Atatürk’ü de mi disipline vereceksiniz? İnsaf!

Atatürk’ü de mi disipline vereceksiniz? İnsaf!
17 Kasım 2018 08:44

Cumhuriyet köşe yazarı Bedri Baykam bugünkü köşe yazısında CHP’de disiplin olaylarını eleştiren bir yazı kaleme aldı.

 

 

 

İşte o yazı;

Hayır olamaz. Olmamalı. Ne yazık ki Kılıçdaroğlu yönetiminin son yıllarda çok meraklı olduğu çeşitli milletvekillerini ve partilileri disipline göndermek, CHP’nin imajına büyük zarar veriyor. Hele geçen hafta gördüğümüz gibi, konu “Türkçe ezan” olduğu zaman, yara derinleşiyor. Kılıçdaroğlu ve kurmaylarının anlayamadığı konu şu: Türkiye’nin gerçekleri gereğince bugün ezanın yalnız Arapça okunması gerektiğine inanabilirler. Öztürk Yılmaz’ın görüşlerine tamamen karşı çıkabilirler. Ama farklı bir görüş savunuyor diye kendisini disipline yollamanın elle tutulur, sosyal demokrat bir partiye yakışan hiçbir yönü yoktur. Daha da ötesi, bu tavır günümüz gençliğine tamamen ters düştüğü gibi, ayrıca CHP’nin kuruluş felsefesine ve Atatürk’ün Türkiyesi’ne de yakışmamaktadır. Konu burada, Kılıçdaroğlu CHP’sinde Atatürk’ün uygulamalarının ağıza alınmasının bile artık “ihraç sebebi” haline getirilmek istenmesidir. Konu, AKP’den hemen yaldızlı bir “aferin” alan, Öztürk Yılmaz’ın ihraç girişimini çok aşmaktadır! Hani son günlerde Atatürk’e saldıran meczuplar artıyor ya? Kusura bakmayın ama, Atatürk’ün en temel fikirlerine karşı uygulamaya konulan bu anti-demokrat cadı avı, iki sapığın çekiçle onun heykellerine saldırılar yapmasından katbekat daha ağır bir yara açıyor içimde! CHP’nin yönetimi, günümüz Türkiyesi’ndeki siyasi nabza uymak için kendini kesinlikle Arapça ezandan yana gösterebilir. Ama bu konuda “ihraç” mekanizmasını çalıştırmak, Cumhuriyeti kuran Atatürk iradesini kırmızı çizgilere alarak, geçmişiyle beraber yok etmeye kalkışmaktır. 22 Ocak 1932 ve 16 Haziran 1950 arasında uygulanan Türkçe ezan, daha sonra faşist tavırlarıyla gerçek rengini belli eden DP tarafından kaldırılmıştır. Kaldı ki onlar bile Türkçe ezanı yasaklamamışlar, ancak “ezanın Arapça söylenmesine getirilen yasağın kaldırılması” konusunda bir karar almışlardır. Ayrıca her gün değişik vesilelerle demokrasi ve ifade özgürlüğünün öneminden söz eden bir partinin, “insanların namaza kendi anlayacakları dilde davet edilmesini” isteyen bir görüşe karşı bu kadar radikal bir cezai yaptırımla yaklaşması, kara mizah gibidir! Ali Sirmen ve Rahmi Turan gibi sol- Atatürkçü yazarların da karşı çıktığı bu yaklaşım, CHP’nin hiç hak etmediği şekilde yasakçı, geçmişini inkâr eden bir parti olarak belirmesine neden olacaktır. CHP tabanının böyle hassas bir konuda katı ötesi ve cezacı bir yaklaşıma destek vermeyecekleri kesindir. Umarım YDK, olayların bu tatsız boyutlara varmasına engel olur.

 

 

