Bahçeli’den tezkere açıklaması

Bahçeli’den tezkere açıklaması
1 Ekim 2014 17:39

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Bakanı Devlet Bahçeli, TBMM’de görüşülecek tezkereye ilişkin, “Partimiz, TBMM’nin gündemine gelecek tezkereye de her türlü eleştirisi saklı kalmak kaydıyla, bu hassasiyetle bakacak ve tercihini Türk milletinden yana kullanacaktır” dedi.

 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli TBMM’de görüşülecek tezkereyle ilgili olarak yazılı açıklama yaptı. Hükümetin dış politikasını eleştiren Bahçeli, “Şimdiye kadar, Hükümet’in hiçbir tahmini tutmamıştır. Hükümet’in hiçbir politikası yerini bulmamış, hiçbir taahhüdü, hiçbir tasavvuru amacına ulaşamamıştır. AKP’nin dış politikadaki vizyonsuzluğu, uzun vadeli stratejik planlama yapmadaki yeteneksizliği Türkiye’nin sorunlarına sorun eklemiştir” dedi. Bahçeli, IŞİD’e yönelik düzenlenmesi planlanan operasyonlara Türkiye’nin destek verip vermeyeceğine yönelik Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun açıklamalarına tepki gösterirken, şu ifadeleri kullandı:

 

“Erdoğan, sınır dışına asker gönderme yetkisinin sadece ve sadece TBMM’ne ait olduğunu bilmeyecek kadar cahil olamayacaktır. ABD’nin Türkiye’yi cepheye sürükleme kurnazlığına Başbakan ‘kararı biz veririz’ fason diklenmesiyle karşı çıkarken, Erdoğan ‘her desteği veririz’ sözleriyle açık çek yazmaktadır. Ayrıca Erdoğan’ın ABD dönüşü esnasında IŞİD’le ilgili dört ayaklı bir plana vurgu yaparak; ‘kara esastır, böyle bir örgütü havadan bitiremezsiniz, Türkiye üzerine düşen görevi yerine getirecektir’ demesi, Ve farklı yol haritasından bahsederek Suriye’yi hedef alacak koalisyonun dışında Türkiye’nin kalamayacağından bahisle askeri hareketi diline dolaması sorumsuzluk örneğidir.”
Bahçeli, mecliste görüşülecek tezkereyle ilgili olarak da, “Partimiz, TBMM’nin gündemine gelecek tezkereye de her türlü eleştirisi saklı kalmak kaydıyla, bu hassasiyetle bakacak ve tercihini Türk milletinden yana kullanacaktır” dedi.

 

Devlet Bahçeli’nin açıklaması şöyle:

 

