Acıları yarıştırmayalım

Acıları yarıştırmayalım
9 Ekim 2015 19:48

Anayasa ve tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelere göre, herkes ırk, din, dil, cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin yaşama hakkına sahiptir. Kimsenin vücut bütünlüğüne dokunulamaz. Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz.

 

Av. Kemal AKKURT H&H YORUM

 

Yaşama hakkı, mutlak bir haktır. İstisnası yoktur! Ancak bizim gibi gelişmekte olan üçüncü dünya ülkelerinde, en çok ihlal edilen de yaşama hakkıdır. Hem de devlet eliyle…

 

Ülkeyi idare edenlerin, ölenlerin kimliğine göre farklı davranmaya haklarının olmaması gerekir. Acıları yarıştırmaya ise hiç hakları yoktur. Çünkü istisnasız herkesin yaşamı kutsaldır. Devletin görevi de bu kutsal hakkı korumaktır. Aksi takdirde, devletin varlık nedeni kalmaz. Sadece güçlülerin ve egemenlerin haklarını koruyan devlet, sorgulanmaya mahkumdur. Bugün yaşadığımız ortam, tam da budur.

 

Gezi olayları nedeniyle 2 yıl önce protestoların yaşandığı İstanbul’da “destan yazan” polislerce başına gaz fişeği atılan 14 yaşındaki Berkin, dokuz ay boyunca yoğun bakımda direnmiş, ancak aramızdan ayrılıp gitmişti. 15.yaşına hastanenin yoğun bakımında girmişti. Yüz binlerce kişinin 16 kiloya düşen cenazesini kaldırdığı günün akşamı çıkan olaylarda, 22 yaşındaki Burak isimli gencimiz de yok yere yaşamını yitirmişti. Aynı gün, Tunceli’de meslektaşlarının attığı gaz bombası nedeniyle kalp krizi geçiren 22 yaşındaki Ahmet isimli polis memuru da yaşama veda etmişti. Ancak devleti idare edenlerin, ölen bu üç gence karşı tavırları ve söylemleri, çok ayrımcı ve ötekileştirici idi. Adeta acılar yarıştırıldı. Bu olaylar, acı karşısında takınılan tavırların bile ne ölçüde çatışmaya gebe olduğunu gösterdi bizlere. Berkin’in ölümü üzerine, karşılıklı tüm öfkeler boca edildi. Yeni çatışmalar, yeni ölüler yaratıldı.

 

Devleti idare edenlerin söylemleri sonucu, toplum da keskin bir şekilde cepheleştirilmek isteniyor. Ancak ölen gençlerin anne ve babalarının metaneti, soğuk kanlılıkları ve sağduyuları sayesinde toplum bu oyuna gelmiyor. Bu sayede toplumun devletten ve devleti idare edenlerden daha ileride olduğu bir kez daha kanıtlanmış oluyor.

 

Resmi rakamlara göre, 1988-2014 yılları arasında 576 çocuğumuz devletle bir şekilde bağlantılı şiddetin kurbanı olmuştur. Hepimizin bu korkunçluk karşısında tüylerinin diken diken olması gerekiyor. Ancak çocuklarımız ölmeye devam ediyor. Kimi ekmek almaya, kimi ailesine ekmek parası kazanmaya giderken…

 

Ölümlerin araçsallaştırılmasından artık vazgeçilmelidir. Çocukların ve gençlerin ölümleri, siyasi kavgaların mezesi haline getirilmemelidir. Tüm siyasi hesapların ötesindeki gerçek şu olmuştur: Kişisel hırsların ülke menfaatlerinin önüne geçmesi sonucu yüzlerce evladımızı kaybettik. Bir daha gelmeyecek gencecik yaşamlar aramızdan ayrıldı. Acıları tasnif etmek, yalnızca kendi ölülerimizin arkasında saf tutmak, felakete davetiye çıkarmak demektir. Bundan sonra bari bunu yapmayalım. İçimizdeki öfke ateşini söndürmeli, başka gençlerin canına mal olabilecek gerilimleri düşürmeliyiz. Her çocuğu kendi evladımız gibi görmediğimiz sürece, toplumsal barışı yakalayamayız.

 

Ölen gençlerden birinin babası şöyle diyordu oğlunun ardından: “Benim canım yanıyor. Yazık günah bu millete, bu çocuklara yazık. Bütün gençlere yazık. Bedava ölüm, bedava”!..

 

Teröre bulaşan kişi veya örgütlerin hukuk içinde kalmalarını beklemek, işin doğasına aykırı, absürt bir talep ve beklenti olur. Ancak devletlerin kendi Anayasalarına, yasalarına ve evrensel hukuka uygun davranma gibi bir yükümlülükleri vardır. Aksi takdirde, Devlet olma vasfı sorgulanır, ihkak-ı hak (kendiliğinden hak alma) arayışları başlar. Hukuka bağlı devletlerin, hukuk dışına çıkma hak ve yetkileri olmamalıdır. Örneğin, ölü kadınların çırılçıplak şekilde gezdirilmeleri, yaralı kişinin panzerin arkasına bağlanarak öldürülmesi ve görüntülerinin medyaya servis edilmesi gibi hukuksuzluklar, savaş hukukunda bile mümkün değildir. Tabii ki hukuka bağlı, insan haklarını içselleştirmiş devletler için…

 

15 yaşında öldürülen Berkin, bir etkinlikte, üzerinde “özgürlük” yazan turuncu renkte bir önlükle, Nazım Hikmet’in Japonya’da nükleer bombalar sonucu öldürülen çocuklara yazdığı “Kız Çocuğu” isimli şiirini ezgi olarak söylüyordu:

 

“Kapıları çalan benim,
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem,
göze görünmez ölüler.
Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin,
şeker de yiyebilsinler”.

 

Bundan 2400 yıl önce yaşayan büyük filozof Platon demiş ki: “Demokrasi, bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse, oligarşi olur. Devam edilirse demogoglar türer. Demogoglardan da diktatörler çıkar”.

 

Önümüzdeki 1 Kasım “Tekrar seçimleri”nde demokrasiyi, hukuk devletini ve insan haklarını içselleştirmiş partileri seçerek, bu kaostan, hukuksuzluktan ve çürümüşlükten kurtulmak hâlâ mümkün…

 

[email protected]

 

 

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Emek ve Dayanışma Bayramı
Dünya Barış Günü
Avukatlar Günü