2018 Yılına girerken Türkiye ekonomisi

2018 Yılına girerken Türkiye ekonomisi
23 Aralık 2017 14:11

Kısa bir süre sonra 2018 yılına gireceğiz.

 

 

 

 

Prof. Dr. Mehmet TOMANBAY H&H YORUM

 

Bitmekte olan 2017’e baktığımızda ülkemiz adına olumlu şeyler söylemek zor. Ne yazık ki 2017 Türkiye için sosyal, siyasal ve ekonomik açıdan olumlu bir yıl olarak geçmedi. Aksine sıkıntıların büyüdüğü bir yıl oldu. Mezhepsel, etnik ve inanç temelli bölünmüş bir toplum olma yolunda sorunlar daha da büyüdü. PKK, FETÖ ve İŞİD terörü hala ciddi bir tehlike olmaya devam ediyor. Başta Suriyeliler olmak üzere Anadolu’nun en ücra köşesine kadar yayılmış bulunan dört milyonu aşkın göçmen kültürel, sosyal ve ekonomik dokumuzda ciddi sıkıntılara yol açmaya başladılar bile. Toplumsal barış Cumhuriyet tarihimizde olmadık derecede tehdit altında.

 

Geleneksel “Yurtta Barış, Dünyada Barış” temelli dış politikamızdan 2017 yılında daha da uzaklaşıldı. ABD ve AB ülkeleri arasında dostane ilişki yürütebildiğimiz hemen hemen tek bir ülke kalmadı. Rusya dışında komşularımız ile sıkıntılar sürmekte. Ordumuz her an Suriye’de bir askeri müdahaleye hazır halde.

 

Vatandaşın günlük yaşantısını doğrudan ilgilendiren ekonomide de durum iç açıcı değil. Toplumsal refahla ilgili iki önemli iktisadi göstergede hiçbir olumlu gelişme yaşanmadı. Bu göstergelerden birisi işsizlik diğeri de enflasyon oranı. Hükümetin 2017-2019 arası yılları kapsayan üç yıllık Orta Vadeli Programında 2017 yılı için işsizlik oranı yüzde 10.2 olarak tahmin edilmişti. Ancak 2017 yılı Eylül ayında bu oran yüzde 10.6 olarak gerçekleşti. Gene aynı programda 2017 yılı enflasyon oranı da yüzde 6.5 olarak tahmin edilmişti. Buna karşılık 2017 yılı biterken Kasım ayı enflasyon oranı tahmin edilen oranın tam iki katına çıkarak yüzde 12.98 oldu.

 

İşsizliğin ciddi sorun olduğu 2017 yılı işçi ücretleri ve maaşlardaki artışlar ise toplumsal refahın bu en önemli iki göstergesindeki olumsuz gidişi dengelemekten çok uzak kaldı. Enflasyonun yüzde 13’e ulaştığı ortamda Asgari Ücret Tespit Komisyonu, asgari ücreti 2017 yılı için yüzde 8 oranında arttırdı. Kamu görevlileri ile memur ve emeklilerin maaş ve ücretlerine ise 2017 yılı için yüzde 10.1 oranında, SSK ve Bağ-Kur emekli aylıklarına da yüzde 10.9 oranında zam yapıldı. Anlaşılacağı üzere sabit gelirlilerin geliri erimeye devam etti. Emeği ile geçinen vatandaş 2017 yılında daha da yoksullaştı.

 

Bu olumsuzluklara rağmen yılın son çeyreğinde ekonomik büyüme rekor kırdı ve yüzde 11.1 oldu. Yılın tümü için yüzde 7 olacağı tahmin ediliyor. Bu büyümenin talebi arttıran iki nedeni var: Şubat ayında, mobilya ve konutlarda KDV oranı 30 Eylül 2017’ye kadar yüzde 8’e düşürüldü. Beyaz eşya ile kimi dayanıklı tüketim mallarında da ÖTV sıfırlandı. Öte yandan, KOBİ’ler ile genç ve kadın girişimcilere, 2017 başından itibaren Kredi Garanti Fonu kefaleti aracılığıyla 250 milyar TL destek sağlandı.