“IŞİD terörünün körüklediği bölgesel kaos ve kriz dalgası sınırlarımızı aşındırmakta, bekamızı ve birliğimizi üst seviyede tehdit etmektedir.
Türkiye; çok riskli, çok sıkıntılı ve çok aktörlü vahim bir dönemin, çözülmesi zaman alacak çok değişkenli bir denklemin ortasındadır.
Sınır güvenliğimizin denetim ve dengesi bıçak sırtındadır.
Türk milleti ve komşu halklar barbarların, barış ve insanlık katillerinin hedefindedir.
Bölgesel ayak oyunları anormal bir seviyededir.
Çevremizdeki ülke ve coğrafyalar ateşin, asayişsizliğin ve anlaşmazlığın merkezindedir.
Kiralık terör örgütleri, projelendirilmiş paylaşım ve bölüşüm kavgalarına efendilerinin nam ve hesabına aktif olarak katılmaktadır.
Gelişmelerin yön ve kulvarı, Türkiye’nin istikrarı ve komşu ülkelerin bütünlüğü adına kaygı verici boyuttadır.
Irak ve Suriye’de yabancı emel ve ellerce tahkim ve tahrik edilen istikrarsızlık, gevşek ve pamuk ipliğine bağlı bölgesel dengeyi alt üst etmektedir.
Demokrasi, değişim, özgürleşme olarak müjdelenen Arap Baharı kan, kayıp, kıyım ve kitlesel göçlere dümen kırmıştır.
Etnik ve mezhep kutuplaşması Şam’dan Bağdat’a, Trablus’tan Sana’ya, Tunus’tan Kabil’e kadar etap etap tüm bölgeyi kavramış, deyim yerindeyse karantinaya almıştır.
Arap Baharı’nın acıklı sonuçları Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar her yeri baştan ayağa kabus gibi sarmış ve sarmalamıştır.
BOP’un yan imalatı, derin komplosu, stratejik tuzağı olan Arap Baharı rejimleri, sistemleri, devletleri, toprakları, sınırları, inançları, kültürleri, hepsinden de önemlisi kardeşlik duygularını linç etmiştir.
İslam âlemi kapkaranlık bir dehlize çırpına çırpına düşmüştür.
Tüm dünyanın gözü bölgemize ve İslam toplumlarının üzerine kilitlenmiştir.
Sözde diktatörlerden arınma, statükodan kurtulma ve demokratikleşme macerası hüsrana uğramıştır.
Geçtiğimiz yıl; ‘yüz yıllık parantezi’ kapatma hezeyanıyla avunanlar ve ‘tarihin coğrafi sınırlara isyan ettiğini’ mırıldananlar acaba öngörüsüzlüklerinin ağır faturasını nasıl telafi edeceklerdir?
Sınırları propaganda filmine benzeterek ‘Arap Baharı’yla birlikte bölgede yüzyılın tasfiyesi ve değişimi yaşanıyor’ diyenler şimdilerde bu sözlerini nasıl tavzih ve tevil edeceklerdir?
Arap Baharı’nı ‘bölgesel bir uyanış’ olarak ifade ve takdim edenler yanılmıştır.
Tunus’tan itibaren ödenen bedellere ve yaşanan bunalımlara ‘tarihin normalleşmesi’ diyenler yanlış yapmıştır.
Aşama aşama genişleyen toplumsal çöküşü, ‘Ortadoğu’da doğal havzaların birbiriyle buluşması’ yorumunu getirenler kaybetmiştir.
Ortadoğu’daki sınırları ‘yanlış örülmüş duvarlara’ benzeterek ‘daha büyük ölçeklerde bir araya gelme’ önerisinde bulunanlar saygınlıklarından olmuştur.
Bugünün merceğinden geriye dönüp baktığımızda, AKP’nin komşu coğrafyaları anlama, algılama ve anlamlandırma konusundaki perişanlığı daha net görülebilecektir.
Şimdiye kadar, Hükümet’in hiçbir tahmini tutmamıştır.
Hükümet’in hiçbir politikası yerini bulmamış, hiçbir taahhüdü, hiçbir tasavvuru amacına ulaşamamıştır.
AKP’nin dış politikadaki vizyonsuzluğu, uzun vadeli stratejik planlama yapmadaki yeteneksizliği Türkiye’nin sorunlarına sorun eklemiştir.
