Ayasofya’da kılıçlı hutbe ile Atatürk’e lanet etme bağlamında Ali Erbaş kripto FETÖcü olabilir mi?

Ayasofya’da kılıçlı hutbe ile Atatürk’e lanet etme bağlamında Ali Erbaş kripto FETÖcü olabilir mi?
5 Ağustos 2020 17:20

Ayasofya’nın camiye çevrilmesi, kılıçla hutbe okunması ve hutbede Atatürk’e lanet okunması bağlamında milli-ulusalcı gazeteciler, yazarlar tarafından çok şey konuşuldu ve tartışıldı.

 

 

Dr. İbrahim ÖZDOĞAN H&H YORUM

 

 

Bu konu televizyon izlencelerinde de geniş yer buldu.

 

Bu nedenle Ayasofya’nın cami yapılması ile ilgili konulara bir iki husus dışında çok fazla girmeyeceğim.

 

Çünkü aşağı yukarı her şey söylendi ve Atatürk’e lanet okuyan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a her kesimden haddi bildirildi.

 

Öncelikle şunu belirtelim ki, Ali Erbaş’ın da çok iyi bileceği gibi saf İslam hukukunda fethedilen topraklarda gayrimüslimlere ait ibadethaneler ve araziler üzerine asla cami yapılamaz.

 

Osmanlı Devleti’nde ‘’kılıç hakkı’’ dedikleri oluşturulan gelenekle fethedilen her kentte Hıristiyanlara ait bir kilise cami yapılmıştır ama yukarıda belirttiğim gibi bu uygulama İslami değildir.

 

Bu bağlamda Fatih Sultan Mehmet’te Ortodoks Hıristiyan dünyasının en büyük kilisesi olan Ayasofya’yı camiye çevirmiştir.

 

Halife Ömer zamanında Mısır’a atanan bir vali Hıristiyan bir kadına ait arazi üzerine cami yaptırınca, kadın durumu bir mektupla halifeye şikayet etmiştir.

 

Bu şikayet üzerine Halife Ömer yapılan bu camiyi yıktırıp sahibine teslim ettirmiştir.

 

İkinci husus Fatih tarafından camiye çevrilen Ayasofya 1918’deki Mondros Mütarekesi ile İstanbul’un işgali ile torunu Vahdettin tarafından anahtarları ile Hıristiyanlara verilmiştir.

 

Yani Ayasofya’nın Hıristiyanlara teslimi ile birlikte Osmanlı egemenliği artık sona ermiştir.

 

Dolayısıyla ağızlarına pelesenk ettikleri ve kamuflaj olarak kullandıkları Fatih’in Ayasofya ile ilgili ‘’Vakfiyesi’’ de hükmen ilga olmuştur.

 

Kaldı ki İslami hükümlere göre gayrimüslim de olsa zorla gasp edilen hiçbir yapı ve arazi üzerine vakıf kurulamaz.

 

Tabii ki bu durum işin dinsel yönü.

 

Hıristiyan dünyasının işgal ettiği İstanbul’u ve bu bağlamda Ayasofya’yı yeniden kurtaran Mustafa Kemal Atatürk olmuştur.

 

Hıristiyanlar tarafından son verilen Osmanlı egemenliği yerine TBMM egemenliği geçmiştir.

 

Cumhuriyet kurulduktan sonra da 1934 yılında Bakanlar Kurulu kararı ve Atatürk’ün imzası ile Ayasofya tüm uygarlığın ortak yapıtı olarak müzeye çevrilmiştir.

 

Yani yukarıda izah ettiğim gibi İslam hukukuna daha uygun davranmıştır.

 

Tüm bunları Ali Erbaş ve İslam hukukuna aşina herkes tarafından çok iyi bilinmektedir.

 

Atatürk’ün İstanbul bağlamında Ayasofya’nın da fatihi olmasına rağmen bedava kahramanlığı ve nankörlüğü tarihin her döneminde çok iyi uygulayan din tacirleri ve dinci teröristler her zaman alçakça şov yapmışlardır.

 

Ali Erbaş kılıçla hutbe okuyarak sanki Ayasofya din yobazları tarafından fethedildiği algısını oluşturuyor.

