Bende İngiliz işgali altında olmak gibi bir duygu var

Bende İngiliz işgali altında olmak gibi bir duygu var
21 Ekim 2014 17:30

Herhangi bir işgal yaşamadım hiç hayatımda ama aile ve ülke boyu yaşanan şeyler sonraki nesillere duygu olarak geçerler.

 

 

Safile USUL H&H YORUM

 

 

Oysa ben hayatım boyunca aynı nesildendim ama bu duyguyu eskiden değil de, mesela bir 20 sene önce, 15 sene önce, 10 sene önce değil de, şimdilerde yaşıyor olmamın bir nedeni var elbette.

 

Bu sabah, mesela, İstanbul’daki Validebağ Korusu’na saat 05.00’de Hükümet emrindeki polisler ani bir baskın yapmış ve iş makinalarının ağaç kesme işlemine destek sağlamışlar.

 

O çevrede oturan halk bir zamandır Validebağ Korusu’nda ağaç kesimi işlemine karşı imza topluyor olduğu için, o yöredeki vatandaşlar uyurken sabahın köründe polis desteğinde işlerine başlamışlar.

 

Normalde bir ülkede herhangi bir iş makinasının sabah saat 5’de polis eşliğinde baskın yapmasına gerek yoktur. Yapılacak bir iş varsa polissiz bir biçimde ve de günün ve de yapılacak işin doğasına uygun mesai saatlerinde normal bir biçimde gelir, herkes işini yapar.

 

Bunun için çevik kuvvetle sabahın körü baskını yapmaya gerek yoktur.

 

Ben hayatım boyunca ülkemde, sabah siyasi nedenlerle gözaltına almalar dışında, hiçbir zaman sabahın köründe iş makinasının bir ormana dalması veya mahkeme kararına rağmen izinsiz inşa çalışması yapılması gibi bir olay görmedim, duymadım, yaşamadım.

 

Şu anda bunu yaşıyorum epeyden beri.

 

Validebağ korusu çok etkileyici bir yerdir ama sadece orası değil…

 

Mazime dair birçok şey bir sabah baskını ile yıkılıyor benim.

 

Taksim meydanı böyle yıkıldı.

 

Emek sinemam gitti.

 

Gezi parkıma giriş serbest değil.

 

Şan sinemam gitti, yerine bir AVM dikiliyor.

 

Haydarpaşa Garı’ndan her an korkuyorum.

 

Tek güvencem şu ki, İstanbul topografik yapısı nedeniyle de, kendini aslında elletmiyor.

 

Ona istediğiniz gibi dokunma ve onu istediğiniz gibi yıkma şansını kimseye vermiyor.

 

Yani, çok dirençli ve inatçı bir şehir ama yine de bazı anıtlarını balyozla yıkan bir bela var başında.

 

Ve, işte bu sabah, yine o İngiliz işgali altında olma duygusu geldi oturdu içime…

 

İşgal şöyle birşeydir ki, işgal eden bulunduğunuz toprakla bir mazi ve benlik ilişkisine sahip değildir.

 

Bu nedenle hoyrattır sizin manevi benlik dünyanızı temsil eden şeylere karşı.

 

Sonra size ağırlık veren şöyle bir duygu da vardır ki…

 

Kendi benliğinize ait bir şeyi, onu sevmeyen ve ona anlam vermeyen bir başkasının eline bırakmışsınızdır, bu da sizde suçluluk duygusu yaratır aynı zamanda.

 

Bir de bir çaresizlik duygusu.

 

Evet, hayatta çaresiz birşey yoktur ama bir biçimde çarenin reçetesi oluşamıyordur.

 

BOTANİKÇİYE SORDUM

 

Atatürk Orman Çiftliği’ne yapılan kaçak saray için yurtdışından ithal ağaç getirtilmiş ve dikilmiş ama ağaçlar tutmamış.

 

Fiyatı da çok yüksek olan bu ağaçların tutmama nedeninin ne olabileceğini bir botanikçiye sordum.

 

“Her ağacın toprağı vardır ve başka bir toprağa getirilince çoğunlukla tutmaz.” dedi.

 

“Bazı belediyelerin yurtdışından getirdiği tropikal ağaçlar nasıl tutuyor?” dedim.

 

“Dikkat edilirse, onlar da tutmamıştır aslında, cılızlardır ve parlaklıkları yoktur, o ağaçları kendi toprağında gör bir de, o ağaçların ne olduğunu asıl o zaman görürsün” dedi.

 

Yani, ağaçların da bir “kendi toprağım” duygusu var…

 

Aslında bunun da ötesinde…

 

İnsan olmayan birşeyi ithal edebilir…

 

Ama bizim ülkemiz ağaç ve toprak örtüsü bakımından çok zengin ve çok şık.

 

Sadece iki Türkiye bölgesinden örnek vermek bile yeterli olabilir.

 

Ege mesela, olağanüstü güzel ve güzel kokulu bir toprak örtüsüne sahiptir.

 

Çeşit, çeşit bir doğa fışkırmasına sahiptir Ege.

 

Keza, Karadeniz; çok çok iddialı bir toprak zenginliği vardır.

 

Ağaçları her özgün şekli, şimali ve rengi ile topraktan fışkırır, kuşları da ağaçlarının içinden.

 

Bugün İstanbul’un batı ve güneybatı sahillerine bakın, orda da alımlı ağaç fışkırmasının devam ettiğini görürsünüz.

 

Renk renk, öyle renkler ki, nasıl da akıl etmiş ağaç bu rengi dersiniz.

 

Yani, böyle bir ülkede bir insanın aklına nasıl gelebilir ağaç ithali?

 

Bu sorunun cevabını ben şöyle veriyorum…

 

Türkiye ile hiçbir benlik ilişkisine girmemiş olmak, çevresi ile yaşadığı olumsuz ilişki nedeniyle ağaçları dahi kendine dost ve sevgi aracı olarak görememiş olmak.

 

Büyüdüğü toprağa taşınan yabancılık hissinin bir ağaç gerçekliği yaşanmasına mani olmuş olması ve yabancı ağaçların güzel olacağı tasavvuruna sığınılmış olması.

 

Yoksa ağaç zengini bir Türkiye bırakılıp da, insan sarayına neden yabancı ağaç ithal eder?

 

Acaba sarayın kaçak olması ile Türkiye’nin ağacına ve toprağına olan bağlantısızlığı arasında bir korelasyon olduğu için mi?

 

Evet, en çekirdek cevap sanırım bu.

 

 

Safile USUL Twitter

 

 

 

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Eski camlar bardak oldu
Özel-İmamoğlu-Yavaş ekseni
Rüzgar yeniden kırmızı ve toprak esiyor