Hükümet selin önünde sürüklenen kütük misali iç ve dış meselelerin pasif ve edilgen bir ögesi haline gelerek devamlı savrulmuş, devamlı sürüklenmiştir.
Yalnızlaşan, kabuğuna çekilen, içine kıvrılan, demokrasi rezervi tükenen, adalet ve ahlak temeli çürüyen bir Türkiye resmi hepimizi kara kara düşündürmektedir.
Başkent Ankara’nın mirasını, tarihin ve coğrafyanın yüklediği milli sorumluluğu idrak edemeyen AKP, Türkiye’nin 12 yılını çalmış, 12 yılını harcamıştır.
Şurası açıktır ki, Türkiye’nin sınırları ve mücavir alanlar alev topuna dönmüştür.
Sınırlarımızın hemen dibinde konuşlanan farklı terör örgütleri komşu ülkelerin insan ve toprak bütünlüğünü tartışmaya açmıştır.
Türkiye de artan doz ve ölçekte bu olumsuz süreçten etkilenmeye başlamıştır.
Esad yönetiminin Suriye’nin kuzeyinden çekilmesiyle ortaya çıkan fiili boşluk radikal, selefi ve bölücü terör grupları tarafından periyodik olarak doldurulmuştur.
Nitekim, Nusaybin’in tam karşısındaki Kamışlı, Ceylanpınar’ın tam karşındaki Resulayn, Akçakale’nin tam karşısındaki Tel Abyad, Suruç’un tam karşısındaki Ayn el-Arap, Karkamış’ın tam karşısındaki Carablus, Kilis’in tam karşısındaki Azez ve Afrin teröristlerin istila ve hesaplaşmasına sahne olmaktadır.
Özellikle Irak ve Suriye kandan geçinen vahşilerin açık pazarı haline gelmiştir.
Silahı kuşanan, bombayı beline saran ve öldürmeye programlanan katillere celp çıkaran terör örgütleri, küresel planlara müzahir olacak şekilde kanlı-kefenli rekabete girişmiştir.
Bir ara Esad karşıtlığının sağladığı motivasyonla aynı kareye giren, aynı hizaya gelen terör şebekeleri, çıkar çatışmaları ve farklı yönlendirmelerle epeydir birbirlerini yemekle meşguldür.
Suruç ilçemizin karşı tarafında yer alan ve Arap Pınar olarak bildiğimiz Halep’e bağlı Ayn el-Arap ilçesinde 15 Eylül’den buyana yaşananlar başka türlü izah edilemeyecektir.
Bölücülerin burayı Kobani olarak isimlendirmesi, sözde Batı Kürdistan’a Rojava demeleri ise tarihi gerçekleri saptırmaya yetmeyecektir.
Merak ediyoruz, Başbakan Davutoğlu, 2012 yılının Temmuz ayında, ‘Halep ve etrafta kamu düzeni sağlanamazsa Türkiye kendini güvende hissedemez’ açıklamasını acaba hatırlıyor mudur?
Yine o tarihlerde dile getirdiği, ‘ister PKK, ister El Kaide veya başkası; herhangi bir terör unsurunun sınır boylarımızda olmasına izin vermeyiz. Meşru müdafaa sebebi sayılır.’ sözlerinin hala arkasında mıdır?
On yıllardır, terör örgütlerinin eğitilip küresel cinayet projelerinin emrine sokulması, su yolları ve enerji havzaları üzerinden yürüyen egemenlik mücadeleleri felaketlerin kilidini açmıştır.
IŞİD veya nevzuhur terör örgütlerinin tarihten silinmesi, en azından etkisizleştirilmesi için küresel ve bölgesel unsurlar durum muhasebesinin yanında, özeleştiri yapacak samimiyeti gösterebilmelidir.
Dünya ahlak ve vicdan sınavından geçmektedir.
Terör karşısında tarafsız bölge yoktur. İyi veya kötü terörist tasnifi ise insanlığın ihlalidir.
Karşımızda insan kafası kesen, toplu infazlara imza atan, kadınları esir alıp cariye olarak satan, beşeriyeti titreten kanlı ve katil bir örgüt vardır.
Bu örgüt ki, yüce dinimiz İslam’ı eşkıyalığına alet ederek cihat ve şehadeti açıkça ve alçakça sömürmektedir.
