Basın ve ifade özgürlüğünün katli

Basın ve ifade özgürlüğünün katli
4 Aralık 2015 10:00

İnsan haklarıyla ilgili metinlerde, düşünce ve ifade özürlüğü birlikte anılır. Çoğu metinlerde ise, sadece düşünce özgürlüğü anlatılır. Çünkü düşünce özgürlüğünün, ifade özgürlüğünü de içerdiği kabul edilir. Aksi takdirde, ifade edilmeyen düşüncenin hiçbir anlamı yoktur.

 

 

 

Av. Kemal AKKURT H&H YORUM

 

Anayasamıza göre, kimse düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz. Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Tarafı olduğumuz ve Anayasamızın 90.maddesi gereğince mevzuatımızın bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre, herkes, görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kamu otoritelerinin müdahalesi olmaksızın kullanılır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarına göre de, sadece hoşa giden, kabul gören değil, hoşa gitmeyen, şok etkisi yaratan düşünceler de serbestçe ifade edilebilir. Tek ölçü; ifadelerin şiddet içermemesi ve şiddeti teşvik etmemesi gerekir (AİHM, Handyside/Birleşik Krallık Davası ). AİHM, genel olarak, eleştiri sınırlarının, eleştiri hükümete veya siyasilere yöneldiği zaman, bir bireye yöneldiği durumdan daha geniş olduğunu ifade etmiştir (Costells/İspanya davası). Yani siyasilerin veya topluma mal olmuş ünlülerin eleştiriye daha açık, tahammülkar ve hoşgörülü olmaları gerekir. Yine AİHM içtihatlarına göre, gazetecinin haber kaynağını açıklama zorunluluğu bulunmamaktadır.

 

Yasal durum bu olmakla birlikte, Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğünden söz etmek, maalesef mümkün değildir. Bugün için Türkiye’de çeşitli yayın kuruluşlarında görevli 25 gazeteci ve medya mensubu cezaevlerinde tutuklu veya hükümlü olarak bulunuyor. Yüzlercesi ise, hakkında açılan soruşturma ve davalarla boğuşmaktadır.

 

Uygulamada, Anayasa’daki ve uluslararası sözleşmelerdeki bu hükümlere güvenerek düşüncelerini ifade edenler, önce hükümetin emrindeki polisin, sonrasında ise polisten gelen çoğu düzmece evraklara göre işlem yapan savcılarımızın ve özel yetkilendirilmiş Sulh Ceza Hakimlerinin kıskacından kurtulamıyorlar. Anayasa ve uluslararası sözleşmelerin tanıdığı, başta ifade özgürlüğü olmak üzere, tüm hak ve özgürlükler, çağdışı Ceza, Terörle Mücadele ve İç Güvenlik Yasası’nın ceberut hükümleriyle ortadan kaldırılıyor, işlevsiz bırakılıyor.

 

İfade özgürlüğünü ihlal eden uygulamalara, tutuklanan ve yargılanan onlarca gazeteci ve yazara en son Can Dündar ve Erdem Gül de eklendi. Önceki gazeteci ve yazarlar gibi, onlar da ellerine silah almamışlar. Sadece ve sadece Anayasa ve uluslararası sözleşmelerin verdiği güvencelerle düşüncelerini ifade etmişler, halkı bilgilendirme görevini yerine getirmişlerdir. Düşüncelerine katılmayabiliriz bu insanların. Düşünceleri, devletin “resmi” ideolojisiyle bağdaşmayabilir. Şiddet içermediği ve şiddeti teşvik etmedikleri sürece, düşünce ve ifade özgürlüklerine saygı duymak zorundayız. Ancak uygulama maalesef böyle değil. Olağanüstü dönemleri hatırlatacak şekilde, iktidara yakın duran, yalakalık yapanlar el üstünde tutuluyor, “muhalif” olanlar ise, soruşturma ve kovuşturmalardan kurtulamıyor. Hitler döneminin Nazi Kamplarını hatırlatan cinsten uygulamalar…

 

Ceza Hukuku hocamız, rahmetli Prof. Dr. Eralp Özgen’in (öncesinde Prof. Dr. Faruk Erem’in) hemen her dersimizde söylediği gibi, “masum bir insan haksız yere gözaltına alınacağına, bırakın yüzlerce suçlu insan serbest dolaşsın”. Yani masum bir insanın, sırf görüşlerinden dolayı gözaltına alınması, soruşturmaya uğraması veya mahkum olması, toplumda yargıya ve adalete olan güveni sarsar diyordu hocalarımız. Geldiğimiz noktada, hocalarımız her zaman olduğu gibi haklı çıktılar.

 

Ülkelerin gelişmesi için “yandaş medya”nın yazdıkları değil, “muhalif medya”nın söyledikleri önemsenmeli ve dikkate alınmalıdır. İktidarın her dediğini ve yaptığını alkışlayan bir anlayışla gelişme ve ilerleme olmaz. Tam aksine, farklı fikir ve düşüncelerin özgürce dile getirilmesi ve karşılıklı hoşgörü ile gelişme ve ilerleme olur. Bunun için de Ceza, Terörle Mücadele ve İç Güvenlik Yasası’ndaki çağdışı ve antidemokratik hükümlerin kaldırılması, işlevini yitiren RTÜK’ün yeniden düzenlenerek özgürlüklerin önünün açılması sağlanmalıdır.

 

Bu konuda Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un söyledikleri, basın ve ifade özgürlüğünün özünü oluşturuyor: “Hükümetlerin, bağımsız ve sorumlu medyayı bastırmaya veya engellemeye çalışması, aslında ne kendilerinin ne de vatandaşlarının çıkarına hizmet ediyor”.

 

Can Dündar ve Erdem Gül’ün yaptıkları, yüzde yüz gazetecilik faaliyetidir. Tüm dünyanın bildiği, MİT tırlarıyla radikal İslamî terör örgütlerine (Anayasa’ya ve Uluslararası Sözleşmelere aykırı olarak) silah taşınmasına ilişkin emniyetin ve yargının tespitlerini ve görüntülerini haber yapmışlardır. Yani malûmu ilân etmişlerdir. Bu tutuklamalarla suç işleyenler değil, suçu ortaya çıkaranlar ve haber yapanlar mahkûm edilmek istenmektedir. Bu kadarı Nazi Almanya’sında ve 12 Eylül faşizminde bile yaşanmamıştır…

 

Yerel Mahkemeler ile Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi gibi Yüksek Mahkemelerimizin temel amacı ve görevi, özgürlükleri korumak ve önündeki yasal engelleri kaldırmak değil midir? Oysa mahkemelerimiz, siyasi iradenin ideolojisi ve talepleri doğrultusunda hareket ettikleri görüntüsü vermektedirler. Bu durum, en çok da bir türlü bağımsız ve tarafsız olamayan yargımızı yaralamakta, halkın yargıya olan güvenini sıfırlamaktadır.

 

Gerek basın özgürlüğü ve gerekse ifade özgürlüğünün ihlali konusunda, AİHM’den en fazla mahkumiyet kararı Türkiye hakkında verilmektedir. Avrupa Birliği ilerleme raporlarında da Türkiye’de basın özgürlüğünün her geçen gün kısıtlandığı bilgileri geliyor. Bu nedenle, gerçekten evrensel hukuka bağlı, çağdaş bir ülke olmak istiyorsak, gerek mevzuatımızı ve gerekse uygulamalarımızı Avrupa Birliği standartlarına uydurmak zorundayız.

 

 

[email protected]

 

 

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Emek ve Dayanışma Bayramı
Dünya Barış Günü
Avukatlar Günü