 

Hükümet 2017 yılında gerçekleşen büyümeye bakarak 2018 için pembe tablolar çizmeye başladı. Acaba, 2017 yılında ortaya çıkan ekonomik büyümedeki artış, işsizlik ve enflasyona çare olabilecek mi ve pembe tablolar ne kadar gerçekçi? Büyüme rakamlarındaki artışın 2018 yılında toplumsal refaha yansıyacağını söyleyerek pembe tablolar çizmek gerçekçi görünmüyor. Çünkü, büyüme yukarda belirttiğimiz önlemlerle ekonomiye enjekte edilen paranın iç talebi arttırması ile ortaya çıktı. Talep yönlü bu büyüme de esas olarak enflasyonu arttırıyor. Enflasyon ise yoksulluğun artması, gelir dağılımının bozulması demek.

 

Enflasyonu arttırmayan ve işsizliği azaltan büyüme için üretimi arttıran yatırım gerekli. 2018 yılında üretimi arttıran yeterli yatırım olabilecek mi? İşte sorun tam da burada. Olağanüstü hal uygulamasının ve Cumhurbaşkanının KHK’lar ile ülkeyi yönetmesinin 2018’de de süreceği anlaşılıyor. Böyle bir siyasal, sosyal ve ekonomik ortamda canlandırılan talebi karşılamak için gerekli üretim yatırımını yerli ve yabancı yatırımcıdan beklemek gerçekçi değil. Sermayenin yatırım için aradığı en önemli şey demokratik, özgürlükçü güvenilir bir yönetim ve yatırım ortamı. Olağanüstü hal sürdüğü sürece güvenilir bir yatırım ortamından ve yatırım iştahından söz etmek olanaksız. Yurt dışında ise ABD doları değer kazanmaya devam edecek ve ülkeye döviz girişi azalacak görünüyor. Dolayısıyla yatırımlar için ortam daha da kötüleşeceğe benziyor.

 

Hele bir de Kudüs sorunu nedeniyle Türkiye-ABD restleşmesi ekonomideki kötü gidişe tuz, biber ekeceğe benziyor. BM Kudüs oylamasından hemen bir gün sonra hem ABD merkez bankası FED’in kurucu ve ortaklarından, hem de ABD’nin çok uluslu yatırım bankası olarak faaliyet gösteren Goldman Sachs adlı bankası “Türkiye’de ekonominin temel göstergelerinin kötüleşmesi ile birlikte TL’nin görünümünün zayıfladığını, yetkililerin ekonomiyi sürdürülebilir bir yola getirme ihtimalinin düşük olduğunu, ekonominin aşırı ısınma işaretleri gösterdiğini, cari işlemler açığının kötüleşmekte olduğunu ve enflasyon beklentilerinin çıpalanmadığını” belirterek ilk ekonomik saldırıyı ve ekonomimize olan güveni daha da sarsmaya başladı. Oysa yılın başlarında Goldman Sachs Türkiye ekonomisi ile ilgili çok daha yapıcı açıklamalarda bulunuyordu.

 

Ekonomiye olan güven azaldıkça 2018 yılının ekonomik açıdan rahat geçeceğini söylemek olanaklı değil. Bu kısıtlı koşullarda hükümet, 2017 gibi 2018’de de talep yönlü harcamalar ile büyümeye ivme kazandırmaya çalışabilir. Bu harcamalar da bir kısır döngü yaratarak, enflasyonun artmasını daha da hızlandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Artan enflasyon ise artan yoksullaşma demektir. Kısacası 2018’de de işsizlik ve enflasyona dolayısıyla da hızlanan yoksullaşmaya çözüm bu koşullarda zor görünüyor. Çözüm; Türkiye’nin hızla normalleşerek, demokratik, şeffaf ve özgürlükçü bir yönetime geri dönmesindedir.

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Değişim zamanı
Yaşasın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız
Ekonomide durum: Cumhurbaşkanı mı, yardımcısı mı haklı?