Ankara’da denizim var

Ankara’da denizim var
31 Ağustos 2014 17:30

Dün Anıtkabr’e gittim.

 

Safile USUL H&H YORUM

 

Biraz geç gideyim, kalabalık dağılsın dedim ama yine de kalabalıktı.

 

Mozole’nin önünde biraz yer olsun bencilliği vardı ama öte yandan yurttaşlarla beraber olmak da çok çok güzel.

 

…………

 

Ankara’da son günlerde arsız bir sıcak vardı biliyorsunuz, Anıtkabr’in kapısından çıkmam gereken yokuşa bakınca, bu arsız sıcakta bu yokuşun beyin sulandırıcı olacağı geldi aklıma.

 

Daha önceki gidişlerimde böyle sıcak bir hava yoktu.

 

Fakat, yokuşu çıkmaya başlayınca gördüm ki, yol kenarındaki ağaçlar sıcağı serinliğie çevirmiş.

 

E, dedim içimden, Atatürk demek rahatlık, medeniyet ve ağaç demektir.

 

Zaten, Ankara’yı bilmeyenler için yazayım, Ankara’nın Atatürk ve çalışma arkadaşları tarafından planlanan ve oluşturulan iç çemberindeki, yani merkez semtlerindeki cadde ve sokaklar ağaçlarla bezeli.

 

En hoyrat sıcakta bile Ankara’nın iç çemberindeki sokaklar beyninizi delmez, ki, Ankara’nın iç çemberindeki tüm caddeler Atatürk ve arkadaşları tarafından geniş ve yan tarafı sıkı ağaçla dokulu bulvarlar olarak planlanıp, oluşturulmuş.

 

Neyse, yukarıya çıktım.

 

İçimdeki son günlere ait siyasi sıkıntı ve daralmışlık duygusu açılmaya başladı.

 

İnsanları ve büyük bir ekrana yansıtılan 26 Ağustos 1922 görüntülerini gördüm.

 

Onları fazla izlemeden ama en yukarıya çıktım.

 

Mozole’ye gitmek istiyorum ilk önce.

 

Mozole’ye ulaşmaya çalışırken Anıtkabr’in bir duvarındaki resim işlemelerini seçtim.

 

İlk kez seçtim onları, önceden farkına varmamışım.

 

Eski Mısır resimleri işlenmiş duvara.

 

Bu resimler Atatürk’e ait olan Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel medeniyetlere olan bağ duygusunu yansıtıyor olmalı diye düşündüm.

 

Kadın ve erkeklerin, at üzerinde giden kadın ve erkeklerin eski Mısır resimlerinde olduğu gibi yandan çizimleri.

 

Kadın ve erkeğin cinsel bir ideolojiye tabii tutulmadığı, insan olarak resmedildiği çok doğal akışlı resimler.

 

Aman Allahım, ne kadar da uymuş Anıtkabir’e.

 

Sonra mozoleye çıktım.

 

Sevgi dolu, samimi insanlarla doluydu önü.

 

Onlardan yer çalmayı içime sindiremedim, daha ötede durdum.

 

Mozolenin önünde (Anıtkabr’in diğer bölgelerinde de az önce görmüş olduğum gibi) türbanlı hanımefendiler gördüm.

 

Buna dair kafamdan hızlı bir esinti geçti…

 

Evet, türbanlı hanımefendileri Atatürk’e böylesine bir samimiyetle yakınlaştıran şey, Atatürk’ün benliklerinde açtığı ferahlık ve özgüven duygusuydu.

 

Benliklerinin kabul etmediği sınıflandırmalar ve kadının hassasiyet ve kişiliğini ezen kalıplardan Atatürk’e sığınıyor ve onun bu anlamda bir sığınak olduğunu hissediyorlardı kalplerinin en hakikatli ve en reel köşesinde.

 

Kadın Atatürk’de insan olabilmeyi bulur ya, onlar da insan olabilmenin, ideolojik ve kalıpsal ve de boğucu kadın kategorilerinden kurtulup, Atatürk ile kişiliği ve özgür insan olabilmeyi hissediyorlardı.

 

Ki, ben de Mozole’de Atatürk’e sahip olabildiğim insanca yaşam biçimini, üstelik de hayatını bu yolda feda ederek, bana verdiği için teşekkür ettim.

 

Başka türlü bir yaşama dayanamazdım gibime geliyor.

 

Ben de önce eşit insan olmayı isterdim, tıpkı erkekler gibi.

 

Belki mesela, sadece bilim için yaşamak isterdim, tıpkı erkekler gibi ve cinsel bir kadın sınıflandırmasına tabii tutularak bilim cennetinden uzak tutulmaya tahammül edemezdim.

 

Sonra…

 

Mozolenin önüne konulmuş çiçeklere baktım.

 

Resmi çelenkler için ayrılan o yuvarlak alandaki Cumhurbaşkanlığı forsu taşıyan çelengi fark ettim.

 

İrkildim önce, hoşlanmadım o çelenkten.

 

Ama güzelleşen günümü bozamazdım, dikkatimi ziyarete gelen vatandaşların koyduğu karanfil ve diğer çiçeklere verdim.

 

Size birşey söyleyeyim ve inanmıyorsanız denemesi bedava.

 

Türkiye’nin çiçekleri çok güzel kokar, oysa dünyanın birçok ülkesinde çiçek koku vermez.

 

İlk fırsatınızda deneyin lütfen, bunu herkesin bilmesini çok arzuluyorum.