 

Ayasofya’nın kılıçlı hutbe şovu ile ibadete açıldıktan sonra görevli olmadığı halde sarıklı cüppeli yobazlar tarafından ‘’halifelik isteriz’’ diyerekten nara atmaya başladılar ve iki gün önce de Taliban gibi terör örgütleri tarafından meydanlarda karşı devrimin provaları yapıldı ve bu gidişle artarak yapılmaya devem edecek.

 

Tüm bunların müsebbibi olan Ali Erbaş’ın kılıçlı huybe ve Atatürk’e lanet şovundan sonra ortalığın karışmasına ve 1930’da Menemen’de gelişen, şeriat isteriz diyerekten yeşil bayrak açıp cihat ilan eden Derviş Mehmet gibi beyinsiz meczupların ortalığı sarmasına sebep olmuştur.

 

Ama şunu anımsatırım ki, Yüz yıla yaklaşan Cumhuriyet döneminde beyinlerde Atatürk devrimleri tamamlanmıştır.

 

Meczup Derviş Mehmet’in yüz takipçisine karşı Atatürk’ün milyonlarca evladı vardır.

 

Ülkesinin selametini, milletinin birlik ve beraberliğini düşünen Atatürk evlatlarının şimdilik seslerini çıkarmamasına kimse aldanmamalıdır.

 

Türk milleti genetik olarak çok sabırlıdır ama zamanı geldiğinde hainleri affedici değildir.

 

Şimdi gelelim yazının başlığında ifadesini bulan esas konusuna.

 

Ali Erbaş kripto fetöcü olabilir mi?

 

Hemen şunu belirteyim ki yargı karar olmadıkça kimseyi peşinen suçlayamayız ama ilgili kanıtları da sağlıklı bir analiz yapıp, sonra da bir senteze varmak için yazmaktan geri durmayız.

 

Ali Erbaş’ın geçmişine baktığımız zaman Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi olduğunu görmekteyiz.

 

Ali Erbaş Sakarya Üniversitesi’nde 15 Temmuz’un kritik ismi Adil Öksüz ile beraber çalışmıştır.

 

Adil Öksüz’ün ‘’Ceza Hükümleri Açısından Tevrat ve Kuran’’ başlıklı ‘’Dinler Arası Diyalog Projesi’’ ile örtüşen tezine ‘’uygun’’ imzası atarak ona doktor unvanı veren jürideydi.

 

Bu tezde Kuran ve Tevrat’ın hükümlerinin ne kadar da birbirlerine uygun olduğu kaydedilmişti.

 

Ali Erbaş’ında fetöcü Adil Öksüz’ün bu doktora tezinde imzası olması size neyi düşündürür?

 

Sadece bu mu?

 

Michel Lelong’un ‘’İslam’la Yüzleşen Batı’’ adlı kitabını Ali Erbaş Türkçe ye çevirmiştir.

 

Bu kitapta çevirisini yapan Ali Erbaş bir önsöz yazmıştır.

 

Bu önsözde ‘’Bu çeviriyle dinler arası diyaloga bir nebze olsun katkıda bulunmuşsak kendimizi bahtiyar hissederiz’’ tümcesini de yazmıştır.

 

Ali Erbaş’ın çevirdiği bu yapıt ve önsözde kullandığı ifadelerden hangi yargıya varabiliriz?

 

Ali Erbaş’ın çalışmalarının tamamı ‘’Dinler Arası Projesi’’ kapsamındadır.

 

‘’Dinler Arası Diyalog Projesi’’nin kuramcısı Prof. Suat Yıldırım ki kendisi fetöcü olarak firardadır, Ali Erbaş ile Vatikan’da papazlarla defalarca görüşmüş ve kilisede İsa ikonu önünde çok mutlu şekilde poz vermişlerdir.

 

Ali Erbaş aynı zamanda fetönün kurduğu KADİP’in Kültürler Arası Diyalog Platformu’nun üyesiydi, başkanı da firari fetöcü Prof. Suat Yıldırım’dı.

 

KADİP, ALİ Erbaş ın geçmişte belirttiği gibi onursal başkanlığını Fethullah Gülen in yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın desteklediği bir çalışmaydı.

