Aman Allahım bu ne?

Aman Allahım bu ne?
23 Kasım 2014 10:30

ABD’li eski demokrat kongre üyesi Margolies’in Ak Saray’a ilk tepkisi:

 

 

Leyla Tavşanoğlu / Cumhuriyet

 

 

ABD Temsilciler Meclisi’nin eski Demokrat Partili üyelerinden Marjorie Margolies, bugün için partisinin ABD seçmeninin gözünde güven yitirdiğini düşünüyor. Kamuoyu yoklamalarında siyasi partilere güvenin sadece yüzde 9 olduğuna dikkat çeken Margolies, “Demokrat Parti son kongre ara seçimlerinde halka net mesajlar veremediği, başarılarını bile satamadığı için oy kaybetti” diyor. Cumhuriyetçilerin kendilerini anlatmada Demokrat Parti’den daha başarılı olduklarını söylüyor. Bir de işaret ettiği nokta, iki yıl sonra yapılacak başkanlık seçimlerinde, aday olursa dünürü Hillary Clinton’ın başkanlık koltuğuna çok yakışacağı. Türkiye bağlamında, Beyaz Saray’la Ankara’daki bin odalı Ak Saray’ı kıyaslarken, “Aman Allahım!” diyor da başka bir şey söylemiyor.

 

 

- ABD Kongresi’nin son ara seçimlerinde üyesi olduğunuz Demokrat Parti, Cumhuriyetçilere karşı neredeyse hezimete uğradı. Neden?

 
M.M.- Bunun nedenleri çok karmaşık. Ayrıca siyasette çok dalgalanmalar vardır. Kimi zaman kazanırız, kimi zaman da kaybederiz. Bana göre seçmen iş yapmadığını ya da yeterince çalışmadığını düşündüğü siyasetçilere kızıyor.
Sanıyorum Cumhuriyetçiler, Demokratlara kıyasla halka ve seçmene mesajlarını daha net veriyorlar. Cumhuriyetçiler galiba Demokratlara göre hedeflerine çok daha fazla odaklılar.
Size bir örnek vereyim. Demokratlar gereğinden fazla bilgi toplama peşinde oldukları için o bilgiler içinde deyim yerindeyse boğuluyorlar ve insanların anlayabileceği net ve açık bir mesaj verme becerilerini kaybediyorlar.

 
– Sizce bu neden oluyor?

 
M.M.- Son yapılan kamuoyu yoklamalarının sonuçlarını söyleyerek bu sorunuza cevap vereyim. Siyasete Amerikan seçmeninin duyduğu güven sadece yüzde 9. Düşünebiliyor musunuz?
Cumhuriyetçiler halka şu mesajı verdiler: Obama iyi çalışmıyor. Başarısız oldu.
Öte yandan Demokratlar da elde ettikleri başarıları halka satamadılar. Bu büyük bir hataydı. Bu hatayı niye yaptıklarını bilmiyorum. Oysa biz başarılarımızla gurur duymalıydık. Örneğin Sağlık Reformu Yasası, ABD’nin yavaş olsa da istikrarlı ekonomik büyümesi bizim için övünç kaynağı olamadı. Olamayınca seçmen de eleştirilere başladı. Oysa bu siyasetler hiç de başarısız değildi. Aksine…

 
- Obama yönetiminin dış politikası da çok eleştirilmişti. Sizce Demokrat Parti ve Obama yönetiminin dış politikada performansı nasıl?

 
M.M.- Bana göre hem başarılı hem başarısız. Ağırlıklı olarak hiç de kötü değil. Obama yönetimi kamu dışı kuruluşlar ve kişilerden de yararlandı dış politikasında. Ama hâlâ Amerika ve dünya bu kamu dışı aktörlerin oynadıkları önemli rolleri kavrayamadı ya da kavramakta zorlanıyor. Bu kişiler ve kuruluşlar alışkın olduğumuz geleneksel savaşlara girmiyorlar.
Bu yeni bir oyun. Artık kimi ülkelerde de kamu dışı oyuncular önem kazanmaya başladı. Öte yandan hâlâ bu yöntemi kullanmayan ülkeler var. Bunların anlayışı da düşmanımın düşmanı benim dostumdur.

