havadan eser kalmadı. Önce sağanak bir yağmur yağdı. Yağmur yağdığından, yağmurdan korunmak için etrafta sığınılabilecek bir yer olmadığından, tarlanın baş tarafındaki taşlara sığındılar baba oğul. Yağmurun yağışı yaklaşık bir saat sürdü. Nerdeyse bu yağmurun tamamı sırtlarından geçti. Yağmurun ardından sert bir rüzgar esmeğe başladı. Rüzgar yaklaşık üç dört saat esti. Altuğ, sabah havanın güzelliğine aldandığı için üzerine sadece bir tişört giymişti. Yağmura, ardından da rüzgara bu kıyafetle yakalanması nedeniyle doğrusu şifayı kapmıştı. Saat, yedi olduğunda bu günkü biçim işini sonlandırdılar. Dönüş hazırlığını yaptıktan sonra, köye döndüler. Köye döndüklerinde akşam yapılması gereken işleri hallederek, yemek yiyip ertesi günün hazırlığını yaptıktan sonra yattılar.

 

Sabah saat beşe doğru büyük bir karın ağrısıyla uyandı Altuğ.

 

Bu andan itibaren ailede büyük bir telaş başladı.

 

Bunu duyan köylülerin bir kısmı –özellikle köyün yaşlı kadınları- doktorluğa soyunarak tüm duyduklarını Altuğ üzerinde denemeğe başladılar.

 

Ne yapıldıysa hastada hiç bir düzelme olmadı. Akşam olmak üzereydi, Ahmet onbaşı, Celal öğretmeni de yanına alarak hastayı, köy sakinlerinden motorcu Hasan’ın traktörü ile acil olarak Sarıkamış’a doktora götürdüler. Sarıkamış’a vardıklarında, Doktor Ilgar Bey’in muayenehanesine gittiler. Ilgar Bey, muayene ettikten sonra Altuğ’un bağırsaklarının çalışmadığını ve bunun nedenini de ciddi bir üşütmeden kaynaklanmış olabileceğini belirtti. Ardından bağırsakların çalışması için ilaç yazdı ve sabaha kadar bağırsaklar çalışmazsa cerrahi bir müdahale gerekebilir, dedi Ilgar Bey. Hep birlikte eczaneden ilaçları aldıktan sonra otele gittiler. Tüm ihtiyaçlar karşılandıktan sonra herkes yattı. Sabaha doğru saat dörttü, Altuğ’un bağırsakları çalışmağa başladı. Bir taraftan da kusuyordu. Galiba paçayı sıyırmıştı. Sabah oldu, tekrar Doktor Ilgar Bey’e gittiler. Doktor Ilgar Bey, tekrar bazı tavsiyelerde bulundu ve ardından motorcu Hasan’ın traktörüyle köye döndüler.
Köylüler, Altuğ’un hastalandığını öğrendiklerinde yaptıkları gibi, hastalığını atlatmasından dolayı da, ailesinin sevincini paylaşmak için Ahmet onbaşının evine akın ettiler.

 

Çünkü onlar, yani köylü; acıların paylaşılarak azaldığını, sevinçlerin de paylaşılarak çoğaldığını yaşayarak öğrenmişlerdi zaten.
Doğru olan da bu yaptıkları değil mi yani?

_________________________________________________________________________

Açıklamalar:

Haros: Nadasa (Dinlenmeğe) bırakılan tarlanın otlu hali.
Tumt: Tarlayı, diğer tarlalardan ayıran ara bölüm, sınır.
Gem (Döven): Ekinlerin biçildikten sonra ezilip ufaltılarak saman haline getirilmesinde kullanılan ve öküzler tarafından çekilen bir tarım aleti
Tırpan: Ot ya da ekin biçmek için kullanılan metal tarım aleti
Örs: Tırpanın bozulan ot kesen kısmını çekiçle düzeltmekte kullanılan bir tarım aleti.
Masat: Tırpanın otu ya da ekini daha iyi kesmesi için kestiği kısma sürtülen bir çeşit taş parçası..
Ahır: Kapalı hayvan barınağı.
Sıratarlalar, Peyler: Köyde tarlaların bulundukları bölgelerin ya da yerlerin adı.
Ekin ekme/Tarla sürme: Tarlaya tohum atıp tohumun toprağa karıştırılması işi.
Tırpan dövmek: Tarlayı biçerken tırpanın bozulan ağzını örs üzerine koyup çekiçle vurarak düzeltmek. Bu işlem tırpanın daha iyi kesmesi için yapılır.
Şekerleme: Kısa, tatlı uyku.
Nahır: Hayvan sürüsü.
Deri peyniri: Tulum peyniri.
Harman savurma: Dövülmüş haldeki buğday ya da arpa sapının, sonrasında harman makinasıyla tahıl ve samanı birbirinden ayırma işi.

21/03/2015
Aziz ÇATALPINAR

 

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Arpa ancak orağa geldi
Bizim diyarlarda Haros zamanı
İbogil’in küçük odasında sıkışıp kalan yaşam ve hayaller