 

Ali Erbaş fetöcü Abant platformlarının da müdavimiydi.

 

Akademik çalışmalarının büyük çoğunluğunu ‘’Dinler Tarihi’’ üzerinde yoğunlaştıran ve fetö projeleri çerçevesinde Vatikan papazları ile görüşmesi ve bu doğrultudaki bir kitabı Türkçe’ye çevirmesine rağmen Ali Erbaş, Tayyip Erdoğan’ın fetöyle yoğun mücadele döneminde hangi gerekçeyle Diyanet İşleri Başkanı yapıldı?

 

Şimdi gelelim meselenin bam teline.

 

‘’Dinler Arası Diyalog Projesi’’ bir teraneden ibarettir.

 

Çünkü İslam dini Hıristiyanlık ve Museviliği çok şiddetli bir şekilde reddetmektedir.

 

Ayetler ve hadislerde bu durum çok açık olarak belirtilmiştir.

 

Hiçbir din mensubunu kınamam ve inancından dolayı asla eleştirmem ve dostluk kurmaktan uzaklaşmam ama İslami yönden ele aldığımız zaman Kuran’ın Maide Suresi 51. ayetinde şunu görüyoruz:

 

‘’Ey iman edenler Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.’’

 

Burada Ali Erbaş’ın çelişkisini ve birbirlerine zıt işler neden yaptığını sorgulamak istiyorum.

 

Geçmişte fetönün Dinler Arası Projesine yukarıda açıkladığım gibi yoğun katkılarda bulunup Hıristiyan ve Musevilere dostlu sunan Ali Erbaş o haliyle tüm dinlerin bir çatı altında birleşmesine çaba harcarken din savaşlarının en belirgin sembolü olan kılıcı ve lanetlemeyi dışlamıştı.

 

Tayyip Erdoğan’ın Diyanet İşleri Başkanı olunca bu barışçıl çalışmalarını bir tarafa bırakıp, Hıristiyanların da en azından tarihsel olarak ibadethanesi olan Ayasofya’daki minberden elde kılıç, ağızda lanet neden öbür dinlere savaş ilanını sembolleştirerek sokak ve caddelerin şeriat naraları atan yabanıl(vahşi) ilkçağ canlıları ile dolmasına sebep oldu.

 

Üzerine yoğun çalışmalar yaptığı Dinler Arası ‘’Diyalog Projesi’’ kapsamında böyle bir şeyin bulunması olası değil.

 

Peki şimdi neden Ayasofya, kılıçlı hutbe, halifelik çerçevesinde sokak ve caddeleri sıkıştırıyor.

 

Peşinen kimseyi suçlamadan diyorum ki, sıkıştıkları ülkelerde fetöcülerin kripto kılığına girerek ortamı kaosa sürükleme çalışmalarıdır.

 

Bu ülkede fetöcüler kadar Atatürk’e düşman başka bir grup göremezsiniz.

 

Atatürk’ü deccal etmişlerdir.

 

Atatürk’ün kılıçlı hutbede lanetlenmesi bu bağlamda olabilir mi?

 

Ali Erbaş Diyanet Başkanı olduktan sonra camilerde bir dua da olsa adının silinmesi Atatürk’ün deccallığına verilen karar üzerine midir?

 

Sokak ve caddeleri yabanıl(vahşi) ilkçağ yaratıkları ile Ayasofya, kılıçlı hutbe, Atatürk’e lanet etme bağlamında kırıştıran Ali Erbaş hem Türkiye hem de Tayyip Erdoğan için çok tehlikeli hale gelmiştir.

 

Diyanet İşleri Başkanlığı görevinden behemehal alınmalıdır.

 

Bu analitik yazının sonunda insan ‘’Ali Erbaş acaba kripto fetöcü mü?’’ sorusunu sormaktan alamıyor.

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Türk ordusunu taammüden mahvetti
Tayyip Erdoğan’a karşı tüm muhalefet partileri ortak demokratik milli mücadele başlatmalıdır
Fetö teröristlerine af isteyen ya gafil ya hain ya da kaset korkusu olan şerefsizlerdir!