 
– Kamu dışı aktörlerden söz ettiniz. Yalnız Başkan Obama’nın, kendi seçim kampanyasına para yatırma kontenjanından Oslo ve Budapeşte büyükelçiliklerine iki diplomat olmayan, işadamını büyükelçi ataması Amerikan basınında pek de hoş karşılanmamış, bu kişilerin gittikleri ülkelerin siyasi sistemlerini bile bilmedikleri dile getirilmişti. Buna ne diyeceksiniz?

 
M.M.- Bu eleştirileri ben de biliyorum. Ama bu iki büyükelçinin diplomasiden gelen öbür büyükelçilerden hiç de farkı yok.
Onlar, Başkan’ın güvendiği kişiler. Başkan Obama bu kişilerin ABD’yi yurtdışında hakkıyla temsil ettiklerine inanıyor. Bizde hep diplomasiden gelen büyükelçilerin harika işler yaptıkları inancı vardır. Daha fazla konuşmayayım. Ama Başkan Obama, bu iki kişiyi büyükelçi atadı diye de eleştiri oklarına hedef olmamalı. Duyduğum kadarıyla bu iki büyükelçi gittikleri ülkelerde gayet yetkin işler yapıyor.

 
– ABD’de başkanlık seçimlerine tam iki yıl kaldı. Bu gelecek seçimlerde Demokrat Parti’nin şansını nasıl görüyorsunuz?

 
M.M.- ABD’de kimileri diyor ki: “Demokratlar bu seçimlerde hezimete uğradı. 2016 başkanlık seçimlerini kazanmaları çok uzak bir ihtimal.”
Kimilerinin görüşü de şu: “Cumhuriyetçiler çok iddialı gidiyor. Eğer bir dönemeçte ayakları sürçerse Demokratların seçim kazanma şansı çok daha kolay olur.”
Şu anda kim kazanır kim kaybeder diye bir tahminde bulunmak çok zor. Ama benim hissiyatım Cumhuriyetçilerin kendilerini bu dönem ispatlamak için bir şeyler yapma gereği duyacakları. Bunu yapmazlarsa onların da işi zor.
Şu anda Hillary’nin (Clinton) ne yapacağını daha bilmiyorum. Bana göre ABD için harika bir başkan olur.

 
- İyi de Demokrat Partili delegeler Hillary Clinton’ın aday adaylığına oy verirler mi?

 
M.M.- Bugün için söylüyorum. Hillary’den başka hiç kimsenin adaylığının önünün bu kadar açık olduğunu düşünmüyorum. Ama tabii geleceği tahmin etmek çok zor. İki yıl politikada ışık yılı kadar uzak bir zaman.

 
- Bence bundan sonraki sorum, Hillary Clinton aday olmak ister mi, olmalı…

 
M.M.- İyi bir soru. Keşke istekli olsa da adaylığını koysa. Bana göre ABD için çok iyi bir ilk kadın başkan ve başkan olurdu.
Bir kere Dışişleri Bakanlığı döneminden uluslararası alanda kendisine çok iyi bir muhit edindi. Üstelik son derece zeki ve birikimlidir.

 
– Dünyada, ABD’li seçmenin oldukça muhafazakâr davrandığı gibi bir algı var. Bu muhafazakâr olduğu söylenen seçmen bir kadın başkan adayına oy verir mi?

 
M.M.- Yakın geçmişteki başkanlık seçimleri sonuçlarına baktığınız zaman Amerikan seçmeninin pek de muhafazakâr olmadığı ortaya çıkıyor. Unutmayın ki biz tarihte ilk kez Afrika kökenli başkanımızı seçtik. Dolayısıyla bizim seçmen bir kadın başkan adayına oy vermekte de tereddüt etmeyecektir. Sanıyorum ülke buna hazır.

 
- Hep siyaset şeffaf olmalı denir. Siyasetin içinde bunca yıl bulunmuş biri olarak sizce siyaset neden şeffaf olmalı?

