Anayasa’ya aykırılığa oy vermek

Anayasa’ya aykırılığa oy vermek
22 Nisan 2016 12:45

Milletvekillerinin “kürsü dokunulmazlığı” olarak da bilinen yasama sorumsuzluğu, mutlak olarak korunması gereken temel bir haktır.

 

 

 

Av. Kemal AKKURT H&H YORUM

 

 

Milletvekili adayı olan kişi, Anayasa’daki bu temel hakka güvenerek, “milletin vekili” olarak seçilmiştir. Milletvekili, hiçbir soruşturma endişesi duymadan, milletin yararına olduğunu düşündüğü söylem ve eylemlerde bulunmak ister. Bu dokunulmazlıklardan fiilen sadece iktidara mensup ve iktidarla aynı paralelde düşünen milletvekillerinin yararlanması, “muhalif” olanların bu haklarının gaspı, Anayasa’ya; yasalara, uluslararası sözleşmelere aykırı olmakla birlikte, tam bir akıl tutulmasıdır.

 

 

İktidar partisinin bir oldu bittiye getirip, meclise ve topluma dayattığı dokunulmazlıkların tamamının Anayasa’ya aykırı biçimde, geçmişe dönük ve bir defaya mahsus olarak kaldırılması talebi yerine, CHP ve HDP’nin yıllardır savunduğu “kürsü dokunulmazlığı” dışındaki dokunulmazlıkların kökten kaldırılması, çözüm olabilirdi. Ancak iktidarın amacı, muhalif milletvekillerini sindirmek olduğu için, böylesine kalıcı ve objektif düzenlemelere gitmemektedirler.

 

 

İktidara mensup bir lider vekilinin itiraf ettiği “oğlan bizim, kız bizim, kim ne karışır” söylemi, fiili bir gerçekliğe tekabül etmektedir. Yasamanın etkisizleştirildiği, yargının yürütmenin güdümüne girdiği, ülkenin fiilen tek adam yönetimine geçtiği bir dönemde, iktidar partisi milletvekillerini sorgulayacak cesarette bir savcıyı bulmak için Amerika’ya gidemeyeceğimize göre, olan muhalefet milletvekillerine olacaktır. Özgürlüklerine düşkün ve düşüncelerini serbestçe ifade eden aydınların, akademisyenlerin, gazetecilerin ve insan hakları savunucularının başına gelen hukuksuzlukların, muhalif milletvekillerinin başına gelmeyeceğinin hiçbir garantisi yoktur.

 

 

Türkiye’de yargının bağımsız ve tarafsız olmadığını dünyada duymayan ve bilmeyen kalmadı. İktidar partisinin teklifi Anayasa’ya girdiğinde, muhalif milletvekillerinin yargı eliyle itibarsızlaştırılmaları, özel yetkili Sulh Ceza Yargıçları eliyle tutuklanmaları, 1990’lı yıllardaki hukuksuzlukların yaşanması ihtimali kuvvetlenmiştir. Tarih (kötü yönleriyle) tekerrür etmeye devam etmektedir.

 

 

Geriye Yürümezlik ilkesi :

 

 

Yargılanacak kişilerle ilgili aleyhe olacak düzenlemelerin geriye yürüyemeyeceği, evrensel ceza hukukunun temel bir kuralıdır. Dolayısıyla yapılması düşünülen düzenlemenin Anayasa’ya aykırılığı yanında, fiilen uygulanma olanağı da yoktur. Böyle bir düzenleme, olsa olsa yapılacak değişiklikten sonra işlenecek suçlarla ilgili olabilir. Ancak iktidar partisinin, muhalif milletvekillerinin yargılanmaları için dönem sonunu beklemeye tahammülleri yok. Muhalif olanları hemen yargı önüne çıkarıp, gerekirse tutuklatmak ve yeni mağduriyetler yaşatılmak isteniyor. İktidar partisi, bu nedenle bir defaya mahsus ve geçmiş suçlarla ilgili olarak Anayasa değişikliği istiyor. Böyle bir düzenlemenin tedbir yoluyla Anayasa Mahkemesi’nden dönmesi gerekir. Aksi takdirde, yine ihtiyati tedbir yoluyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde yargılamalar ve olası infazlar durdurulacaktır.

