17 Ağustos depreminden gerçek bir öykü! Sigara böreği…

17 Ağustos depreminden gerçek bir öykü! Sigara böreği…
17 Ağustos 2018 13:51

Türk ordusu; tarihi boyunca Mehmetçik’i yani evladını gözünü kırpmadan kendisine emanet eden analara, koca yolu bekleyen genç kızlarına, abisi için dua eden kız kardeşlere, babasının yolunu gözleyen minicik kız çocuğu gözlerine hep minnet duymuştur.

 

 

Dr. Semih DİKKATLİ H&H YORUM

 

 

Günümüz modern Türk Ordusu içinde de Türk kadını, Mehmetçik yakını olmaktan başka şekilde de yerini almıştır. Çok zor askeri eğitimlerin yer aldığı harp okullarını başarıyla tamamlayarak ordumuzun her alanında kendisine yer bulmuştur.

 

 

İşte yıllar önce dinlediğim bu gerçek olay, Deniz Kuvvetleri mensubu bir kadın üsteğmenin dramatik öyküsüdür. Ben bu öyküde onu Zübeyde Kemal diye anacağım.

 

 

SİGARA BÖREĞİ VE DOSTLUK

 

 

-Merhaba; ben Deniz Üsteğmen Zübeyde Kemal… Bize destek olmak için GATA’dan Marmaris Aksaz’a geldiğiniz için sizlere minnettarım komutanım…

 
Görüşmeye tam bir asker selamının ardından bu sözlerle başlamıştı.

 
Ben yavaşça ayağa kalktım ve elim uzattım. Biraz mütereddit elini uzattı. Ona hoş geldin Zübeyde dedikten sonra masamın karşısındaki koltuğa oturmasını işaret ettim.

 
Oturdu, bana “şimdi ne olacak?” der gibi bakıyordu. Ben ona biraz vakit kazandırmak ve ortama uyumunu sağlamak için konuşmaya girdim. Deprem sırasında yaşananlar için ne kadar üzgün olduğumu, insanın dostlarını, akrabalarını, silah arkadaşlarını böylesine dramatik şekilde kaybetmesinin ardından hissettiklerini anlayabilmenin çok güç olabileceğini ama onu anlamak için elimden geleni yapacağımı söyledim.

 

 

Biraz rahatladı ve benim minik bir işaretimle yaşadıklarını anlatmaya koyuldu. Bana düşense bu acı verici öyküyü dinlemek ve nemlenen gözlerimi ona hissettirmeden silmekti.

 

 

“-Deniz Harp Okuluna girdiğimde dünyanın en mutlu insanı olduğumu düşünmüştüm. Okul hayatımız boyunca çok zor bir eğitimden geçtik ama ben hiç şikâyetçi olmadım. Üstelik Dünya’nın en güzel arkadaşlıklarını burada kazandım ve devrelerimden birine âşık olup evlendim.

 

 

Gölcük atamamız yapıldığında henüz evlenmiştik. İlk görev yerimizdi donanmanın kalbi olan bu şirin kasaba… Biz hemen evlenmiştik ama bizimle birlikte Gölcük’e ataması yapılan arkadaşlarımız hala bekârdı. Doğal olarak çok kısa zamanda eşimle birlikte devrelerimizin ebeveynleri haline dönüştük. Canı sıkılan, ayağını halıya çıplak basmak isteyen, canı sıcak ev yemeği isteyen sorgusuz sualsiz evimize gelirdi. Yatılı okul arkadaşlığı nedeniyle aramızda diğer insanların nezaket diye algıladığı şey yoktu. Aklına esen evde olduğumuzu bilsin gelirdi. Bazıları istediği özel bir yemek olursa gelmeden söyler, ben de onun için o yemeği yapardım. Bunu zevkle yapardım ve bir tek gün bundan şikâyetçi olduğumu hiç hatırlamam.

 

 

Tüm bu arkadaşlarımın arasında bizim için yeri ayrı, diğerlerine göre biraz utangaç biri vardı. Bir gün sohbet ederken bana döndü ve özlem dolu bir sesle konuşmaya başladı:

 

 

-Biliyor musun Zübeyde, ben sigara böreğini çok severim ama anam gibi yapan birine henüz rastlamadım. Anamın yaptığı börekleri çok özledim.

 
O şekilde uzaklara dalmışken, muzip bir şekilde yanağından bir makas aldım.

 

 

– Ohooo söyleseydin ya bana, ben bildiğin sigara böreği uzmanıyım. Senin için keyifle yaparım. Ancak şimdi evde gerekli malzemeler yok, alışveriş yapalım, yarın akşam senin için mükellef bir sofra kurayım…

 

 

Çok sevindi, gözlerinde hareketlenen yağmur bulutlarını görebiliyordum. Sevinmişti. Koca cüssesi altında sakladığı çocuk yanı hemen ortaya çıktı.