İsmet Küntay Ödülleri ve ‘İsmet Abi’…
Tiyatromuzda sağlam bir gelenek oluşturan “İsmet Küntay Ödülleri” geçen hafta Büyük Kulüp’te, çok nezih bir topluluğun katıldığı törenle dağıtıldı. Sağolsunlar, organizasyon komitesi bu sene yine bir ödülü de benim vermemi istedi ve bir konuşma da yaptım. O törende beraber oturup geceyi alkışlara boğduğumuz insanlar arasında, sevgili Müjdat Gezen, İlker Başbuğ, Tamer Levent, Hıfzı Topuz, Ayşe Emel Mesci gibi efsaneler vardı.
Ama o gecenin ve ödüllerin güzel hikâyelerinin ötesinde bir şeyler anlatmak istiyorum… Rahmetli İsmet Küntay, benim için öz amcam kadar yakındı. Ergenlik yıllarımın sayısız hafta sonunu İsmet Abi’yle ve değerli eşi Nadide Teyze’yle beraber geçirme fırsatım oldu, sevgili ablam Hülya ile hafızalarımızda en güzel şekilde yer eden büyülü günlerdi. İsmet ve Nadide Küntay’la aile dostuyduk. Kendisinden babamla olduğu gibi Cumhuriyet değerlerini, solculuğu ve ayrıca önemli yazarların kimliğini, Gogol’u, Kafka’yı, Nâzım Hikmet’i dinleme şansım oldu. Beraber balığa çıkardık, Nadide Teyze’nin mükemmel köftelerini yer, futbol sohbetleri yapar, ardından Dalyan’daki efsanevi pazar maçlarını izlerdik. Bugün Türk tiyatro ortamı için İsmet Küntay ödülleri çok değerli, geleneksel ve itibarlı sanatsal nişan anlamını taşıyor. Benim için ise İsmet Abi, bana sırtüstü yüzmeyi, kütüphane oluşturmayı öğreten en yakınım, daha nasıl anlatayım? Bu ödüllerin uzun soluklu başarısında, başta iki sene önce kaybettiğimiz değerli eşi Nadide Küntay’ın ve başlı başına bir kültür efsanesi olan sevgili Hayati Asilyazıcı’nın sonsuz emeği var. Kaç genç tiyatrocuyu, sahne insanını, sahne arkası emekçisini onurlandırmayı başardılar; bu büyük bir performans, gerçekten bravo! O duygulandırıcı gecede, Hıfzı Topuz, Zuhal Olcay, ODTÜ Müzikal Topluluğu, BKM Tiyatro, Hüseyin Köroğlu, Okday Korunan, Gülsüm Soydan, Tiyatral Mardin Topluluğu, Pervin Bağdat, Tiyatro Sahnekârlar, Özdemir Nutku, Mustafa Şen, Eren Aysan, Mustafa Bal, Bakırköy Belediye Tiyatroları, KATS Sahne Sanat ve Eğlence Merkezi, Medina Yavuz Almaç, Alper Maral, Behlüldane Tor ve Kamil Kellecioğlu ödülleri paylaştılar. Küntay ailesine ve Jüri Başkanı sevgili Asilyazıcı’ya ne kadar teşekkür etsek azdır!

 

‘Müslüm’ filmi önyargıları ezip geçiyor!
Geçen hafta sonu “Müslüm” filmine gittik. Gerçekten çok tebrik ediyorum yönetmenleri, yani Ketche ve Can Ulkay’ı. Ulkay’ın daha önce o şaheser “Ayla” filmini de izlemiştim. Her ikisi de birbirinden daha iyi kotarılmış iki proje. “İki yönetmen aynı filmi nasıl çeker” sorusunun yanıtını ben kendim bizzat yaşayarak vermiş bir insanım.
Müslüm Gürses, yaşamının son dönemine kadar, entelektüel çevrelerde fazla prim yapamamış bir arabesk müzik şarkıcısıydı. Yansıttığı imaj, onun için yanıp tutuşan, İstanbul varoşlarından veya yurdun dört bir yanından gelen ve birçoğu kendini jiletleyen gençlerin katıldığı konserler, yanık bir ses, röportajların yansıttığı “çok dramatik bir geçmiş” olgusu ve sonuçta genellikle aydınların büyük kısmının biraz dudak büktüğü bir profildi. İşte “Müslüm” filmi, bütün bu varsayım ve önyargıları, dinamitlercesine yok ediyor. Filmin başından itibaren kendimizi o ufacık çocuğun, “Müslüm Akbaş”ın yerine hemen koyuyoruz ve dünyayı onun korkuları, heyecanları ve umutlarıyla görmeye başlıyoruz. Bu yönetmenlerin ve o küçük aktör Şahin Kendirci’nin başarısı. Ardından filmin derinliklerine çekiliyoruz. Kıskançlık ve şiddet üstüne beyni kurgulu bir baba, fedakâr bir anne, kan dolu sahneler… Size filmin akışını fazla anlatmadan, “Müslüm”ü hissettirmeye çalışmanın zorluğunu yaşıyorum. Güneyin en zor şartlarında var olmaya çalışan gencecik insanları, onların rüyaları, mücadeleleri, aşkları nasıl göğüslediklerini aktaran mükemmel bir kurgu ve birbiriyle rekabete giren çarpıcı sahneler… Ve eşim Sibel’i ağlatan, Timuçin Esen’in “Müslüm Baba” performansına Muhterem Nur rolünü mükemmel oynayarak harika bir şekilde eşlik eden, eski öğrencim Zerrin Tekindor… Bana daha fazla anlattırmayın, görmediyseniz hemen gidin bu hafta sonu! (Sevgili yönetmenler, ben o şehrin üstünde süzülen görkemli kuşun şehrin üstünden uçuş sahnesini 4 saniye uzatırdım, bir de filmin sonunda, kredilerin okunmasını zorlaştıran akış hızını yavaşlatırdım.)