 
M.M.- Çünkü seçmen seçtiği kişilerin dürüst, namuslu ve demokrasiyi tam anlamıyla işler hale getirenler olduğunu, çocuklarının güvende olduğunu bilmek, ülkenin doğru yönde yol aldığını görmek istiyor. Siyasete bu güven arttıkça hepimizi daha iyi ve güvenli bir yaşam bekleyecektir.

 

 

Demokrasinin temeli kuvvetler ayrılığı

 
- Siz Washington’la Ankara arasında bugünkü ikili ilişkileri nasıl görüyorsunuz?

 
M.M.- Bu konuda konuşacak kadar uzman değilim. İlişkilerin aldığı yönü, inişli çıkışlı gidişi gazetelerden izliyorum sadece. Gerçekten bilmiyorum. Ama bundan sonra yakından izleyeceğim.

 

 

- Tipik bir politikacı gibi konuştunuz….

 
M.M.- Yok öyle değil. Ama bilmediğim bir konuda da fikir beyan etmekten kaçınıyorum.

 
– Sizin başkanlara ev sahipliği yapan Beyaz Saray ya da gerçek adıyla Beyaz Ev gayet mütevazı bir bina. Buna karşılık bizim Ankara’da yeni Cumhurbaşkanımız Erdoğan için inşa edilen Ak Saray bin odalı ve çok görkemli. Sizce bir ülkenin önem ve ağırlığının göstergesi binaların görkemli olması olabilir mi?

 
M.M.- Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı binasının bin odalı olduğunu duyduğumda, Aman Allahım bu ne, diye düşünmüştüm ama gerçekten bunu neden yaptıklarını bilemiyorum.

 
– O zaman şöyle bir soru sorayım. Siz demokrasiyi nasıl tarif edersiniz?

 
M.M.- Demokrasi benim için katılım demektir. Demokrasilerde siyasetçi vatandaşın sesine kulak vermelidir. Demokrasi orada burada değil hayatımızın tam ortasında duruyor. Demokrasilerin olmazsa olmazı kuvvetlerin ayrılığı ilkesidir. Yasama, yürütme, yargı birbirlerini denetlemelidir. Kontrol ve denge mekanizması olmayan sistemlere demokrasi denemez. Gücün tek bir merkezde toplanması ise tamamıyla demokrasi dışı bir uygulamadır.

 

 

Gazetecinin meslek ahlakı

 
- Yıllarca basın ve medyada çalışmış birisi olarak, namuslu ve dürüst gazetecilik sizce nasıl olmalı?

 
M.M.- Yılların bana verdiği deneyimden biliyorum. Gazetecilikte tarafsızlık yoktur. Gazeteci ancak hakça, adil biçimde işini yapmaya çalışmalıdır. Gazeteci sonuçta insan. İnsanın tarafsız olması çok zor. Esas olarak gazetecinin hakça anlayışla çalışmasıdır. Şunu da eklemem lazım: Gazeteci muhabirse bütün siyasal partilere ve çıkar gruplarına eşit mesafede durmalı ve haberini yorum katmadan yansıtmalıdır. Köşe yazarıysa o zaman başka. Köşe yazarının belli bir siyasi görüşe sahip olmasında bence sakınca yok. Çünkü o bir anlamda fikir sahibidir de.

 

 

PORTRE
MARJORIE MARGOLIES

 
Yükseköğrenimini Pennsylvania Üniversitesi’nde iletişim dalında yaptı. Yirmi dört yıl boyunca televizyon haberciliğinde çalıştı. Çalışmaları ona arka arkaya beş Emmy ödülü getirdi. Pennsylvania Üniversitesi’nde gazetecilik dersleri veriyor. Demokrat Parti’den eski Temsilciler Meclisi üyesi. Hızlı bir kadın hakları savunucusu. BM çatısı altında kadının fırsat eşitliği alanında çalışmalar yaptı. Kadınların siyasete daha çok katılmalarını özendirmek amacıyla faaliyet gösteren Womens Campaign International adlı kuruluşun kurucu başkanı. Özel yaşamıyla ilgili ilginç bir not. ABD’nin eski başkanlarından Bill Clinton ve eşi eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın dünürü. Son kongre seçimlerinde Clinton’ların desteğine rağmen Pennsylvania bölgesinden Temsilciler Meclisi’ne seçilemedi.