 

Anıtkabr’e tüm gidişlerimde işte, hep mis gibi çiçek kokusu aldım.

 

Mecburiyetten değil, sevgiden doğan o çiçekleri koklaya koklaya kaldım Mozole’nin önünde.

 

İçimden söylediklerimi anlatmamayım.

 

Ordan, Anıktkabr’in içinde küçük bir kafe var, oraya girdim.

 

Bu ne ucuzluk ya…

 

Aldıklarım 75 kuruş tuttu.

 

Satış yapan askere dedim ki, “Burası Atatürk’ün evi olduğu için mi bu kadar ucuz yiyecek, içecekler böyle?”

 

“Kesinlikle” diye cevap verdi.

 

Öyle bir, “Kesinlikle” idi ki bu, hani talim esnasında kullanılan kelimelerde, yani yayılmadan ve kompakt ve kararlı telaffuzlarda olduğu gibi.

 

Yani…

 

Sadece bu anlattığımdan çıkarmadım ama Anıtkabr’in içinde kantinde satış yapan askerinden, kapıda karşılayana ve de üst rütbesine kadar bizim dışardan görmediğimiz bir durum var.

 

Orası aynı türde bir devlet çekirdeği olmaya devam ediyor.

 

Kale içinde duran bir şehir gibi orası.

 

Citadella gibi.

 

Askerlerin hepsi Atatürk yazılı kravat takmıştı dün bir de.

 

Orası sadece bir Anıtmezar değil, bir siyasi Citadella aynı zamanda, bundan emin olun.

 

İçinde çok sıkıntılar ve zorluklar taşıyan ama o aynı özelliğini olduğu gibi koruyan bir Citadella.

 

Bu arada yazıyı uzatmadan derhal müzeden de söz etmeliyim…

 

Müzenin içi felaket kalabalıktı.

 

İki şeye baktım sadece günümü daha da güzelleştirmek için…

 

Atatürk’ün eski Osmanlı zamanından olan nüfuz cüzdanı ile Cumhuriyet kurulduktan sonraki nüfus cüzdanı.

 

Bir de annesi Zübeyde Hanım’ın fotoğrafı.

 

Bol ve çok uzun bir elbise ve kafasında, mesela, Ege’de ve Karadeniz’de olduğu tarzda bir şal tipi örtü.

 

Bugün istediğiniz mevlüde gidin buralarda, Atatürk’ün annesinin başındaki örtünün aynısını görürsünüz.

 

Ve…

 

Zaten biliyordum ama dün yine gördüm…

 

Atatürk aile ve anne olarak, mesela Ege, Karadeniz, Akdeniz vs.’de hep şahit olduğum tipte bir Türk Müslümanlığı’ndan geliyor.

 

Bu tür Müslümanlık Balkanlar’da da vardır mesela.

 

Hakiki anlamda muhafazakar bir Müslümanlıktır bu.

 

Muhafazakarlığı toprak ile üretim ilişkisinin mevcudiyetinden ve bu mevcudiyetten doğan sosyal ve ekonomik ahlaktan gelir.

 

Bu tür bir ahlakta örneğin kamu malını çalmak kabul edilmez ve çok kötü bir ahlaksızlık olarak görülür.

 

Çoklu evlilik yoktur ve aile sadakati makbuldür.

 

Din tüccarlığı yapıp, ardından her türlü pis ve ahlaksız iş yapılmaz.

 

Toprak ilişkisi zayıf olan Arap kültürlerinde olduğu gibi, din sosyal ve toplumsal dejenerasyonun aleti olarak kullanılmaz.

 

Hakiki bir muhafazakarlığın kalitelerini taşır.

 

Çünkü topraktan, toprakla kurulan ekonomik ilişkiden ve bundan doğan ahlaktan beslenir.

 

İşte Atatürk böyle bir ailenin ve böyle bir annenin çocuğu.

 

Müzedeki fotoğrafta tekraren bunu gördüm.

 

İçim artık tamamen ışıldamış bir halde ayrılabilirdim Anıtkabir’den.

 

Son birkaç günün kasveti yerini ışıltıya ve dinginliğe bırakmıştı.

 

Bir de, var ya…

 

Mozole’nin olduğu bölgeden ayrılırken bir duvarın bir ucunda üzeri kalın yazılarla yazılmış bir tabela gördüm.

 

Okudum ve tekraren emin oldum.

 

Ama o tabelada ne yazdığını burda anlatmayacağım.

 

Kem gözler de olabilir.

 

Kem gözlere anlatmam o tabelayı. Asla anlatmam onlara bunu, bu yıllar geçmeden.

 

O tabelayı da İçime aldım güzel bir inancın getirdiği bahar havası gibi.

 

Ve, dışarı çıktım.

 

Bir de, başlıkta onu demiştim…

 

Ankara’da denizim var diye…

 

Normalde ben denizi olmayan bir şehirde yaşamakta çok güçlük çekerim.

 

Çünkü gerek Karadeniz gerek İstanbul deniz ile doludur ve fizyolojim buna çok alışkın.

 

Ama bir yıldır yaşadığım Ankara’da da denizim var benim.

 

Anıtkabir o.

 

Sıkıntı çekmiyorum o nedenle.

 

Hay Allah, deniz ve insan fizyolojisi ve de siyasi fizyoloji hakkında yazacak yerim kalmadı bugün.

 

 

Safile USUL Twitter

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Eski camlar bardak oldu
Özel-İmamoğlu-Yavaş ekseni
Rüzgar yeniden kırmızı ve toprak esiyor