İslam’ın mesaj ve tebliğiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bu örgütün şeytani planlara tetikçilik, BOP’a nöbetçilik yaptığı şüphesizdir.
Bu örgüt, klasik savaş taktiklerinin yanında, terör yöntemleriyle de Suriye ve Irak’ı yaşanmaz hale getirmektedir.
Baas kalıntıları, bazı Sünni aşiretler ve küresel mihraklar IŞİD’in ana damarı, ana iskeletidir.
Saddam döneminden kalma paramiliter gruplar, dünyanın değişik ülkelerinden farklı saiklerle gelen militanlar IŞİD’in cinayet kadrosuna çoktan yazılmıştır.
Çok iyi bilinmelidir ki, Türkiye için IŞİD ne kadar gayri meşru ise PYD-PKK da o kadar gayri meşru, yasa dışı ve uluslararası hukuka aykırı insanlık düşmanlarıdır.
AKP Hükümeti’nin terör örgütleri arasında seçim yapma, ehveni şer görme hak ve salahiyeti yoktur, olamayacaktır
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz Pazar günü Dünya Ekonomik Forumu’nda; ‘ey dünya, IŞİD’e karşı ayaklanıyorsun da PKK’ya karşı neden ayaklanmıyorsun’ sözleri son yılların en tutarsız, en ucuz, en sorunlu açıklamasıdır
Erdoğan bu ifadelerini BM Genel Kurulu’nda söylemekten çekinmiş veya aklı başına yeni gelmiştir.
PKK’yı şımartan, pazarlıklarla dirilten, terörist devşirmesine kolaylık sağlayan, hain taleplerine çözüm ve açılım süreçleriyle kucak açan Erdoğan’ın şikayet ve sızlanmaya hiç hakkı yoktur.
Ve hiç kimse saf değildir.
Erdoğan’ın, Dünya’ya çağrı yapacağına kendi vicdanına ve geçmiş siciline bakması ahlaken tutarlılık olacaktır.
Şayet Türkiye, ABD’nin çağrısına uyarak koalisyon gücüne katılması halinde zımnen PKK-PYD terörünü arkalayacak, bölücülüğün kuyruğuna takılacaktır.
Yok uymazsa bu defa da IŞİD’e onay vermiş sayılacaktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ABD’de, IŞİD’e yönelik sürdürülen operasyonla ilgili ‘üzerimize düşen görev neyse yapacağız’ demesi, ek olarak askeri ve siyasi destekten bahsetmesi tercihin çoktan yapıldığına işarettir.
Erdoğan, sınır dışına asker gönderme yetkisinin sadece ve sadece TBMM’ne ait olduğunu bilmeyecek kadar cahil olamayacaktır.
ABD’nin Türkiye’yi cepheye sürükleme kurnazlığına Başbakan ‘kararı biz veririz’ fason diklenmesiyle karşı çıkarken, Erdoğan ‘her desteği veririz’ sözleriyle açık çek yazmaktadır.
Ayrıca Erdoğan’ın ABD dönüşü esnasında IŞİD’le ilgili dört ayaklı bir plana vurgu yaparak; ‘kara esastır, böyle bir örgütü havadan bitiremezsiniz, Türkiye üzerine düşen görevi yerine getirecektir’ demesi,
Ve farklı yol haritasından bahsederek Suriye’yi hedef alacak koalisyonun dışında Türkiye’nin kalamayacağından bahisle askeri hareketi diline dolaması sorumsuzluk örneğidir.
Erdoğan’ın aklında esasen IŞİD değil Esad yönetimi vardır ve ‘Şam yönetimi bedelini öder’ beyanı buna açık kanıttır.
Cumhurbaşkanı Türkiye adına bağlayıcı kararları tek başına nasıl alabilmekte, ABD’ye askeri müdahaleye katılma güvencesini hangi yetkiyle verebilmektedir?
Hükümet nerededir, Samsun’da balık avlamakla meşgul olan, rüyalarında Hegel ve Gazali’yle tartışan Başbakan ne yapmaktadır?
Elbette IŞİD büyük bir tehdittir ve mutlaka tepelenmeli, çok acil başı ezilmelidir.
Ancak PKK-PYD-YPG-YPJ da aynı derecede, belki de daha fazla ölçüde Türkiye’nin başına ve çevresine çöreklenmiş bir musibetin farklı farklı isimleridir.