 

 

-Sen de benim ikinci anam olursun artık…

 

 

Bu cümleyi söylerken yağmur bulutları yerini masmavi gökyüzüne çoktan bırakmıştı bile…

 

 

O akşam biraz daha sohbet ettikten sonra bir arkadaşının yanına gideceğini söyledi ve yanımızdan ayrıldı. Çıkarken sanki anasına sarılır gibi mi sarıldı bana, yoksa ben mi öyle hissettim bilmiyorum. O gece sanki kocaman oğluma sarılır gibi sarıldım ona…

 

 

Ertesi gün ağır misafir ağırlayacaktım, o nedenle gerekli malzemeleri almak için mesaiden sonra alışverişe çıktım. Böyle yakın arkadaşlıklarımız olduğu için çok mutlu hissediyordum. Dönüşte eşimle eski günlerimizi, dostlarımızı andığımız uzun bir sohbetten sonra huzurlu bir uykuya daldık. Uykunun en güzel zamanlarında büyük bir gürültüye uyandık. Her yer sallanıyor, her şey sağa sola savruluyor ve kırılıyordu. Dünyanın sonu geldiğini düşündüm. Aklıma sevdiğim insanlar, onların ne yaptığı, nasıl oldukları geldi. Telefonlar çekmiyordu. Elektrik kesilmişti. Etrafta bağrışmalar, çığlıklar, yıkıntılar, toz duman ve korku ve ölüm ve çaresizlik ve…Her şey vardı.

 

 

Askerdik. Böyle durumlarda bize duyulabilecek ihtiyacı biliyorduk. Bu tam bir krizdi. Hemen birliğimize gittik. Arkadaşlarımız ve askerlerimiz için endişeleniyorduk. Nitekim Deniz kuvvetleri bu depremde çok büyük kayıplar verdi. Ölenleri kaybettik, göçüp gittiler ama geride kalanlar, aileleri ve bizler ne olduk peki komutanım…

 

 

Uzun derin bir nefes aldı, yutkundu ve kısa ama yıkıcı bir cümle kurdu.

 

 

-Bir yanımızı onlarla toprağa verdik sanki…

 
Tekrar durakladı, boğazı düğümlenmişti. Ona bir bardak su uzattım. Böyle durumlar için mutlaka su ve kağıt mendil bulunur masamda…

 

 

Büyük bir facianın ortasında, kayıplarımızı, nerede olduklarını belirlemeye çalışıyorduk. O sırada aldığım bir haberle olduğum yere yığıldım. Kulaklarım çınlıyordu. Bitkin ve kımıldayamaz haldeydim. Eşimin beni teselli etme çabaları da sonuç vermedi. Saatlerce ağladım. Bir gece önce o kadar yakın hissettiğim koca evladımı kaybetmiş gibi acıyordu içim. Yürümeye başladım. Peşimde eşim. Yer sürekli sallanıyor, artçı depremler insanların yüreğine daha fazla korku salıyordu.

 

 

Evimizin önüne geldim. Apartmanımız yıkılmamıştı ama çatlaklar dışarıdan fark ediliyordu. Eşim beni sarstı ve sordu:

 
-Ne yapmak istiyorsun? Umarım eve girmeyi filan aklından geçirmiyorsundur?

 

 

Ne yapabilirdim ki? Akşam misafirim gelecekti ve ben hazırlanmalıydım. Ben ağlıyordum, yer sallanıyordu, kocam kaygıyla beni durdurmaya çalışıyordu. Başaramadı…

 
İçeri girdim merdivenleri tırmandım. Karman çorman mutfağa girip kısa bir toparlamadan sonra malzemeleri aldım ve dünyada yapılmış en güzel sigara böreklerini yapabilmek için kolları sıvadım eşim telaşla çıkalım diyordu ama beni anlamıştı. Çok da üstelemiyordu. Küçük tüpün üzerinden kokular yayıldıkça heyecanlanmaya başladım. Çünkü biliyordum, o ölemezdi. Şimdi kokuyu duyar o özlemle istediği börekleri yemeye gelirdi.

 

 

Sofrayı kurdum. Beklemeye başladım. Yer sallanıyordu, eşim ağlıyordu ben onun ağlamasının nedenini anlayamıyordum. Bekledim ama arkadaşım gelmedi. Sanki gözlerim kurumuştu. Ağlayamıyordum artık. Arkadaşımızda gelmemişti. Eşim ağlıyordu, yer sallanıyordu, sigara börekleri soğuyordu.

 

 

İşte komutanım, ben o günden sonra hiç ağlayamadım. Hep o bir yerlerden çıkıp gelecek ve bize eşek şakası yaptığını söyleyecek…Ben hep bekliyorum. Ölmemiş olmalı diyorum. Ölemez, bunu bana yapamaz diye kızıyorum. Öleceğini bilsem o börekleri daha istediği gece yapmaz mıydım? Her gece, daha da uzun bir geceye yatıyorum. Uyuyamadan heyecanla gelecek diye bekliyorum. Saçma biliyorum ama umudumu yitirirsem kendimi yargılamaktan nasıl kurtulurum. Artık hiç yemek yapmıyorum, az yiyorum ve böreklere hiç el süremiyorum. Ağlasam belki iyi olacak ama ağlayamıyorum, yer sallanıyor hala ayaklarımın altında, sigara böreğinin kokusu hep burnumun ucunda…

 
Sigara böreğini gördükçe, aklıma bana son sarılışı geliyor.

 
İlk anasının yüreği yanıyordur elbet ama daha sonra ikinci anasının yüreği kavruldu, çöl oldu.

 

 

Sustu ve boğazımda bir şey düğümlendi. Hala her deprem dendiğinde boğazımda yutkunamadığım o düğüm. Sigara böreği yerken utanır mı insan? Utanır emin olun…

 

 

Peki, ne yaptık biz o günden bugüne…
Çöl olmasın diye yürekler ne yaptık?
Hiç mi? Evet, koca bir hiç…

 

 

Dr. Semih DİKKATLİ Twitter

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
İçimdeki çocuğun bayramı
Herkes birine zorba…
Kara Kutu… Hadi yüzleşelim…