 

 

Anayasa’ya aykırılığa onay vermek :

 

 

İktidar partisinin Anayasa’yı askıya almasına, parlamenter rejimi bekleme odasına koymasına, evrensel hukuk kurallarını hiçe saymasına toplum olarak alıştık. Bundan sonra da farklı bir beklentisi yok toplumun duyarlı kesimlerinin. Ancak muhalefetin bir görevi de iktidarı hukuk içine çekmeye uğraşmaktır. Yapılan yanlışları kamuoyu ile paylaşmak ve doğru yol ve yöntemleri önermektir. Ana Muhalefet Partisi, dokunulmazlıkların tek defada ve geriye yürüyecek şekilde, savunmalar bile alınmadan kaldırılmasının Anayasa’ya aykırılığını tespit etmiş ve kamuoyu ile paylaşmıştır. Buna rağmen “evet” oyu vereceğini açıklaması, alışık olmadığımız bir husustur.

 

 

Ana Muhalefet Partisi’nin, doğru bildiği yolda, tek başına kalsa da mevcut Anayasa’ya ve evrensel hukuka bağlı kalmakta ısrarlı olması ve bu konuda kamuoyu oluşturması beklenirdi. Ancak teklifin Anayasa’ya aykırılığını belirtip, ama “konu komşu ne der?” anlayışıyla 180 derece aksi yönde hareket etmesi, iktidarın hukuksuzluklarına meşruîyet kazandırması olmayacak mıdır? Benzer bir mantıkla, önümüzdeki süreçte iktidar partisinin fiilî otoriterliği bir Ortadoğu tipi totaliter rejime dönüştürmesine veya hilafetin geri getirilmesi gibi olası absürt taleplerine de “dinî hassasiyetleri” bahane gösterip, “dini cemaatler ne der” anlayışıyla davranıp sessiz mi kalınacaktır?

 

 

Nasıl ki önceki Genel Başkan Sayın Baykal’ın geçtiğimiz günlerde Avrupa Parlamentosu’nda Sayın Başbakan’ın konuşmasını hararetle tebrik etmesi, geçmiş yıllarda çarşaflı kadınlara rozet takması gibi popülist tavırlar Ana Muhalefet Partisi’ne artı bir oy getirmemiş, aksine parti tabanında duygusal kapışlara neden olmuşsa, şimdiki olası yanlışlıklar da partiye bir yarar sağlamayacak, mevcut oy tabanını da erozyona uğratacaktır. Olan, İktidar partisinin oldu-bittiye getirerek Anayasa’da yapacağı düzenleme ile o mahkemeden diğer mahkemeye koşturacak, bir kısmı da Silivri’ye taşınacak muhalif milletvekillerine olacaktır.

 

 

Türkiye’nin temel problemi, Anayasa’yı, yasaları ve evrensel hukuku bir tarafa bırakan iktidar partisi değildir. İktidar partisinin tavır değiştirmesi ihtimali de ufukta görülmüyor. Temel problem; iktidara alternatif bir muhalefetin oluşturulamaması, bu kısır döngüden kurtulamayışımızdır. İktidar partisi “güç zehirlenmesi” içindeyken, muhalefet partileri “muhalefet yorgunluğu” yaşamaktadır. Bu yorgunluğu atmanın yolu, iktidara teslim olmaktan veya dinlenmek için Silivri’de yatmaktan değil, dinamik kadrolara yol vermekten geçiyor…

 

 

Av. Kemal AKKURT

 

Sosyal Demokrat Avukatlar Derneği Başkanı

 

[email protected]

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Emek ve Dayanışma Bayramı
Dünya Barış Günü
Avukatlar Günü