IŞİD’le mücadele ederken, PKK-PYD’ye yol verilmesi ve alan açılması büyük Kürdistan’ın batı kısmını ikmal edecektir.
Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün vazgeçilmezliği ve tüm terör gruplarının bölgeden temizlenmesi yegane öncelik olmalıdır.
Hükümet oldubittilerle, uçuşa yasak bölge yaklaşımlarıyla yeni bir peşmerge yönetiminin kapağını aralamamalıdır.
Herkes bilsin ki IŞİD, Büyük Kürdistan projesinin maşasıdır ve görevi bununla sınırlıdır.
Bu terör örgütünün nasıl ve kimler vasıtasıyla piyasa çıkarıldığı, hangi amaçlarla silahlandırıldığı ve bu sırada AKP Hükümeti’nin ne yaptığı cevaplandırılması gereken sorulardır.
Biz bugünleri çok önceden görmüş ve 6 Ağustos 2012 tarihinde yaptığımız Basın Toplantısında şu teklifimizi açık yüreklilikle milletimizle paylaşmıştık:
‘Ülkemize yönelen tehditleri en aza indirmek amacıyla; batı ucu Afrin’i ve doğu ucu da Kandil’i içine alacak biçimde tesis edilecek hilal şeklindeki güvenlik kuşağı bir an önce sağlanmalı ve icra edilmelidir.’
Hükümet bu önerimizi dikkate alıp gerekli atılganlığı gösterebilmiş olsaydı, bugünkü tablonun lehimize olacağı tartışmasızdır.
Hükümet’in birinci önceliği Türkiye’nin güvenliğini sağlam esaslara bağlamaktır.
Bu maksatla ne gerekiyorsa yapılmalıdır.
Erdoğan ve Davutoğlu tarih önünde büyük bir vebal altındadır.
Irak ve Suriye başta olmak üzere, bölge ülkeleri küresel vesayeti reddetmeli, insan varlıklarını ve coğrafi bütünlüklerini müdafaa edecek basiret, cesaret ve dirayeti gösterebilmelidir.
Ortadoğu’nun haritasını yeniden çizmek için kolları sıvayan, yeni devletler kurmak için fırsat kollayan çevrelere, lobilere, silah ve terör baronlarına karşı herkes uyanık olmalıdır.
Türk devleti, Misak-ı Milli’nin sınır boyunca sahnelenen fitne kampanyasına karşı tüm milli güç unsurlarıyla göğüs germelidir.
Milli güvenliğimize yönelen ağır tehditlerle başa çıkabilmek için, Suriye’nin kuzeyini derinlemesine içine alacak ve hiçbir terör örgütünün lehine olmayacak şekilde bir ‘güvenlik kuşağı’ hayata geçirilmelidir.
Kaybedecek zaman yoktur.
IŞİD, buzdağının sadece görünen kısmıdır.
Bu örgütün kimlerin elinde palazlandığı, militanlarının sevkiyat ve kaynağını nasıl sağladığı, kimler eliyle silahlandırıldığı tam açıklığa kavuşmadan hava veya kara operasyonu yeni sorunlara davetiye çıkaracaktır.
Tehdit direkt ve doğrudan Türk milletine yöneliktir.
Amaç ise dört parçalı Büyük Kürdistan’ın duvarlarını örmek, çatısını kurmaktır.
IŞİD-PYD-PKK tarihin çöplüğüne emelleriyle birlikte süpürülmeden iç ve dış tehditler azalmayacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye’yi namusu gibi görmektedir.
Partimiz, TBMM’nin gündemine gelecek tezkereye de her türlü eleştirisi saklı kalmak kaydıyla, bu hassasiyetle bakacak ve tercihini Türk milletinden yana kullanacaktır.
Bahse konu olan Türkiye’nin güvenliği, tarihi hak ve çıkarlarıdır.
Milliyetçi Hareket Partisi, Türk milletini, Türk vatanını, Türk bayrağını ve bin yıllık kardeşlik hukukunu kutsal bir emanet gibi savunulmasını şart görmektedir.
Hiçbir şey bitmiş olmayıp tarih henüz hükmünü de vermemiştir.
Zaman her şeyin ilacı, millet iradesi her şeyin devası, Yüce Allah’ın himmet ve himayesi her şeyin üstüdür.”