Ankara’nın Suları!

Ankara’nın Suları!
18 Eylül 2014 08:55

Cumhuriyet Gazetesi köşe yazarı Mustafa Balbay yazdı.

 

Tam başkentte iç politikadan dışişlerine kadar her alanda işin suyu çıktı derken, Ankara’da ciddi bir su tartışması çıktı.

Biz de kendimizi suyun içinde bulduk.

Daimi konuk olarak katıldığım, Halk TV’de Şaban Sevinç’in hazırlayıp sunduğu Basın Koridoru programında her salı olduğu gibi bu hafta da öncelikle siyasi gelişmeleri konuşmak üzere hazırlanmıştım. Latif Şimşek’in de katıldığı program, Ankara’nın bir süredir tartışılan içme suyu ile başlayınca Melih Gökçek yanıt hakkını kaçırmadı. Aramızda üslup farkı olsa da kentin içme suyunu konuşmamak olmazdı.

CHP Ankara milletvekilleri Aylin Nazlıaka ve Levent Gök bir süredir konuyu gündemde tutuyor. Nazlıaka ve Gök kentin değişik bölgelerinden gelen yakınmaları da dikkate alarak Ankaralıları uyardılar, Gökçek’i de kamuoyunu doğru bilgilendirmeye ve sorumluluğa çağırdılar.

Gökçek’in canlı yayında verdiği bilgilere bakılırsa Ankara suyunu elmas niyetine sat, dünyanın çok az ülkesinde bu kadar temiz, arındırılmış, damıtılmış su var. Her gün 400 ayrı bölgeden alınan numunelerin ölçümü de bunu kanıtlıyor. Kaldı ki Ankara’nın çeşmelerinden akan su Gökçek’in ağzından dökülen sözcükler kadar hızlı olsa başkent tropikal iklime dönerdi.

***

Gökçek’in rakamlarına karşın Ankara’daki hastanelerin acil servislerine özellikle son bir aydır normalin üzerinde sindirim yolu rahatsızlığına dayalı başvuru yapılıyor. Doktorların genel anlatımla söylediği şu:

“Bu aralar Ankara’nın sularında bir şey var!”

İçme suyu bir kentin can damarıdır. En küçük bir şüphenin bile dikkate alınması, toplumu tatmin edici bilgi verilmesi gerekir. Gökçek bir yandan art arda sıraladığı rakamlarla bunu yaptığını söylerken bir yandan da Ankara’nın sularında sorun olduğunu söyleyen hekimler hakkında suç duyurusunda bulunacağını haykırıyor. Bu yönde çok umudumuz yok ama olması gereken o hekimi can kulağıyla dinlemek.

Gökçek’in mantığıyla hareket edilirse, hastalıklara neden aramaya gerek yok; başlıca suçlu bunu saptayan doktor. Teşhis etmese, hastalık da ortaya çıkmış olmaz!

2000’li yılların başında Ankara’nın su gereksiniminin Bolu çevresinden mi yoksa Kızılırmak’tan mı sağlanması gerektiği ikilemi yaşanmıştı.

Bolu pahalı ama temizdi, Kızılırmak ucuz ama ağır metallerle dolu idi. Gökçek ikincisini tercih etti.

Kızılırmak suyu çok değerlidir; madenciliğe ve kimya sektörüne birebirdir!

Gelinen noktanın özeti bu.

***

Konuşmalarda medya ile ilgili soru sorulduğunda şöyle başlardım:

Medya içme suyu gibidir. Bir kentin içme suyu kirlendiğinde insan bedenine ne olursa, medya kirlendiğinde de topluma o olur.

Ankara’nın içme suyunda yaşanan sorun bir bakıma her iki kirliliği de anımsatıyor.

Günlük tartışmaların içinde su sorunu basit bir konu gibi gelebilir. Ancak daha şimdiden 21. yüzyılın en ciddi konularından biri haline geldi.

Suda üçlü kıskaç var:

Dünya nüfusu artıyor, her bireyin kullandığı ortalama su miktarı artıyor, temiz su kaynakları azalıyor.

Örneğin 1900’lu yılların başında dünya nüfusu 1.5 milyar iken kişi başına yıllık su tüketimi 350 metreküp idi, nüfusun 7 milyarı aştığı günümüzde tüketim 750 metreküpü buluyor.

Türkiye sanıldığı gibi su zengini bir ülke de değil. Bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için kişi başına yılda 8 bin metreküp suyun düşmesi gerekiyor. Bizdeki rakam 1500 metreküpün altında.

Hal böyleyken barajlardan plansız kentleşmeye kadar her yöntemle temiz su kaynaklarımızı kurutuyoruz, kirletiyoruz.

Başkentteki temiz su tartışmasının sorunun gerçek boyutlarını gündeme taşımasını dileyelim.